Deniz kenarındaki kahvaltı mekanlarından birinde oturmuş uzaklara bakıyordu, köprüyü her zamankinden farklı bir tonda aydınlatan güneşin parlaklığı yüzüne vurmuştu.
Önünde mis gibi İstanbul Boğazı, peş peşe süzülen yelkenliler, devasa konteyner gemileri, Boğaz vapurları, balıkçı tekneleri cirit atıyor ama o bunların hiçbirini görmüyor gibiydi. Biraz sonra bir sigara yaktı, Boğaz’ın esintisiyle savrulan duman genç kızı da oradan oraya savuruyor gibiydi ama o denize doğru bakmayı sürdürüyor, bir kez olsun başını soluna çevirip insanların olduğu yere bakmıyordu.
Kadın garsonlardan en güler yüzlü olanı üçgen şeklinde dilimlenmiş, nar gibi kızarmış tostun yanında yeşillikler, minik domateslerle dolu kahvaltı tabağını kızın masasına koydu, yanına da kıpkızıl demli bir çay bıraktı. Kız kahvaltı tabağına yan gözle şöyle bir baktı, çayından bir yudum aldı, bir sigara daha yaktı.
O sırada yan masadaki orta yaşlı kadın bir taraftan genç kızı izliyor bir taraftan da, “Boğaz’ı gören bir evde otursam, bütün günlerimi gemileri, dalgaların üzerinde dans eden küçük kayıkları, sesleri çirkin ama kendileri güzel bembeyaz martıları seyrederek geçirsem, hiç evimden çıkmasam” diye geçiriyordu içinden. Beynindeki şarkı da bütün bunlara eşlik ediyordu. “Sen geçerken sahilden sessizce, gemiler kalkar yüreğimden gizlice.” Bir süredir hemen her cumartesi sabahı bu sevimli kahvaltı mekanına geliyordu. Yine güzel bir gündü; Boğaz, Teoman, kedi, güneş, çay, dalga. Hayat güzeldi işte, uzun süredir bu denli mütevazı bir mutluluk yaşamamıştı.
Güzeldi, siyah kısa saçları rüzgarda hafifçe uçuşuyor, burnundaki minik hızma sigarasından nefes çektikçe aşağı yukarı oynuyordu. Yüzünde bir yandan gençliğine hiç yakışmayan hüzünlü, diğer yandan da tam da gençliğe dair pervasız bir ifade vardı. Çayından bir yudum daha aldı, kahvaltı tabağına baktı.
Orta yaşlı kadın bir ara, “Hah, keyfi yerine geldi galiba, şimdi gülümseyecek” diye geçirdi içinden ama kızın yüzünde en ufak bir gülümseme ifadesi göremedi. İnsanı baştan çıkaracak derecede güzel bir güne rağmen genç kız hiç oralı olmadan uzaklara bakmaya devam ediyordu.
O sırada gezi tekneleri art arda vapur iskelesinin yan tarafına yaklaşıyor, onları bekleyen adamların uzattığı yiyecek dolu kasaları alıp, hiç yanaşmadan hızlıca kıyıdan uzaklaşıyorlardı. Teknenin içindekiler belli ki o günün tadını çıkarmaya kararlılardı, dans ediyor, birbirlerinin fotoğraflarını çekiyor, bazıları da güneşleniyordu.
Kediler bile o güzel günün hatırına insanları rahatsız etmemek için masalara yaklaşmıyor, kendi aralarında oynaşıp duruyorlardı. Bu mevsimde böylesine ısıtan güneşin hasretini uzun bir süre çekebilirlerdi. Ara sıra midelerine birkaç balık artığı girer umuduyla sekiz on kayığın ancak sığabildiği balıkçı barınağının etrafında dolanıyor, sonra tekrar taşlara yatıp güneşe karşı uzun uzun geriniyorlardı.
Orta yaşlı kadın, garsonun genç kızın masasına doğru yöneldiğini fark etti. “Canım, soğumuştur o, sana yenisini getirdim” dedi içten bir gülümsemeyle. Gözlerini açarak genç kızdan benzer bir tepki almayı bekledi ama o belli belirsiz başını salladı sadece. Garson alınmadı, belli ki fazlasını beklemiyordu, masadan uzaklaştı. Genç kız tabağındaki üçgen tost diliminden küçük bir parça ısırdı, sıcak çayından bir yudum aldı, yeni bir sigara yaktı. Kız ısrarla denize doğru bakmaya devam ediyordu, başını sola, insanların olduğu yöne katiyen çevirmiyordu. Orta yaşlı kadın kızın yüzünü ara sıra profilden görebiliyordu, birden gözünde birkaç damla yaş fark etti.
