Açık Radyo’da yayınlanan “Babil’den Sonra” programını hazırlayan Ercüment Gürçay, Bob Dylan’ın unutulmaz müzikleri ve barış şarkıları eşliğinde Orta Doğu’da yaşanan savaşı Gazeteci Cenk Başlamış’la konuştu. Aşağıda tam metni yer alan söyleşiyi dinlemek için: https://archive.org/details/336-cenk-baslamis-israil-filistin-savasi-bob-dylan-sarkilari-23-ekim-2023
-Herkese merhaba. 95.0’da Açık Radyo’da Babil’den Sonra programını dinliyorsunuz. Ben Ercüment Gürçay. Programımızı Bob Dylan’ın 1965 yılında çıkan “Bringing It Back Home” albümünden “Mr. Tambourine Man” şarkısıyla açtık. Bob Dylan’ı tek bir cümleye sığdırmak çok zor. Dylan, kuşakları etkilemiş, insanları müziğiyle birleştirmiş, sadece şarkıcı ve besteci değil, bir ozan hatta kimilerine göre “çağımızın Shakespeare’i “. Aslında bu programı tümüyle ona ayırmayı düşünmüştük ama yanı başımızda yaşanan korkunç savaşı ve büyük insanlık dramını görmezden gelmek mümkün değil. İnsan olarak buna hakkımızın da olmadığını düşünüyorum. Onun için bugün hem İsrail-Filistin savaşını konuşacağız hem de Dylan’la özdeşlemiş şarkılarını dinleyeceğiz. Lafı daha fazla uzatmadan bu programı birlikte hazırladığımız internet gazetesi Medya Günlüğü’nün yöneticisi Gazeteci Cenk Başlamış’a hoş geldin demek istiyorum. Hoş geldiniz Cenk Bey.
-Teşekkür ederim Ercüment Bey hoş bulduk. Ben sayıyorum, bu birlikte yedinci programımız. Son programımız temmuz ayındaydı. Sizin de söylediğiniz gibi bu programımızı Bob Dylan’a ayırmaya karar vermiştik ama tam bu yayına hazırlanmaya başladığımız sırada maalesef savaş çıktı.
-Savaşı konuşacağız ama açılışta çaldığımız “Mr. Tambourine Man” şarkısıyla ilgili bir şey sormak istiyorum. Adının nereden geldiğini biliyor musunuz?
-Bob Dylan’ın anlatmasına göre şarkıya ve adına ilham veren Bruce Langhorne adındaki siyahi bir şarkıcı. Amerikan folk müziği tarzında müzik yapmış. Yapmış diyorum çünkü 2017 yılında hayatını kaybetti. İşte Langhorne Dylan’la bir provaya kocaman tasnaklı bir Türk davuluyla geliyor. Davulun üzerinde de çan gibi bir şey var. Şarkının sözlerinde geçen jingle jangle’ı Türkçeye herhalde şangır şungur olarak çevirebiliriz. Şarkının kısa hikayesi böyle.
-Asıl konumuza geçmeden önce bir şarkı daha dinleyelim mi? Sırada hangi şarkı var?
-Tabii seve seve. Çalacağımız şarkı 1963 yılında çıkan “Freewheelin’ Bob Dylan” albümünde yer alan “A Hard Rain’s A-Gonna Fall.” Bu, 1962 yılındaki Küba krizinden hemen sonra bestelenmiş bir şarkı. Küba krizi neydi onu kısaca hatırlayalım. ABD’nin Türkiye ve İtalya’ya, Sovyetlerin de Küba’ya nükleer füzeler yerleştirmesi büyük uluslararası krize yol açmıştı. O zamanlar dünyayı yöneten iki süper güç olan ABD ile Sovyetler Birliği nükleer bir savaşın eşiğine gelmişti. İşte bu şarkı da bir çeşit protest balad: A Hard Rain’s A-Gonna Fall.
-Zaten neredeyse iki yıldır dünya Rusya-Ukrayna savaşıyla yatıp kalkıyor. Biz de Babil’den Sonra’nın bir bölümünü savaşa ve Rusya ve Ukrayna müziklerine ayırmıştık. Kuzeyimizdeki o savaş bitmeden 7 Ekim sabahı bu kez de güneyimizde bir savaş başladı. Sanıyorum uzun uzun anlatmaya gerek yok herkes olanları biliyordur. Önce Hamas militanları İsrail’e sızdı, aralarında sivillerin de bulunduğu çok sayıda kişiyi öldürdü, sonra rehineler de alarak çekildi. İsrail’in tepkisi çok sert oldu. İsrail Başbakanı Netanyahu “Hamas’ı yok edeceğiz” dedi. Dedi ama Hamas’ın yaptıklarının acısını Filistinlilerden, masum sivillerden çıkarmaya başladı. O gün bugündür İsrail hem Gazze’yi abluka altında tutuyor hem de aralıksız bombalıyor. Bir yandan gökten yağan bombalar, diğer yandan su, yiyecek, ilaç ve elektrik gibi en temel ihtiyaçlarından mahrum insanlar var. Hamas’ın İsrailli sivillere yaptığını kabul etmek mümkün değil. Aynı şekilde İsrail’in Filistin halkına yaptıklarını da kabul edilemez. Yani iki taraftan birini seçmek zorunda değiliz, öyle değil mi Cenk Bey?
