Kültür ve hoşgörü kavramlarına değinerek başlamak istiyorum…
Kültür, bir toplumun kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve manevi değerlerin bütünüdür. Hoşgörü ise farklı olana karşı anlayışlı ve saygılı olma durumudur.
Kültürün temelinde dil, müzik, mutfak, giyim, mimari, edebiyat, inanç sistemleri ve sosyal normlar gibi bileşenler vardır. Ama bunlar her toplumda aynı değildir. Politik ve ekonomik şartların etkisiyle farklı yorumlanabilir. Bu yorumlardan doğan farkları toplumların özgün kültürel kimliklerini meydana getirir.
Kültürel farklılıkları tehdit olarak görmeyip, onları öğrenmeye açık olursak çok şey kazanırız. İşte tam da bunun için hoşgörüye ihtiyaç vardır. Hoşgörü; açık fikirli, uyumlu, empatik olmak, farklılıkları zenginlik olarak görmek ve değişime ayak uydurmak demektir. Hoşgörü, gerilimlerin azalmasına ve hayata daha pozitif bakmamıza yardımcı olur.
Hoşgörü; başkalarına yapılan bir iyilik ya da ayrıcalık değil, içsel gelişim için gereken bir erdemdir. Ancak sadece bireysel bir erdem değil, aynı zamanda toplumsal yaşamın temel değerlerinden biridir.
Geleneklerin iç dinamiklere bağlı olarak farklı gelişmesi, bazen yakın toplumlar arasında bile ilginç benzeşmezliklere yol açabilir. Fransızlar ile İtalyanlar dil, tarih ve köken açısından yakınlık gösterirler ama sosyal davranışları çok farklı olabilir. Örneğin, İtalyanlar yemekte yüksek sesle sohbet etmeyi sever, Fransızlar ise sofrada gayet sakindir.
Türkiye ile Yunanistan tarihte karşılıklı etkileşim içinde olmuşlardır ama bilindik nedenlerden dolayı kültürel uzaklaşma yaşanmıştır. Örneğin Türkiye’de aile değerleri öne çıkarken, Yunanistan’da bireysellik ve haklar daha ön plandadır. Yunanistan’da ateist olduğunu açıklayan Alexis Tsipras başbakan olabiliyor ama Türkiye’de böyle bir şeyin gerçekleşmesi biraz zor gözüküyor.
Hindistan ve Pakistan arasındaki ilişkiler de siyasi ve dini bölünmelerin nasıl hoşgörüsüzlüğe dönüşebileceğine iyi bir örnektir. İki ülke, çok yakın etnik ve kültürel köklere sahip ama sürekli bir anlaşmazlık ve gerilim içinde.
Sonuçta akraba veya değil hiç fark etmez, farklı kültürler arasında köprü olarak hoşgörüye şans vermek dünyayı daha güzel bir yer yapar. Kültürel çeşitlilik sayesinde yeni kitaplar, filmler ve müzikler keşfedebilir, yeni insanlarla tanışabiliriz. Bu da demokrasiye, barışa ve küresel sorunlara karşı daha duyarlı olmayı teşvik eder.
Rus ve Türk toplumları arasındaki kültürel farklar, zaman algısı konusunda belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Bir görüşme için saat 10.00 diye sözleşen Rus arkadaşlar genellikle zamanında gelirken, Türk arkadaşlar arasında yarım saatlik gecikme pek büyütülmez. Veya Türkiye’deki kahvaltılar gösterişlidir ama Rusya’da daha sadedir.
Kültürel farklılıkların hoşgörü ve anlayış temelinde kolayca yönetildiğini ben kendi ailemde gözlemledim. Almanya’da yaşamış Türk baba ile Rus annenin çocuğu olmanın aslında bir kimlik zenginliği olduğunu ve bunun hoşgörümü artırdığını gözlemledim.
İnsanlar birçok faktörün etkileşimi sonucu farklı görüş ve düşüncelere sahip olurlar. Her birimiz fabrika ayarlarımızda belirli bir esneklik kapasitesiyle doğduğumuz için bir arada yaşamanın bir yolunu buluyoruz. Bu esneklik sayesinde farklı görüş ve düşünceleri tolere edebiliyor ve uyum sağlayabiliyoruz.
Bir örnek vereyim, bir arkadaşımın dövmesini beğenmediğim için onunla arkadaşlığımı bitirmem. Tuttuğum takımın son maçta yenilmesi durumunda oyuncuları ve yönetimi eleştirebilirim ama desteklemekten vazgeçmem. Bir öğretmenin ders anlatma tarzını beğenmiyorum diye okulu bırakmam. Bu tür durumları tolere edebilmemiz, doğuştan gelen içsel hoşgörü kapasitemizin bir sonucudur.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, içsel hoşgörü kapasitemizi bilinçli şekilde genişletmeye çalışmak, ilişkilerde olumsuzluk yaşama riskini azaltır. Hoşgörü, farklı kültürler arasında bir köprü olarak bireysel ve küresel düzeyde sosyal barışın güçlenmesine katkıda bulunur. Bu yolla, daha kapsayıcı bir toplumun oluşumu desteklenmiş olur.
Altay Marco Ocaklı