Buzul Çağı olarak da bilinen ve yaklaşık 2,5 milyon yıl süren Pleistosen dönemi, çeşitli faktörlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış bir jeolojik çağdır.
Bu dönemde dünya ekseninde oluşan eğim, güneş ışınlarının kuzey yarım küreye yeterli gelmemesine ve sıcaklıkların aşırı şekilde düşmesine neden oldu. Milyonlarca yıl süren astronomik ve atmosferik değişimler, kutuplardan başlayarak Dünya’nın kalın buz katmanlarıyla örtülmesine ve sert bir iklim dönemine girmesine yol açtı. Bunun sonucunda Dünya yüzeyinde oluşan buz ve kar katmanları daha fazla güneş ışınını uzaya yansıtarak Buzul Çağı’nın uzamasına katkıda bulundu.
Pleistosen’den sonra Holosen dönemine geçiş yaklaşık olarak 12.000 yıl önce gerçekleşti. Güneş radyasyonu yoğunluğu, atmosferik gaz bileşimi ve okyanus döngülerindeki değişikliklerin etkileşime girmesiyle Buzul Çağı sona erdi. Küresel iklimde görülen ısınma buzulların erimeye başlamasını ve deniz sularının yükselerek bugünkü düzeye ulaşmasını sağladı.
Yağış rejimlerini değiştiren bu faktörler göl ve akarsuların oluşmasına, toprağın zenginleşmesine ve bitki ve hayvan türlerinin çeşitlenmesine katkıda bulunarak tarıma uygun doğal bir ortam yaratmıştır. Yeni çevresel koşullara uyum sağlayan bitki ve hayvan türleri evrimleşerek soyunu sürdürdü, uyum sağlayamayanlar ise kayboldu. (A. S. Issar, “Climate Changes and Civilizations”, 1990, 29(1-4): 195-246.).
Bu, bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi ve artı değer ekonomisinin geliştirilmesi de dâhil olmak üzere tarımın keşfinde çok önemli bir aşamaya işaret ediyordu. Milattan önce (M.Ö.) 10.000 civarında insanlar göçebe bir yaşam biçiminden uzaklaşarak tarıma uygun alanlarda kalıcı yerleşimler ve karmaşık sosyal yapılar kurmaya başladı. (Fagan, Brian M.-2016, The Great Warming).
Ilıman iklim, tarımın gelişip yayılmasını kolaylaştırarak bitki ve hayvanlardan daha geniş bir yelpazede gıda üretilmesine olanak tanımıştır. Bu dönüşümün tek nedeni elbette ılıman iklim değildir; aynı zamanda yeni aletlerin keşfi, nüfus artışı ve sosyal değişimler de bu önemli evrimsel süreçte etkili olmuştur.
Tarih öncesi yaşamı daha iyi anlayabilmek için araştırmacılar paleoklimatoloji, arkeoloji, antropoloji, jeoloji, paleobotanik ve paleozooloji gibi disiplinlerden elde edilen bulguları bir araya getirmeye çalışırlar. Bu yaklaşım, atalarımızın geçmişin karanlığında örtülü kalan gizemli yaşamları hakkındaki bilgilerimizi genişletmeyi ummaktadır.
Akademisyenler sıklıkla izotop analizi, istatistiksel modelleme ve karşılaştırmalı analiz gibi dolaylı yöntemler kullanmaktadır. Bu disiplinler arası yaklaşım değerli bilgiler sağlarken, tarih biliminin doğasında var olan sınırlamalar nedeniyle bazı sonuçların belirsiz olabileceğini önceden kabul etmek önemlidir.
Tarımın “Bereketli Hilal” (*) coğrafyasının çeşitli bölgelerinde yabani buğday, arpa, çavdar ve yulaf gibi tahıl tohumlarının seçilerek ekilmesi ve evcilleştirilmesi yoluyla ortaya çıktığı düşünülmektedir. Pirinç ekimi ise Orta Doğu’dan bağımsız ama yakın bir dönemde İndus Vadisi’nde başlamış olabilir.
Bitkilerin evcilleştirilmesi, “Bereketli Hilal”deki toplayıcı-avcı toplulukların toprakla etkileşime girmesiyle birkaç bin yıl içinde aşamalı olarak gerçekleşmiştir. Mercimek, nohut, fasulye ve bezelye gibi baklagiller M.Ö. 8.000 civarında evcilleştirilmiştir. Elma, incir, armut, üzüm ve dut gibi meyveler M.Ö. 6.000’lerde, sarımsak, soğan, havuç, lahana ve pancar gibi sebzeler ise MÖ 4.000’den itibaren evcilleştirilmiştir (Kenneth F. Kiple-2000, The Cambridge World History of Food).