-Elbette. İki yanlış bir doğru etmiyor. Tabii bir de başından beri yanıtsız kalan bir soru var: Hamas neden böyle bir saldırı düzenledi? Filistinli sivillere saldırmak için bahane bile aramayan İsrail’e neden böyle bir koz verdi. Bu bir muamma.
-Hamas’la İsrail gizli servisi Mossad arasında ilişki olduğunu iddia edenler var…
-Evet o haberleri, daha doğrusu iddiaları ben de gördüm ama derinlemesine bilgi sahibi olmadığım için bir yorum yapmak istemem.
-Bir de bildiğim kadarıyla Filistinliler arasında da görüş ayrılıkları var. Biraz anlatır mısınız nedir aralarındaki sorun.
-Bu bayağı karmaşık ve uzun bir mesele. Biliyorsunuz, Filistin Kurtuluş Örgütü yıllarca Yaser Arafat’ın liderliğinde İsrail’e karşı silahlı mücadele yürüttü. Derken 1993 yılında Oslo Barış Anlaşması imzalandı. Ardından Batı Şeria ve Gazze’de Filistin Ulusal Yönetimi kuruldu. Yani bu bölgeleri idare edecek bir yapı kuruldu ki bu yapıyı devlet olarak tanıyan 138 ülke var. Türkiye de onlardan biri. Başında Mahmud Abbas var. Fakat şöyle bir nüans var: Bu devlet BM üyesi değil, gözlemci devlet statüsünde. Peki sonra ne oldu? 2006 yılında Gazze’de yapılan seçimleri Hamas kazandı, sonra da Abbas’a bağlı güçleri silahla tasfiye etti. Yani şu anda Gazze hukuken Filistin Ulusal Yönetimi’ne bağlı ama pratikte Hamas tarafından yönetiliyor. Peki aralarında ne fark var? Batı Şeria’daki Filistin yönetimi İsrail’i tanıyor yani devlet kurma hakkını kabul ediyor ve sorunun görüşmeler yoluyla çözülmesini istiyor. Hamas ise dinci bir örgüt. Zaman zaman farklı açıklamalar yapsa da İsrail’i tanımıyor ve silahlı mücadele yürütülmesini savunuyor.
-Biraz soluklanalım mı? İzin verirseniz çalacağımız parçayı ben anons edeyim. Man of Peace. 1983 yılında çıkan Infidels albümünden. Dylan bu şarkıda yolsuzlukları, adaletsizlikleri eleştiriyor. Ama aslında insanın iki yüzlülüğünü anlatıyor. Mesela şarkıda kötülüğün bazen Führer kılığında ya da bazen rahip kılığında karşımıza çıkabileceğini söylüyor. Man of Peace…
-İsrail konusuna dönmeden biraz Bob Dylan’ı konuşmaya devam edelim mi? Programın başında onu tek bir cümleyle anlatmanın zor olduğunu söylemiştim. Nedir Dylan’ı farklı kılan? Müziğe nasıl katkıları oldu, hangi alanlarda öncülük yaptı?
-Ne derece önemli bilmiyorum ama Dylan 24 Mayıs 1941’te Minnesota’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Gerçek adı Robert Allen Zimmerman. Şu anda bildiğimiz adını şarkıcılığa adım attığı zaman almış. Bu arada ilginç bir bilgi: Büyükannesinin Kars Kağızmanlı olduğunu söylüyor Dylan. 19 yaşında şarkı söylemeye başlıyor. İdolü ünlü Amerikalı folk şarkıcısı Woody Guthrie. Programın başında bir şarkı çaldığımız albümü “Freewheelin’ Bob Dylan”la folk müziği macerası başladı ki bu albümde ünlü “Blowin’ in the Wind” de vardı. Tanınırlığı artıkça siyasi konularla da ilgileniyor. Örneğin 1963 yılındaki ünlü Washington’a Yürüyüş ya da kısaca Büyük Yürüyüş’e katılıyor. Bu gösteri ırk ayrımcılığına karşı yapılan tarihi bir eylem. Bu arada müzik tarzını değiştirmeye başlıyor, elektronik aletler de kullanıyor. Folk müziğine hayran olan müzikseverler bu durumdan hoşlanmadı, ihanete uğramış duygusuna kapıldı. Hatta 1965 yılındaki Newport Festivali’nde yuhalandı. Ama yeni tarzıyla daha geniş kitlelere uzandı. İnsan hakları örgütlerini destekledi, ülkesindeki adaletsizlikleri sorguladı, bunları anlatan şarkılar yaptı. İlginç bir yönü de ressam olması. Time dergisi onu 20. yüzyılın en önemli 100 kişisinden biri seçti. 2016 yılında edebiyat dalında Nobel ödülü aldı. Ödülün verilme gerekçesi “Amerikan müziğine yaptığı şiirsel katkılar.”
