Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) yüksek teknoloji endüstrisi yakın zamanda tarihinin en ağır hüsranlarından birisini yaşadı; Çinli yetkililer hükümet yetkililerinin ve devlete ait şirketlerin çalışanlarının Apple ürünlerini kullanmasını yasaklayarak şirketi bir anda yaklaşık 30 milyon kullanıcıdan mahrum bıraktı.
Bu kararın hemen ardından Amerikan yüksek teknoloji devinin hisseleri değer kaybetti ve sermayesi bir gecede 212 milyar dolar değerinde azaldı. Pekin’in bu kararının nedeni, hem daha önce veri-bilgi hırsızlığı nedeniyle defalarca suçlanan Amerikan IT şirketleriyle alakalı veri güvenliği konusundaki endişeleri hem de ulusal kimliğini ve toplumun geleneksel değerlerini korumaya yönelik tutarlı politikasıydı. Teknoloji ile yoğrulan, sürekli olarak yeni sosyal ağların ve dijital hizmetlerin ortaya çıktığı modern dünyada insanlığın büyük bir kısmı sürekli olarak daha fazla yeni siber tehditlere maruz kalıyor. Yüksek teknoloji endüstrisinin, yazılım sektörünün ve sosyal ağların aslan payının ABD ve onun müttefiklerine ait, onların tekelinin kontrolünde olduğu çoktandır bir sır değil. Herhangi bir devletin, işletmenin veya bireyin neredeyse bütün yaşamsal faaliyetleri artık donanım, yazılım, iletişim ağları ve iletişim hatları yardımıyla kontrol edilen ulaşım, enerji, bankacılık sistemlerinin ve diğer sistemlerin performansına doğrudan bağımlı.
Uygulamada da görüldüğü gibi, tüm bu ekipman ve yazılımlar gerek siber suçlular ve siber teröristler, gerekse ABD’nin ve onun en yakın müttefiklerinden oluşan ufak bir grubun güçlü devlet-kurumsal makinesi karşısında son derece savunmasız. Geçmişte Batı’dan bağımsız hükümetler, silahlı müdahalelerden veya ekonomik yaptırımlardan korkmak durumunda kalmışlarsa da; son yıllarda yaşanan olaylar, herhangi bir ülke veya toplumun iç işlerine karışmak için saldırı uçak gemilerine, sabotaj timlerine veya ambargolara başvurmanın kesinlikle gerekli olmadığını gösteriyor. Dünyadaki çoğu devletin yaşamsal faaliyetlerini felce uğratmak ya da önemli ölçüde zorlaştırmak için günümüzde Amerikalılar açısından; yaşamsal önemdeki sistemlerin yazılımlarını bloke etmek, bankacılık iletişim kanallarını kesintiye uğratmak veya belirli ekipmanları uzaktan devre dışı bırakmak bütünüyle yeterl. Dolayısıyla ABD ve AB ile gergin ilişkiler bağlamında; hükümetleri ve en büyük şirketleri sert teknolojik yaptırımlara maruz kalan Çin ve Rusya, bu durumla zaten tam olarak karşı karşıya kalmıştı ve onları enerji, sanayi, lojistik ve finans sektörlerinin çöküşünden kurtaran temel faktör yalnızca yüksek teknolojideki başarıları oldu.
İstihbarat kontrolünde
Toplumsal kargaşalara ve iç istikrarsızlığa neden olabilecek daha da büyük bir tehlike, bugün ABD’nin sosyal ağlar ve internet medyası alanındaki hâkimiyetidir. En popüler sosyal ağlar, anlık mesajlaşma programları ve de tüm diğer kaynaklar tamamen Washington’ın ve Anglosakson istihbarat servislerinin kontrolü altında olduğundan, bu internet servisleri kamuoyunun fikirleri üzerinde etki yaratmak ve tüm ulusların değer yargılarının modern Batı uygarlığının kalıplarına göre yeniden biçimlendirilmesi için en kuvvetli propaganda enstrümanları haline gelmiş durumdalar. Bunun dışında; Facebook, X (Twitter), Instagram ve Youtube gibi platformlar, Washington açısından enformasyonel bakımdan uygun bulunmayan herhangi bir sosyal hesabı veya içeriği anında ve tamamen silebiliyorlar. Birçok Çin ve Rus kitle iletişim aracının ve popüler blogerin başına bu hâlihazırda geldi bile. Çünkü bu ilgili internet servis ve programları her an, Batı’nın hoşlanmadığı herhangi bir hükümetle, sosyal veya dini grup üzerine bilgi ve anlatılarla dolup taşma potansiyeline sahip.