“Kim bilir neye üzülüyor” diye aklından geçirdi kadın, “Çok genç, kesin aşk meşk durumlarıdır” diye söylendi kendi kendine, “Başka ne olur ki?” Genç kız birden ayağa kalktı, kül tablasında hızlı hızlı sigarasını söndürdü, bir taraftan da son çektiği nefesin dumanları çıkıyordu burnundan. Tosttan aldığı bir ısırık hariç kahvaltı tabağı olduğu gibi duruyordu, bir de çakmağı kalmıştı masanın üzerinde.
Kız apar topar masadan uzaklaştı ve restoranın kapısında hesabı çabucak ödeyip gözden kayboldu. Bütün bunlar o kadar hızlı olmuştu ki, orta yaşlı kadın hâlâ çakmağa bakıyordu, kızın geri dönüp çakmağı almasını bekliyordu, şaşırmıştı, kız dönmedi.
Biraz sonra garson kadının olduğu masaya geldi, sanki hissetmişti kadının bütün bu olanları anlamaya çalıştığını. “Bir iki haftadır her gün geliyor, kahvaltı tabağı ısmarlıyor, sadece sigara içiyor, ağlayıp ağlayıp kahvaltısına dokunmadan gidiyor. Konuşmaya çalıştım ama beceremedim, her ne derdi varsa artık…” dedi. Bu kadına çok dokunmuştu, “Canım benim” diye mırıldandı, içi acımıştı gerçekten.
O gün buruk bir keyifle ayrıldı sahilden, bir sonraki cumartesiyi iple çekerek, bakalım garson bir şey öğrenebilecek miydi kızdan o hafta.
Bir sonraki cumartesi Boğaz özleminin yanına bir hafta öncesinden kalan merakını da ekleyerek koştu sahildeki çay bahçesine kadın. Genç kız yoktu, geçen haftaki garson o gün izinliydi, kadın kısa süreli bir şaşkınlık yaşadı. “Saçmalama!” dedi kendi kendine, “Hayat kafanda yarattığın senaryoya göre akmaz.”
O gün başka bir garson servis yapıyordu kadının masasına, kızı tarif edip ona sordu gelip gelmediğini. Garson kayıtsızca, “A evet, o kız bir iki gün geldi, ağlayıp ağlayıp gitti. Belki gelmiştir sonra da, bilmiyorum, fark etmemiş de olabilirim.” Orta yaşlı kadın kızgınlıkla söylendi kendi kendine, “Ne demek fark etmemek, nasıl bir insansın sen?”
Bir taraftan hayatı büyük bir iştahla yaşaması gereken yaşta bir kızı ağlatan bilinmeze kızıyor, diğer taraftan da kendinden utanıyordu o sırada hayattan aldığı keyiften.
Bu cumartesi eli boş dönmüştü sahilden ama bir sonraki cumartesiyi beklemeye kararlıydı kadın. Bu hikâyenin bir sonu olmalıydı.
Bir sonraki cumartesi hava biraz serinlemişti hatta yağmur atıştırıyordu ara ara, ama vazgeçmedi kadın, doğruca sahilin yolunu tuttu. Kız yoktu ama geçen hafta gelmeyen garson bu hafta oradaydı, için için sevindi kadın, “Belki kızın öyküsünü öğrenmiştir” diye geçirdi kafasından.
Garson da kadını görünce gözleri parladı, hemen masaya geldi. “Size haberlerim var” dedi ama kadın tam kestiremedi haberlerin iyi mi kötü mü olduğunu. “Müşteri yoğunluğu biraz geçsin geleceğim masanıza” dedi.
Kadın heyecandan kahvaltıyı unutup sade bir Türk kahvesi istedi. Kahvesini yudumlarken gözü denizdeydi, hava serinlese de boğaz yine aynı şahanelikteydi ama bu kez de kadının gözü bütün bu güzelliği görmüyordu.