İsterseniz burada bir ara verelim ve tam da anlattığım dönemi simgeleyen çok ünlü bir şarkısını çalalım: “The Times They Are a-Changin’.” Bob Dylan bu şarkıyı değişen zamanları anlatması için bestelemiş.
-Sanıyorum bizi dinleyenler Bob Dlyan’ın Joan Baez’le ilişkisini de merak ediyordur. Kısaca ona da değinelim mi? Hatta geçen hafta Sinema Ekimi kapsamında Joan Baez’in yaşam hikayesini anlatan bir belgesel gösterildi: Joan Baez: I Am A Noise. İzleme şansım oldu. “Daha önce hiç hayatımı böylesine açmamıştım” diyen Baez filmde ilk defa sahne ve özel hayatından söz ediyor, Bob Dylan’la gençken yaşadığı birlikteliği, güzellikleri ve aynı zamanda duygusal ve psikolojik sıkıntılarını da ilk defa açıkça anlatıyordu…
-Tabii aslında hikâye çok uzun. Bu ilişkiyi “Romeo Julliet” aşkına benzetenler bile var. İlk tanıştıklarında Baez ünlü bir sanatçı, Dylan ise henüz yolun başında, ona ve sesine hayran. Baez bir anlamda onun elinden tutuyor, konserlerine davet ediyor, birlikte şarkı söylüyorlar, hatta onu seyircilere, “Yakında adını çok duyacağınız adam” diye takdim ediyor. Aralarında üç yıl süren bir ilişki başlıyor, müzik tarzları ve siyasi görüşleri uyumlu, birbirlerine ilham veriyorlar. Anladığım kadarıyla Dylan’dan kaynaklanan sorunlar nedeniyle ayrılıyorlar ki zaten kendisi de sonradan Baez’e kötü davrandığını kabul ediyor. Baez de uzun bir süre ona öfke ve kırgınlık duymuş. Ama sonuç olarak tarihe geçen bir aşk yaşamışlar.
-Sırada hangi şarkı var?
-Sıra sanıyorum Bob Dylan hayranlarının sabırsızlıkla beklediği şarkıya geldi. Blowin’ in the Wind. 1962 yılına ait bir beste, zamanın sınırlarını aşan unutulmaz bir şarkı. Yine insanın içindeki kötülüğü, vurdumduymazlığı ve ikiyüzlülüğü anlatıyor. Şarkıda insan haklarının çiğnenmesine ve silahlanma yarışına vurgu var. Mesela bir yerinde, mealen söylüyorum, “Bir insanın dünyada çok fazla ölüm olduğunu anlaması için daha kaç kişinin ölmesi gerekir” diye soruyor ve hemen ardından yanıtı veriyor: Cevap rüzgârda uçuşuyor, kaybolup gidiyor. Kısaca, insanoğlu acılara kafasını çeviriyor. Evet, bu şarkı Dylan’ın unutulmaz bir bestesi ama bir sürpriz yapalım ve madem Joan Baez’le ilişkisinden bahsediyoruz, ikisinin birlikte söylediği kaydı dinleyelim. Bob Dylan ve Joan Baez söylüyor: Blowin’ in the Wind.
-Gerçekten nefis bir şarkı. Bob Dylan konusunu kapatmadan önce sorayım, şu anda ne yapıyor?
-Aktif müzik yaşamına devam ediyor. 2020 yılında yeni bir albüm çıkardı ki bu 39. stüdyo albümü. Adı Rough and Rowdy Ways. Bu albüm çıktıktan sonra çok ilginç bir şey oldu. Albümdeki parçalardan birinin adı Murder Most Foul. Başkan Kennedy’e düzenlenen suikastla ilgili 17 dakikalık bir parça. Neden ilginç dedim? Çünkü bu parça listelerde bir numaraya kadar yükseldi ki ne kadar inanılmaz gelse de bu Dylan’ın 60 yıllık müzik hayatında daha önce görmediği bir başarı.
-Yeniden konumuza dönecek olursak… Siz uzun yıllar Moskova’da gazetecilik yaptınız. Hiç İsrail’e gittiniz mi?
