Uzay çağında yaşayıp ve bilimin ışığında ilerleyen uygar bir topluluk olma yerine adına özgürlük ve demokrasi denilerek bir başörtüsü ile insanların kandırılabilmesi… Düşüncenin ışığında başkaldıranların ise devletin organları kullanılarak susturulması… Oysa o kuruluşlar toplumu korumakla esenliklerini sağlamakla görevli olduklarının bilinciyle gelenler, ne yaman çelişki!..
İslamiyet öncesi Arap toplumunda istenmeyen kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu. Kadın köle olarak alınıp satılıyordu. Erkekler istedikleri kadar kadını nikâhına alabiliyordu. Sonra canı isteyince sanki bir kedi yavrusunu sokağa bırakırcasına evinden atabiliyordu. Yani kadın resmen bir eşya statüsündeydi. Müslümanlıkla birlikte kadın, kısıtlı haklar bahşedilerek insan statüsüne kavuşmuş oldu. Ama maalesef Arap toplumunda kadının ikinci sınıf muamele görmesine neden olan o kökleşmiş yapı yüzyıllar geçse de bir arpa boyu yol almış değil…
İran’da genç bir kız saçının görünmesi bahane edilerek toplum muhafızları tarafından öldüresiye dövülmesiyle hayatını kaybettiğini duymayan yoktur. Bu olayın perde arkasında her ne var ise bilmiyorum; sonuçta genç bir kadının pisipisine öldürülüşü, binlerce yıldır artık kemikleşmiş, hatta çelikleşmiş yapının uzay çağı demeyip kültür olarak yerinde saydığını tüm dünyanın gözünün içine sokarcasına tarihe kara bir gerçek olarak kayda geçtiğidir. Sonrasında kadınlar ilk kez sokaklarda baskı rejimine karşı isyan seslerini çıkarabildiler. Ama hani şu bilgisayar oyunlarındaki gibi en güçlü silahları kuşanıp çevrelerinde silahsız, kendi halinde duranları katledip sonra sözde kazanan oyuncular misali devlet; savunmasız halka o güçlü silahlarıyla gözdağı verecek, kadınlar da ellerinden ne geliyorsa onu yapacak ve görünen o ki ya canlarıyla ya da hapsedilerek bedel ödemek zorunda bırakılacaklar. Bu başkaldırının başarılı olabilmesi için kökten yani dipten tüm kadın ve erkek halkın bu düzene hayır diyerek sesini çıkarması ile ancak sonuç alınabilir. Binlerce yıllık bir düzeni alaşağı edebilmek için cesur, kararlı, ileriyi görebilen, dâhi bir lidere ihtiyaç var. Ve bu önder işte bizim başımıza 100 yıl önce geldi.
Aslında ülkemizin kurucusu Atamız, Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı aynı kara gerçeklerle bizler de boğuşuyor olacaktık. Çünkü Osmanlı toplumunda Arapların İslam dünya görüşü egemendi. Biliyorsunuz Osmanlı padişahı halifelik makamını elinde tutarak Müslüman halkların üzerindeki hükümranlığını korumuş oluyordu. Osmanlı’da da eğitim ve hukuk Arap-İslam dünyasına göre şekillendirilmişti. 19. yüzyılda bile İstanbul’da kadınların köle olarak eşya gibi alınıp satıldığı resmi şekilde çalışan pazarların varlığı biliniyor. O pazarlardan alınan kadın köleler padişah sarayına, devlet erkânı kişilerin, şeyhülislamların, kadı askerlerinin konaklarına, yalılarına, köşklerine gönderiliyorlarmış. Bir nevi köle kadınlar devletin başındakiler tarafından aralarında birbirlerine hediye olarak verilen eşyalar gibiymiş…
Hür olarak tanımlanan kadınlar ise ne kadar hürmüş sizce?
Erkeğin birden çok kadınla evlenebildiği, istediği zaman karısına boş ol kelimesiyle tek taraflı boşanıp başka kadını rahatlıkla alabildiği… Görücü usulü ile kadının isteği dışında gerçekleşen evliliklerin yaşandığı… Kız çocuğunun erkek kardeşine göre baba mirasından yarım hisse alabildiği… Ancak iki kadının şahitliğinin tek kişiye denk olabildiği hürlüktelermiş… Kız çocuklarının okula gönderilmemesi, okul dediğime bakmayın, dini eğitim veren sadece dua ezberletilen yerlerden bahsediyorum. O okullara bile bazı kız çocuklarının 7-8 yaşına kadar gönderilip sonra erken yaşlarda evlendirilmeleri özgürlükleriymiş… Sadece belirli bir avuç zümre, onlarda saray içi ve çevresinde yaşayan, ayrıcalıklı kadınlar, özel öğretmenler ile eğitim alabilmişler. Kılık kıyafet, sokağa çıkma, yaşam tarzlarından bahsetmiyorum ki herkes az çok biliyor zaten… Ve bu düzen 20. yüzyıla kadar böyle devam etmiş. Tanzimat döneminde özgürlükçü akımlar sayesinde kadının yaşamı bir parça iyileştirmelere gidilmiş olsa da lakin o kemikleşmiş yapı asla kırılamamış, ta ki Atatürk’ün devrimci karakter yapısıyla karşılaşıncaya dek…
Ve hepimizin bildiği gibi Atatürk’ün kurduğu çağdaş Cumhuriyet Türkiyesi’nde din ile devlet işleri laiklik temeli ile birbirinden ayrıldı. Kadın ve erkek Medeni Kanun ile hukukta eşit şartlara sahip oldular. Aynı şekilde eğitimde koşullar terazinin iki kefesi gibi dengelendi.
Böyle bir önderin açmış olduğu yolda, kurduğu ülkede Cumhuriyet kadını olarak doğmayı çok büyük şans olarak görüyorum. Her ne kadar Atatürk’ün vefatından sonra gelen iktidar ve çevreleri Türk toplumunu dinsel sömürülerden koruyamamış olsalar da… Atamızın öncülüğü ile doğan çağdaşlaşma ışığımız söndürülmeye çalışılsa da… Ve Batı’yı taklit ederek onlara uşaklık edenler ile Arap kültürünü yaygınlaştırmaya çalışanların kötü niyetleri nesillerimizi kültür ayrışmasına sürüklemiş olsa da…
Bu topraklar üzerinde yaşayan güzel insanların köklerinde kadın erkek eşitliği, iş birliği genleri var. Bu gerçek asla değiştirilemez.
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.