Bundan yaklaşık 49 sene önce General Franco hayata gözlerini kapadı.
Futbol hiçbir zaman sadece futbol değildir derler ya, 1974 yılında Barcelona’nın Franco’nun himayesindeki Real Madrid’e karşı Madrid’de 5-0 kazandığı maçta tribünde olan Franco’nun bu maçtan sonra fenalaştığı, sağlığının kötüye gittiği ve tam anlamı ile düzelemediği rivayet edilir. Gerçekten de yaklaşık 1,5 yıl sonra 20 Kasım 1975 yılında ölür.
Franco İspanya İç Savaşının galibi olarak faşist bir diktatörlük kurmuş ve ölümüne kadar ülkeyi demir bir yumrukla yönetmiştir. İspanya İç Savaşı bir grup generalin dindar, muhafazakâr ve sağcı falanjistlerin desteğini alarak cumhuriyetçi rejime isyan etmesi ile başlar. Ülkedeki bazı ordu kuvvetlerinin de buna destek vermesi ile genişler. Fakat bazı büyük şehirlerde başarılı olamazlar.
Mesela Madrid, Barcelona ve Sevilla gibi kentler hâlâ Cumhuriyetçi Hükümet’in kontrolündedir. Fakat İspanya artık geriye dönmesi zor bir sürece girmiş, iki ideolojik safa bölünmüştü. Dönemin politik konjonktürü gereği cumhuriyetçilere Sovyetler ve Meksika tarafından diplomatik destek, faşistlere ise Nazi Almanya’sı ve İtalya’dan asker ve cephane desteği sağlanıyordu.
İşte bu çatışmalar döneminde Bask bölgesinde bir kasaba olan Guernica, Franco’nun izni ile yeni savaş uçaklarını denemek isteyen Alman ve İtalyan hava kuvvetlerinin hedefi olmuş, kasaba yerle bir olmuştur. 26 Nisan 1937’de beş bin nüfusa sahip Guernica’da 1654 kişinin öldüğü ve çok sayıda sivilin yaralandığı kayıtlara geçmiştir. Kasabadaki erkeklerin büyük kısmının Cumhuriyetçi saflarda savaşmalarından dolayı kasaba dışında olmaları sebebi ile ölenlerin çoğu kadın ve çocuklardır. Picasso haberi Paris’te gazetelerden öğrenmiştir. Cumhuriyetçi İspanyol hükümeti 1937 yılında Paris’te yapılacak Dünya Fuarı’nda sergilenmesi için Picasso’ya bir tablo sipariş etmişti ve sanatçı da Guernica’nın kendisinde yarattığı ruh halinden dolayı bu katliamın dünyaya anlatılması gerektiği düşüncesi ile tablonun konusunu Guernica bombardımanı olarak kurguladı.
Çok meşhur bir anekdot vardır. İkinci Dünya Savaşında Nazi işgali altındaki Fransa’da yaşayan Picasso’ya evine gelen bir Gestapo Subayı sorar:
-Sayın Picasso bu tabloyu siz mi yaptınız?
Cevap ise gerçeğin kendisidir:
-Hayır siz yaptınız!…
İç Savaş sırasında cumhuriyetçilerin yardım çağrısı tüm dünyada yankı bulmuş ve adına “Enternasyonal Tugaylar” adı verilen birlikler 55 ayrı ülkeden gelen yaklaşık 45 bin kişinin katılımı ile oluşturulmuştu. Bu birlikler savaş boyunca 16 bin kayıp verdiler. Kimler yoktu ki bu katılanlar arasında. Ernest Hemingway, George Orwell, Martha Gellhorn, Emma Goldman, Pablo Neruda (Elçi olarak) onlardan bazıları.
Savaşın son dönemlerinde Fransa’da yaşayan Abidin Dino da katılmak istediğini ancak kabul edilmediğini söyler. Doğrudur çünkü cumhuriyetçilerin zayıfladığı ve Barcelona’nın düşmeye yaklaştığı dönemde daha fazla kayıp vermeden ülkelerine dönebilmeleri için Cumhuriyetçiler bu Enternasyonal Tugayları lağvetmiş ve bu kırmızı karanfilli siyah atkılı dostlarını törenle yolcu etmişlerdir.
Cumhuriyetçilerin hem güç hem de ekonomik olarak zayıflamasının ardından Franco güçleri Mayıs 1939’da Barcelona ve Madrid ele geçirilmiş ve ardından direnen herkes kıyıma uğramıştır. Bu kıyımdan, Fransa’ya kaçmayı başarabilen 400.000 kişi kurtulabilmiştir.
Bu zaferin hemen ardından İspanya Cumhuriyeti’nin yerini İspanya Krallığı almıştır. Francisco Franco, tam 36 yıl İspanya’yı diktatörlük ve faşizmle yönetmiştir.
Ölümünden sonra siyasi yapının sağından ve solundan birçok bileşeni demokrasiye geçiş süreci için bir araya getiren Coordinación Democrática adlı platform 1976’da kurulur. toplumsal mutabakat yoluyla yapılan İspanya Anayasası 1978 yılında yürürlüğe girer. Bugün anayasasında 4 resmi dili ve 17 özerk bölgesi olan demokratik bir ülke olarak varlığını devam ettiriyor.
Tarihsel hafıza sebebi ile zaman zaman özellikle Katalunya bölgesinin tam bağımsızlık talepleri ile çalkantılar yaşasa da 36 yıllık diktatörlük rejiminin ardından gelen geçiş sürecini toplumsal mutabakat ile aşma becerisini göstermiş İspanya’nın bu sınavı da geçeceği düşüncesindeyim. “Nefret geçer, diktatörler ölür. Halktan aldıkları iktidar halka geri döner. İnsanlar ölür, özgürlük ölmez!’’ demiş Charlie Chaplin.
Savaşta Franco rejimine direnen Madrid’den “No pasarán!” (Geçit yok) diye haykıran Dolores İbarruri’yi de Nazım’ın Karanlıkta Kar Yağıyor şiirinin dizeleri ile analım.
Karanlıkta kar yağıyor
sen Madrid kapısındasın.
Karşında en güzel şeylerimizi
ümidi, hasreti, hürriyeti
ve çocukları öldüren bir ordu…
Kar yağıyor
Ve belki bu akşam
ıslak ayakların üşüyordur.
Biliyorum,
ne kadar büyük, ne kadar güzel şey varsa,
insanoğulları daha ne kadar büyük
ne kadar güzel şey yaratacaklarsa,
yani o korkunç hasreti, daüssılası içimin
güzel gözlerindedir
Madrid kapısındaki nöbetçimin.
Ve ben ne yarın, ne dün, ne bu akşam
onu sevmekten başka bir şey yapamam.