-Aslında çok merak ettiğim bir ülke ama hayır hiç gitmedim. Çok fazla bilgim olmadığı için bir yorum yapmaktan da kaçınıyorum. Ama şöyle bir şey var. Uzaktan gördüğüm kadarıyla İsrail’i biraz Rusya’ya benzetiyorum…
-Hangi açıdan benzetiyorsunuz?
-Ukrayna savaşıyla ilgili programda da konuşmuştuk. Bir kere yanlış anlaşılmaması için baştan söyleyeyim, Rusya Ukrayna’yı işgal etmiştir. Nokta. Ben sadece Rusların ruh halinin de anlaşılması gerektiğini söylüyorum. Sürekli olarak Batı tarafından kuşatılan bir ülke. Tarihte başlarına da gelmiş, işgal edilmişler. Bu korku genlerine işlemiş. Rusya zaten bir Doğu toplumu. Bu korku çoğu zaman rasyonel düşünmelerini engelliyor. Yani Rusya’ya rasyonelite, akılcılık hâkim olsa Ukrayna’yı işgal etmeleri söz konusu bile olmazdı. Tekrar edeyim, bunları Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini haklı çıkarmak için söylemiyorum. Sadece Rusların ruh halini anlatmaya çalışıyorum. İsrail’i Rusya’ya benzettiğim nokta da bu zaten. İsrail de sürekli paranoya içinde yaşayan ve akıl sınırlarını aşan bir devlet.
-Programımızın yavaş yavaş sonuna geliyoruz. Sırada Bob Dylan’ın “Just Like a Woman” şarkısı var. Dylan’ın bu şarkıyı Joan Baez için bestelediğini söyleyenler var. Bu arada bir not: Şarkının sözlerini cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı yaptığı gerekçesiyle eleştirenler olmuş. Just Like a Woman…
-Babil’den Sonra’nın Bob Dylan’ın unutulmaz şarkıları eşliğinde İsrail-Filistin savaşını konuştuğumuz bölümünün sonuna geldik. Babil’den Sonra’nın program kayıtlarına programın Youtube kanalından ulaşabilirsiniz. Kanalın kapak fotoğrafının hemen altında program arşivinin linki var. Babil’den Sonra’yı Instagram, FB ve Twitter hesaplarından da takip edebilirsiniz.
Haftaya çok sevdiğim iki müzisyen arkadaşım program konuğum olacak: Ceren Tügen Akdeniz ve Çetin Akdeniz. Sevgili Ceren ve Sevgili Çetin Hocam aynı zamanda Açık Radyo’nun program destekçileri. Birkaç ay önce evlendiler ve nikah törenlerinde davetlilere nikah şekeri vermek yerine programcılarımızı desteklemeyi tercih edip, radyomuzun 57 Dönem Program kitapçığını verdiler. Haftaya pazartesi programda Sevgili Ceren ve Sevgili Çetin hocamla keyifli bir muhabbet yapacağız ve onların sazından- sesinden birbirinden güzel türküler dinleyeceğiz.
Cenk Bey savaş muhabbetleri pek keyifli olmasa da sizinle program yapmak çok güzel, çok keyifli. Umarım gelecekte daha çok müziği- barışçı siyasetleri konuştuğumuz programlar yaparız. Bir kez daha çok teşekkür ediyorum. Dylan’ın hangi şarkısıyla programımızı kapatıyoruz?
-Bana birlikte program yapma imkânı sağladığınız için teşekkür ederim. Bu arada söyleyeyim, bir sonraki program için aklımda rock tarihine geçmiş gitar ya da bateri sololar var.
– Tamam. Yeni yılda yapalım mı? Yıl sonuna kadar hep konuklu programlarım olacak. Bu yıl için sözleştiğimiz müzisyen arkadaşlarım var. Yeni yıla sarkmasınlar istiyorum. Bir de Karayip Denizinde yelken açan Türkiyeli iki denizci arkadaşım var. Bu yıl Ocak ayında Atlas Okyanusu’nu 12 metrelik bir tekne ile 24 günde yelken seyriyle, tek başına geçen ilk kadın denizcimiz Başak Mireli ve eşi Ömer şu an Trinidad Adası’ndalar. Panama Kanalı’ndan geçip Pasifik’e çıkmadan programı yapalım istiyorlar.
– Tamam. Bugün Babil’den Sonra’da hep eski şarkılar çaldık. Son parçamız 2020’de çıkan albümden olsun. Bob Dylan söylüyor. False Prophet (Sahte Peygamber)
– Programı teknik masada sizlere ulaştıran Sevgili Andrei Gritsku’ya çok teşekkür ediyorum.
Haftaya Pazartesi 13:00’da 95.0 Açık Radyo’da yeniden buluşabilmek dileğiyle hepinize gönlünüzce yaşayacağınız, güzel bir hafta diliyorum. Hoşça kalın
-Hoşça kalın…