Alman toplumu tüm dünyada disiplini, çalışkanlığı ve dakikliği ile tanınır.
Uzun yıllar orada yaşadığım için öyle olduklarını biliyorum ve bundan dolayı da mühendislik, teknoloji ve özellikle de otomotiv endüstrisinde bu kadar başarılı olduklarını söyleyebilirim.
Almanlar hakkında anlattıklarım bazı stereotipleri (basmakalıp düşünceler) pekiştirsin istemem. Kaldı ki, Alman toplumu gibi farklı sosyokültürel ve ekonomik geçmişlere sahip büyük bir nüfus hakkında genelleme yapmanın yanıltıcı olabileceği açık bir gerçektir. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak burada kendi gözlemlerimi paylaşıyorum.
Her toplum gibi Alman toplumunun da kendine has özellikleri vardır. Bu özellikler tarihsel gelişmelerden, sosyal yapıdan, kültürel etkileşimlerden ve coğrafi konum gibi belirleyicilerden etkilenmiş ve günümüze kadar evrilerek gelmiştir. Böylece kültürler arasında yaşam biçimi, inanç, toplumsal norm, dil ve sanat gibi bileşenlerde farklılıklar oluşmuştur.
Size garip ve komik gelebilir ama Almanlar kısa pantolon ve beyaz çorapla sandalet giyebilir. Ayrıca lüks bir restoranda burunlarını yüksek sesle sümkürebilir, etrafa sert bakabilir ve komşularıyla sıklıkla mahkemelik olabilirler. 22 yaşındaki oğulları hâlâ evden çıkmadığı için dava açan ebeveyn bile tanıdım. Yine de bunlar yargılanmamalı ve özgün kültürel farklılıklar olarak görülmelidir.
Öte yandan Almanlar, örneğin bizdeki sünnet düğününü, kız istemeyi, askere yolcu etme konvoyunu ya da sokakta yüksek sesle sohbet etmeyi anlaşılmaz bulabilirler.
Bununla birlikte, Almanya’ya yolunuz düştüyse pasaport polisinden itibaren ülkedeki genel iletişim tarzının soğuk, sert, kuşkucu ve fazla direkt olduğunu düşüyor olabilirsiniz. Ve inanın yalnız değilsiniz.
Ancak yaygın Alman iletişim formatını hemen soğukluk, sertlik, kabalık ya da empati yoksunluğu olarak değerlendirmeden önce, bu olguyu yukarıda değindiğim kültürel normlar bağlamında kabul etmekte yarar var.
Bu vesileyle Alman iş kültürünün ciddiyet ve profesyonellik üzerine kurulu olduğunu ve ortalama bir Alman’ın son derece iş odaklı yaşadığını belirtmek isterim. Pasaport polisinin ya da size soğuk davrandığını düşündüğünüz diğer Almanların tutumunu kişisel almayınız. Onlar işine (belki de biraz fazla) odaklanıyor ve o nedenle sizin duygusal beklentinizi önemsemiyor olabilir. Diyorum ya, farklı toplumların farklı kültürleri var.
Almanlar 1800’lerin başlarında sanayileştikçe, iş konularına öncelik vermeye alıştılar. Bu nedenle sosyal nezaket ve görgü kuralları gevşemiş ya da örneğin Fransa’daki kadar gelişmemiş olabilir. Bilemiyorum ama bir Almanın işine odaklanmış olarak yaşaması onun seçimidir ve mutlaka kaba, soğuk ya da nezaketsiz olma niyetinde olduğu anlamına gelmeyebilir.
Tarihçiler ve arkeologlara göre German kabilelerinin sosyal ve kültürel mirasının uzun vadede modern Alman toplumu üzerinde etkileri olmuştur. Anlatıldığına göre, German köy toplulukları çadırlarını girişler birbirini görmeyecek şekilde kurarlarmış. Alman toplumunun tarihsel bagajında önemli bir ağırlığı olan bireysellik ve özerklik anlayışını kökleşmiş bir karakteristik özellik olarak kabul etmek yararlı olacaktır.
Almanların ülkedeki yabancılara eleştirel ve sosyal dışlayıcı yaklaşım içinde olduklarını kimse saklayamıyor. Yabancılar hem gelsin istiyorlar hem de geldiği dakikadan itibaren Alman sistemlerine tam uyum sağlasın istiyorlar. Neredeyse yabancılardan, Alman kalite ve mükemmeliyetçilik anlayışını öğrenerek gelmiş olmalarını bekliyorlar.
İşte bu konuda 1960’lardan bu yana yabancılara haksızlık edildiğini düşünüyorum. Tamam, yabancı uyum sağlasın iyi de sen bu konuda ne yaptın Hans amca diye sormazlar mı? Alman hükümetleri uyum çalışmaları kapsamında şaşırtıcı şekilde bilimsel olmayan yöntemlerle ilerlediler ve fena çuvalladılar. Sonuç ortada. Yahu, Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda gibi ülkelerin programlarını incelemek hiç mi aklınıza gelmedi?
Nobel ödüllü bilim insanı Max Frisch adını duymuşsunuzdur. Kendisine atfedilen bir söz vardır. “Wir riefen Arbeitskräfte, und es kamen Menschen” (Biz işgücü çağırdık fakat gelenler insandı.) Almanya hükümetleri gelen misafir işçilerin insani ihtiyaçları olabileceğini büyük oranda hesaba katmamıştı. Nasıl olsa onlar misafirdi ve bir gün döneceklerdi.
Burada da genellemelerden kaçınmak ve tanıdığım pek çok Alman’ın yabancılara ve sosyal uyum süreçlerine karşı son derece yapıcı bir bakış açısına sahip olduğunu belirtmek isterim.
Örneğin, bir sosyal bilimci arkadaşım şu yorumu yapmıştı:
“Göçmenlerin dayanışma ve sosyalleşme eğilimleri, genel olarak Alman toplumunun yapısından daha fazla grup etkileşimi içeriyor. Bu süreçte tamamen yeni bir olgu gelişti ve zaten gittikçe yalnızlaşan Almanlar, göçmenlerin sosyalleşme deneyimlerine imrenmeye başladı. İlginçtir, Almanlar artık sosyalleşme konusunda yabancıları taklit etmeye, onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışmaktadır. Bu nedenle entegrasyon politikaları yeniden tasarlanırken grup dinamikleri, sosyal psikoloji ve grup etkileşimi teorileriyle desteklenmesi gerekmektedir.“
Bu önerilerin Alman hükümeti tarafından dikkate alınacağını umuyor ve tıpkı ekmek, bira, çikolata ve otomobil üretiminde olduğu gibi bu alanda da Almanya’dan aynı başarıyı görmek istiyoruz.