Arapça hak kelimesinin çoğulu olan hukuk (haklar) sözcüğü, insanlığın ortaya çıkışından beri çok temel ve özel anlamlar içerir.
Hak kavramı bireyler arası ilişkilerden, insanların kabileler halinde yaşadıkları küçük topluluklardan bugünkü büyük topluluklara kadar, kişilerin topluluğa karşı konumlarında ve devlete karşı durumlarında ve ayrıca toplumun devlete karşı konumunda temel belirleyicilerden biridir. Bunun içindir ki; hak hukuk tanımak, hakkını hukukunu korumak gibi günlük dilde sıkça kullanılan deyimler türetilmiştir.
Hukukun tanımı; “toplumsal yaşantıdan doğan ilişkileri, adaleti sağlamak üzere düzenleyen kurallar bütünüdür” şeklindedir.
Hak, hukuk kavramlarının gerçekleşmesiyle ortaya çıkan adalet olgusu, tek tanrılı dinler başta olmak üzere bütün dinlerde, öğretilerin tam merkezinde yer almış, adeta kutsanmış, vaaz edilmiş, aranılmış ve ulaşılmaya çalışılmıştır. Keza adalet kavramı, İslamiyet’in de açık ve kesin bir biçimde emir ve vaaz ettiği bir olgudur.
Toplumumuzun da dahil olduğu Doğu medeniyetinde, kökleri daha eskilere dayanan ancak Selçuklularda ve Osmanlılarda sık sık sözü edilen Adalet Dairesi, “Adalet olmazsa devlet olmaz, devlet olmazsa reaya (*) olmaz, reaya olmazsa ordu beslenmez, ordu olmazsa devlet olmaz, devlet olmazsa adalet olmaz” şeklinde başladığı noktaya varan bir anlayışla ifade edilmiştir. Bu anlayış yüzlerce yıl devleti idare edenlere bir nasihat olarak söylenmiş ve bir referans olarak gösterilmiştir.
Doğu medeniyetinin oluşturduğu devletlerde siyasetname, tenbihname, asafname gibi adlarla ifade edilen ve zamanın önde gelen, akıllı, becerikli, bilgisine güvenilen devlet adamlarının ya da alimlerinin, devleti idare eden sultanlara, hanlara ve padişahlara öğütlerini içeren risaleler yazma geleneği köklü ve oldukça önemlidir. Mesela Selçukluların büyük veziri Nizamülmülk’ün ünlü eseri Siyasetname’de adaletli idare, iyi bir devlet idaresinin olmazsa olmazlarındandır, belki de en başatıdır. Yine Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim‘e vezirlik yapmış Lütfi Paşa’nın, Hz. Süleyman’ın oldukça adil bir yönetim sergilemesini sağlayan meşhur veziri Asaf’a atfen ismini Asafname koyduğu ünlü risalesinde de, adaletli yönetim padişahlara sık sık önerilen bir görüştür.
Aynı şekilde Koçi Bey’in IV. Murat’ın isteği üzerine yazdığı risalesinde, devletin kötü gidişatının durdurulabilmesinin en öncelikli şartı olarak adaletli yönetimi telkin ettiği bilinmektedir. Yine Osmanlı tarihinde Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın 1700’lü yıllarda yazdığı, “Devlet Adamlarına Öğütler” adlı risalesinde de adaletli idare özellikle önerilen bir görüştür. 17. yüzyılın ünlü müellifi, Katip Çelebi’nin çok bilinen ve büyük eseri; Düsturül- Amel’de, “Alemin düzeni ancak adaleti sağlayacak bir devletin olmasıyla sağlanabilir” denilmektedir. Kimi kaynakların Hz. Ömer’e, kimi kaynakların ise Mustafa Kemal Atatürk’e atfettikleri; “Adalet Mülkün Temelidir” sözü, bu kavrama verilen önemi ortaya koymaktadır.
Batı medeniyetinde adalet kavramı, antik Yunan düşünce hayatının sırasıyla üç büyük ustası; Sokrates, Platon ve Aristo’nun tüm felsefi sistemlerinin temel taşı konumundadır. Yani adalet arayışı antik Yunan düşüncesine yön veren olgulardandır. Batı’da Orta Çağ’da dinsel bir çerçeve içinde ele alınan ve kutsanan adalet olgusu, Yeni Çağ’da ise köklerini antik Yunan düşüncesinde bulan ve bugünkü hakim liberal düşüncenin temelini oluşturan, “Doğal Hukuk” doktrininde de oldukça önemli bir yere sahiptir. Aynı şekilde Yunan ve Roma mitolojisinde önemli bir yere sahip olan Adalet Tanrıçası’ndan esinlenilerek bugüne kadar gelmiş, Batı’daki ve ülkemizdeki adalet saraylarının girişine konulan, bir elindeki kılıçla zorla adaletin yerine getirileceğini, öbür elindeki teraziyle hakkın eşit dağıtılacağını ve gözlerinin bağlı oluşuyla görevini tarafsızca yerine getireceğini ifade eden bir kadın olan adalet heykeli çok temel bir semboldür.
Tarihten günümüze, geleneksel insan ve toplumdan modern insan ve topluma, dinsel sistemlerden seküler sistemlere, her zaman her durumda aranılan, kutsanan, olmazsa olmaz kabul edilen, Sinoplu Diyojen’in fenerle aradığı, toplumsal denge ve istikrarın temel şartı adalet kavramının, ülkemize ve tarihimize yaraşır şekilde, hak ettiğimiz üzere insanımızı, toplumumuzu ve devleti yani tüm benliğimizi sarıp sarmalaması dileğiyle…
(*) Reaya: Bir hükümdarın idaresi altında bulunan halk.