Bir diğer adı Neolitik Devrim olan Tarım Devrimi, ekinlerin kontrollü ve sistematik bir şekilde nasıl yetiştirileceğini keşfeden insanlar tarafından başlatılmıştır. Atalarımızın, atılan tohumların kendiliğinden büyümesini tesadüfen fark etmiş olması ve tarımın gerçekleşmesine yol açan bu gözlemin kadınlar tarafından yapılmış olma olasılığı yüksektir.
Tarım öncesi topluluklar, yiyeceklerini genellikle toplayıcılık, avcılık ve balıkçılık gibi doğal kaynaklardan sağlıyorlardı. Bu nedenle, mevsimsel değişikliklere bağımlı olarak yiyecek bulmada sürekli bir dizi zorluklarla karşılaşıyorlardı. Dahası, aşırı avlanmanın bir sonucu olarak bazı av hayvanlarının soyu tükenmişti.
Göçebeler yiyecek depolama avantajından yoksunken, tarım toplumları üretim fazlasını depolama becerileri sayesinde sürdürülebilir bir gıda tedariki avantajı elde edebilmişlerdi. Devrim niteliğindeki bu gelişme, yaşam ve beslenme biçimini değiştirmiş, daha büyük nüfuslu yerleşimlerin gelişmesine olanak tanımıştır. Tarım, tetiklediği geniş kapsamlı dönüşümler nedeniyle uygarlık geçmişimizde çok önemli bir dönem olarak kabul edilmektedir.
Kalıcı yerleşimlerin ortaya çıkışı, hızlı nüfus artışı, hayvancılık, toprak mülkiyeti, ticaret, mimarlık, teknolojik ilerlemeler, sınıfların ve siyasi sistemlerin oluşumu gibi dönüştürücü etkiler de beraberinde getirmiştir. Bu değişimler doğal kaynaklarının daha verimli ve örgütlü bir şekilde kullanılmasını kolaylaştırmıştır.
Doğayla etkileşimi artan çiftçiler, sürdürülebilir tarım yöntemleri geliştirmeye çalışırken deneme-yanılma yoluyla nadasa bırakma pratiğini keşfetmiş olabilirler. Öncelikle “Bereketli Hilal” çiftçileri tarafından başlatıldığı düşünülen bu uygulama, zamanla Yunanlar ile Avrupalılar tarafından da benimsenmiştir.
Geleneksel olarak, Göbeklitepe kazılana kadar, kentsel örgütlenmenin göçebe toplulukların tarıma geçmesiyle başladığına inanılırdı. Göbekli Tepe’nin keşfi, tarımın kentleşme için gerekli olmayabileceği yönünde yepyeni bir perspektif ortaya koymuştur. Göbeklitepe inşa edildiğinde, tarım devrimi henüz gerçekleşmemişti ve çevredeki topluluklar toplayıcılık ve avcılıkla geçiniyordu.
M.Ö. 9600’lere kadar uzanan buluntular, alanın kalıcı bir yerleşim yeri değil, astronomik bir tapınma kompleksi olduğunu göstermektedir. Göbeklitepe buluntuları, insanların tapınaklarını tarım ve kentleşmeden daha önce inşa etmiş olabileceklerini açıkça sergilemektedir.
Dahası, metal işleme teknikleri henüz bilinmediği için, anıtsal megalitik yapıları taş araçlar kullanarak inşa etmişlerdi. Bu karmaşıklıktaki organizasyon yapısı önceki dönemlerde görülmemişti ve yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyordu (K. Schmidt, M. Smith, J. Notroff-2012, Ein frühes Zentrum der Landwirtschaft?).
Göbeklitepe sakinleri, tohum ekimi bilmeseler bile yabani buğdaydan ekmek üretmiş olabilirler. Toplayıcı-avcı pratiğinden, yabani buğdayı işleyen daha karmaşık bir erken tarımsal uygulamaya geçmiş olabilirler. İlerleyen kazılar, bu konuda sürpriz bulgular sunabilir.
Mezopotamyalı çiftçiler, tarım alanlarını sürekli genişleterek ve farklı bitki türlerini yetiştirerek sürdürülebilir gıda güvenliği sağlama yolunu keşfetmişlerdir. Böylelikle, hem kendilerine yetecek kadar gıda sağlamış hem de artan ürünleri komşu klanlarla takas ticaretinde değerlendirmişlerdir.
Holosen dönemine geçerken ortaya çıkan iklim değişiklikleri, Homo sapiens’in başlattığı Tarım Devrimi’ni insan evriminde yaşamı biçimlendiren temel öğelerden biri yapmıştır.
(*) “Bereketli Hilal” terimi Mezopotamya, Kuzey Suriye, Güney Doğu Anadolu ve Doğu Akdeniz bölgeleri için kullanılmaktadır.