Garson heyecanlı heyecanlı kadının masasına geldi ve anlatmaya başladı. “O kız her gün geldi ve her gün aynı şeyler yaşandı, bir iki kez konuşmaya çalıştım, nuh diyor peygamber demiyor, artık benim içim erimişti üzüntüden. Bir gün baktım geldi bu yine, gördüm ki aynı şeyler tekrar yaşanacak, o gün hava yağmurlu müşteri de yok etrafta, hemen oturdum karşısına. Bana bak dedim, hiç başlama, ya bana anlat derdini derman olmaya çalışayım, olamasam da paylaşıp hafiflersin ya da git başka yerde ağla, yüreğim dayanmıyor, garsonuz diye duygusuz değiliz ya… Kız şöyle bir irkildi, şaşkınlıktan mıdır şoktan mıdır nedir kelimeler ağzından dökülüverdi.”
Orta yaşlı kadın önce kızdı garsona, ne hakkı vardı kızı oradan kovmaya, sonra da ona hak verir gibi oldu. Her gün yaşanan bu ritüel bir tür ızdırap haline gelmişti onun için. Zaten bir önceki hafta sonu da onun için izin almıştı patrondan, artık içi dayanmıyordu, hiç olmazsa bir iki gün kızı görmem biraz içim soğur diye düşünmüştü herhalde, izin sonrası ilk gün de bu olay yaşanmıştı.
Garson o sırada yan masaya çay servisi yapıp tekrar geldi kadının masasına, devam etti anlatmaya. “Kız evde üvey baba tacizine uğruyormuş, annesine söylemiş ama inanmamış annesi, babası çoktan ölmüş, kız günlerdir perişan bir halde debelenip duruyormuş. Gazetelerdeki benzer haberleri okuyup kaderlerine terkedilen genç kadınları görünce iyice çıkmaza girmiş. Evden de ayrılamıyor, başka kalacak yeri yok.”
Garson yan masaları gözüyle kolaçan edip devam etti. “Ben annemle yaşıyorum, o gece işten çıkıp eve gittiğimde anneme anlattım hepsini, dedim ben dayanamıyorum bu kız bizde kalsın. Annem klasik bir tepkiyle olur mu öyle şey, hırlı mıdır hırsız mıdır nereden bilelim dedi. Yarın akşam bize yemeğe davet edeceğim, gelir mi gelmez mi bilemem, oturur sohbet ederiz dedim, kıza da biraz değişiklik iyi gelir. Annem yarım ağızla kabul etti.”
Garson ertesi sabah mekana gittiğinde kız yine gelmiş aynı masada oturuyormuş ama garsona mı öyle gelmişti bilinmez, sanki biraz rahatlamış görünüyormuş. Kız önce şaşırsa da biraz tereddütlü kabul etmiş garsonun teklifini, hiç olmazsa kafam dağılır diye düşünmüş belli ki.
Müşteriler çoğalınca peş peşe gelen siparişler yüzünden garson masadan ayrılmıştı, orta yaşlı kadın merakla bekliyordu hikayenin sonunu.
Hah gelmişti garson sonunda, kadın heyecanla, “ Hadi anlat sonra ne oldu?” diye sordu. Garson nefes nefese,” Ayrıntıları haftaya konuşuruz, o gece geldi bize, yemek yedik, sohbet ettik, annemle bir muhabbet bir muhabbet, ben de öylesini beklemiyordum. Üniversitede fizik okuyormuş, üçüncü sınıfta, Rusya’da doğmuş, ilkokulu ve ortaokulu Rusya’da okumuş. Bir tercüme bürosuna bağlı Rusça çeviriler yapıyormuş, bir iki tane Rus edebiyatından da çevirmiş ama edebi çeviri konusunda kendine pek güvenemiyormuş henüz.”
Garson devam etti, “Kız gittikten sonra annem hemen o kızı eve getiriyorsun bizde kalacak bundan sonra, benim gönlüm razı değil bu kızın ortalarda perişan gezmesine dedi. Şimdi bizde kalıyor, üçümüz yaşayıp gidiyoruz işte, o da kurtuldu ben de kurtuldum her hafta aynı ızdırabı yaşamaktan” dedi ve hızla uzaklaştı masadan.
Orta yaşlı kadın derin bir “oh” çekti, iyi ki gelmişti bu hafta, hüzünlü cumartesiler sona ermişti. Bundan sonraki cumartesilerde aklında o kız, yüreğinde umut, gökyüzünde güneş, yüzünde rüzgar, dilinde Teoman’ın şarkısı olacaktı. “Sen geçerken sahilden sessizce, gemiler kalkar yüreğimden gizlice.”
Deniz Ersoy (mahlas)
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.