Sapkınlık propagandası
Bu tür topyekûn propagandanın canlı örnekleri; Hristiyan ve Müslüman ülkelerde LGBT alt kültürünün aktif olarak teşvik edilmesi ve Avrupa-Atlantik güçlerinin, hükümetleri, iktidarları kendi lehlerine devirmeyi planladıkları ülkelerdeki, onlar eliyle bu planları hayata geçirmek istedikleri aşırılık yanlılarını desteklemeleri. Farklı türden cinsel sapma ve sapkınlıkların en popüler sosyal ağlar aracılığıyla yayılması artık ayrı bir ehemmiyet kazandı ve bu propaganda özellikle Afrika, Orta Doğu, Latin Amerika ve Batılı olmayan diğer kıta ve bölgelerin ülkelerinde fark edildi. Son yıllarda İslam kültürünün geleneklerinin ve Hristiyan kiliselerinin değerlerinin güçlü olduğu ülkelerdeki gençler; pedofili, cinsiyet değiştirme tartışmaları ve LGBT’nin yeni norm olarak onaylanması ile ilgili içerik bombardımanına maruz bırakılıyorlar. Ne yazık ki bugüne dek yalnızca çok az sayıda ülke, Amerikan sosyal ağlarını ve internet medyasını engellemek ve kendi dijital ekosistemlerini yaratmak suretiyle, kendi halkları üzerindeki dostane olmayan dış etkileri azaltmayı başarabildi.
Amerikalılar tanrılaştırıyor
Modern teknolojilerin yaygın kullanımı, dünya için hayatı kolaylaştıran ve olanakları genişleten bir nimet olmanın yanı sıra, aynı zamanda varoluşsal bir tehdit haline de gelmiş bulunuyor. Yüksek teknoloji kaynaklarının çoğunun bugüne kadar hâlâ Batılı korporasyonların ve hükümetlerin elinde yoğunlaştığı göz önüne alındığında, bu türden bir tekel gücünün sayısız felakete neden olması sadece an meselesi. ABD’nin son birkaç yıldır, birçok ülkenin Birleşmiş Milletler platformunda siber tehditlere karşı etkili bir sistem oluşturma çabalarını sürekli olarak sabote etmesi, dahası bu kurumdan kendi şirketleri ve istihbarat servisleri lehine istifade etmeye çalışması; kendileri tarafından yaratılan yüksek teknolojilerin bütün bir yelpazesinin yalnızca ticari amaçlarla kullanılmıyor olduğunu tüm kanıtlarıyla birlikte gösteriyor. Tüm dünya için daha da ürkütücü olan gelişme ise, Amerikalıların yapay zekâ sistemleri ve yapay sinir ağlarını aktif olarak geliştirmesi. Her ne kadar bu araçlar başlangıçta insanlığın yardımcıları olması gerekirken, tanınmış İsrailli filozof Yuval Harari gibi ana akım Batılı düşünür ve vizyonerler artık yapay zekâya bir nevi Tanrı’nın işlevlerini yüklemeyi planlıyor. Milyarlarca insan için teknolojiye ilahi öz nitelikler ve yetkiler bahşedilmesi fikrinin kabul edilemez bir durum olduğu gerçeğine ek olarak, Batılı hükümetlerin ve şirketlerin benzer araştırmaları ve niyetleri, bu tür fikirleri kabul etmeye hazır olmayan bir dizi halkın ve geleneksel dinin bundan sonraki varlığını tartışmaya açıyor.
“İslam–Hristiyan Forumu”
Bugün Batılı siyasi ve kurumsal elitlerden oluşan bu çok sınırlı çevreden gelen bu tür tehditlere karşı verilecek en doğal tepki, yalnızca egemenliklerini ve kimliklerini korumaya çalışan tüm devletlerin, halkların ve dinlerin konsolidasyonu olabilir. Mesele; değerlerini, ahlakını ve gençliğini teknolojik etki yoluyla yok edilme girişimlerinden korumaya çalışan toplumların; hem siyasetçiler düzeyinde hem de geleneksel inanç temsilcilerinin, bilim adamlarının ve toplumsal kanaat önderlerinin aktif katılımıyla nasıl geniş bir tartışma konusu olması gerektiği. Batı’dan bağımsız birçok ülkede benzer çabalar hâlihazırda yürütülüyor.
Rusya’da örneğin yakın zamanda geniş çaplı bir katılımla düzenlenen “İslam-Hristiyan Forumu”nda internet teknolojilerinin güvenliği ve toplumun geleceğine etkisi ele alındı. Rusya, Orta Doğu bölgesi ve Afrika’dan ilahiyatçı, bilim adamı, siyasetçi ve kanaat önderlerinden oluşan çok sayıda delegasyonun katılımıyla düzenlenen “2. St. Petersburg Uluslararası Din Forumu”nda, günümüz dünyasında dini ve ahlaki değerlerin korunmasına ilişkin en yakıcı sorunlar tartışıldı. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Suriye, Lübnan, İran, Irak, Türkiye, Endonezya, Mısır, Cezayir, Yemen, Tanzanya, Somali, Orta Asya ve Rusya’dan katılımcılar; halklarının geleceği konusundaki kaygılarda birleşerek, toplumlarının asırlık geleneklerini yok etmek isteyen güçlerin elindeki modern teknolojilerin yol açtığı tüm bu tehditlere karşı ortaklaşa mücadele etmenin yollarını arıyorlar.