Hepimiz derin endişe içerisindeyiz.
Ülkemizin ekonomik durumu, global ekonominin karmaşası, gezegenimizi bekleyen tehlikeler, sürmekte olan ve yenileri eklenen savaşlar, şahit olduğumuz acılar zihnimizi olumsuz etkiliyor.
Stresin ve koşuşturmanın içerisinde akan yaşamlarımızda olup biteni anlamaya çalıştıkça en çok ihtiyacımız olan aklıselimlikten uzaklaşıp daha donuk, katı, benmerkezci ve hatta saldırgan varlıklara dönüşüyoruz.
Sürekli kirlendiğimiz için amacımızı anlayamıyoruz.
Algımız o kadar dengesiz ki dış ve iç sistem tarafından sürekli mutluluğumuzu yönetmenin peşine düşürülüyoruz.
Gerçekten çok yorucu, manevi uygulamaların bile yetersiz kalabildiği bir çağın içerisindeyiz.
Psikolojide doğumdan yedi yaşına kadar olan yaşımız yanılgılar sürecimiz olarak tanımlanıyor. Yedi ve on dört yaş aralığında yapılandığımız bilinç dönemimiz, on dört ve yirmi bir yaş aralığı ise olgunlaşma başlangıcı olan bilgiye dönüşme dönemidir. Yirmi sekiz yaş itibarıyla bedende her şeyin oturmuş ve dengelenmiş olması gerekiyor. Dengeler yerine geldikçe de farkında olalım ya da olmayalım sıkıntılar kendiliğinden düzelir.
Oğlum bana son zamanlarda şu soruyu soruyor: “Gelecek bana ne getirecek?”
Hatırlayabildiğim kadarıyla onun yaşlarında benim de gelecek ile ilgili kaygılarım içerikleri farklılık gösterse de fazlaydı.
“Bilmiyorum” diye cevap veriyorum. Şiddet ve gaddarlık hep vardı ve var olacak. Kızılderili büyükbabanın torununa anlattığı hikayeyi özetliyorum. İçimizde iki kurt var, biri iyi biri kötü. Sen hangisini beslersen gelecek sana onu getirecek.
Kin ve taraf tutmak yerine bizi huzursuz eden hiçbir durum ve duygudan kaçmamamız gerektiğimizi anlatıyorum. Korkularımıza, dar görüşlülüğümüze, yargılarımıza, yanılgılarımıza tutunmamız gerektiğini anlatıyorum.
“Biliyor musun? Hayvanlar ile insanlar arasındaki en büyük fark gelecek farkındalığıymış. Hayvanlar plan yapmıyorlarmış” diyorum.
Kişi açsa zihin bir arzu yaratır ve yemek yemenin peşine düşer. Peki ya ruhumuz açsa?
Yanılsama ilkesi: Bir insanı peri masalına sürükleyen bir etki yaratmaktır. Böylece gerçekliği unutsun, var olduğunu unutsun.
Kulpsuz bavul gibi taşıması zor ama bırakamıyorsunuz.
Gerçek ihtiyaçlarını yanılgısız kavrayamazsan bir çift ayakkabı, kazak, telefon senin gerçekliğin olmaya devam edecek.
David Cornwell, Karuna Enstitüsü’nde psikoterapi yüksek lisans çalışmasını yaptığı sırada Franklyn Sills derslerinde terapötik ilişkiyi şu şekilde tanımladı:
Hepimiz sonsuz kaynaktan geliyoruz. Ancak deneyim olarak, kendimizi (bedenimiz, kişiliğimiz, sorunlarımız, başarılarımız vs.) kavramsal olarak algılayabiliriz. Terapi odasına giren hasta genelde kendisinden bu deneyimle bahseder. Terapist ise (bu ekolde ‘Core Processing’ yaparak) hastayı geniş bir sevgi ve şefkat alanında ‘tutar’. Bu ancak, terapistin kendisi var olma alanını deneyimleyebilirse mümkün olabilir. Kendi kişiliğini, yargılarını ve travmalarını katmadan, hastasını daha geniş bir tutma alanından dinler ve bu alanı ilişkiye getirir. Bu ilişkide, hasta şifalanmaya başlar.
Yoga pratiklerinde de, deneyimimizi kavramsal “ben” ve kavramsal “bedenim”den ziyade, var olma haline davet ediyoruz. Sınırsız beden, kişilik ötesi var olma halimizi deneyimlemek için nefes çalışmaları, meditasyonlar ve hareketler, bir fırsat yaratıyor. Bu boyutumuz ile temas kurduğumuzda, direkt olarak sorunlarımız ile uğraşmamış olsak da, sorunlarımız şifalanmaya başlıyor. Yok olduklarından değil, sadece daha farklı bir algıdan dolayı ve belki de değişen enerjiden dolayı, dönüşmeye başladıkları için.
İlişkide olmanın bu olasılıkları, bence her türlü ilişkide fark edebileceğimiz bir dinamik. Çocuğumuz ile ilişkide olduğumuzda, kavramsal deneyimden mi yaklaşıyoruz? Acaba çocuğumuz, bu alandan ilişkide ise, o geniş ve yargısız var olma halini deneyimleyebiliyor mu? Eşimiz ile nasıl bir alandan ilişkiye giriyoruz? Her zaman var olma alanında olmak imkansız ve faydalı olmayabilir. Ancak hep kavramlarla ve düşüncelerle yaklaşmak da bizi geriyor ve sıkışık hissettiriyor. Acaba yogada tanıştığımız var olma alanını, ilişkide de deneyimlemek mümkün mü?
Çok kez, insanların “insan” olma çelişkisini çözmek için farklı kavramlarla kendilerine yaklaşma çabalarında olduğunu gördüm. Başarılı bir öğrenci kavramı belki işe yaramamış oluyor. Ancak başarılı, zengin, güzel kavramlarının yerine, ‘kova burcu’ ya da ‘ben çok ateş elementiyim’ gibi farklı kavramlarla kendilerini deneyimliyorlar. Eski kavramlar atılıyor ama var oluşlarını anlamak için, yeni kavramlara sarılıp yine ikinci el deneyim ile yaşamı tasarlama çabaları oluyor.
Bütün kavramlar ötesinde, başarılı başarısız, yaşlı genç, kova ya da yay, acaba şu anda VAR OLMA deneyimi, nasıl bir enerjetik alan açabilir? Bu genişliğe ve (bilişsel zihinin tanımlayamayacağı) bilinmezliğe açmak, farklı bir boyutta bir teslimiyet mi gerektiriyor acaba?
Siz spiritüelliğe yaklaşırken, eski ‘materyal’ kavramlarınız yerine, spiritüel kavramlar mı bulmaya çalışıyorsunuz? Materyal ve spiritüel arasında bir tanım farkı olduğu sürece, hala entegre etmemiş oluyoruz; hayatımızı ve var oluşumuzu.
Acaba var olma-dan var olma alanında, doğru ve yanlışın ötesinde bir yerde buluşmak mümkün mü?
Namaste…