Ben orta yaşlı bir insanım, bu da beni 12 Eylül öncesi kuşağı yapıyor. Elbette zaman içinde biz de gelişip değiştik ama bugünkü kuşağa göre belirgin farklılıklarımız var. Söylediğim sağcı veya solcu olmakla ilgili bir durum değil, daha çok içinde yaşanılan toplumla olan ilişkideki temel motivasyonla ilgili.
Bizim kuşağımız politik, yaşadığı toplumun dinamiklerini anlamaya çalışan, gerektiğinde bu dinamikleri değiştirmek için bireysel olarak aksiyon almaktan kaçınmayan bir kuşaktı. Öyle de davrandık, davrandılar ancak bu tavır büyük acılara ve toplumsal yıkımlara neden oldu. Çünkü bu “biz toplumu değiştirebiliriz” egosu kontrolü kaybetti ve Türkiye’nin jeopolitik konumu nedeniyle istismar edilerek toplumu 12 Eylül’e ve tamamen apolitik, duyarsız, bireysel çıkar peşinde koşan bir toplum mühendisliği projesine götürdü. Bu proje çok başarılı bir şekilde işledi, sonuçta bugünlere kadar geldik.
Gerek politik ve ilgili olmanın getirdiği yıkıcı bireysel sonuçlar, gerekse 12 Eylül sonrası toplumu apolitize etme politikası, içinde yaşadığı topluma tamamen duyarsız, bireysel çıkar peşinde koşan, Makyavelist ve ilkesiz kuşaklar yarattı. Ancak aynı bizim kuşağımız gibi bu kuşak da kontrolü kaybetti ve yaşanan ilkesizlikler yumağı toplumu tehdit eder hale geldi. Şimdi 12 Eylül gibi olmasa da ona benzer bir eşiğe geliyoruz.
Bu yeni eşikte aşırı bireyciliğe ve ilkesizliğe karşı toplumsal bir tepki yükseliyor, normalde bu tepkisini “sol” eğilimli olması beklenir çünkü aşırı bireyciliğin ürettiği müthiş zenginliğin yanında tamamen yoksulluğa batmış bir toplum kesimi oluştu. Ancak 12 Eylül sonrası solun Kürt milliyetçiliği ile özdeşlemesi ve içinde yaşanan durumu anlamayıp tamamen eski kafalı bir yol izlenmesi, solu toplum gözünde marjinaleştirdi. Yükselen tepki Türklerin tarihinde belirleyici olan etnik kimlik-din arasındaki bir çatışmaya dönüyor.
Bu aslında yeni bir durum değil: Türkler Müslüman olduğundan beri süren bir çatışma çünkü Türk kültürü çok dominant ve güçlü, ayrıca asırlar boyu süren göç ve savaşlar bu kültürü toplumsal bir bilinçaltı kavram haline getirmiş, farkında olmasak da en solcularımızda bile milliyetçi refleksler var. Türk ve İslam arasında ilişki Türklerin egemen olduğu alanlara göre yakınlaşmış ve uzaklaşmış.
Örneğin Selçuklu ve Osmanlı’nın gelişme döneminde Türklük daha belirleyici iken imparatorluk döneminde din daha belirleyici olmuş ve Türkiye Cumhuriyeti de bu Türk kimliğini temel alan bir egemenlik yapısı kurmuş. Ancak daha sonra bu egemenliğin tepeden aşağı doğru kurulması nedeniyle mağdur olduğunu düşünen ve devletin resmi politikası ile ayrışan kesimler “yeraltı”nda yaşamış. Bu öteki olmanın yarattığı dayanışma duygusu ile önemli bir güç haline gelip iktidarı ele geçirdiler.
Şu anda da Türklerin gündemini belirleyen şey din ancak her etki tepkisini içinde yaşatıyor. Yeni dönemde hegemonya altına alınmak istenen Türk kimliği her zaman olduğu gibi bu boyunduruktan rahatsız ve inanılmaz bir milliyetçi tepki yükseliyor. Ancak bu milliyetçi tepki bildiğimiz yeşil milliyetçiliğin ötesinde daha modern, daha çağdaş, daha laik. Şu anda yaşadığımız süreç yeşil milliyetçiliğin kentli milliyetçiliğe dönüşme süreci.
Türkiye’nin önümüzdeki 50 yılını büyük olasılık milliyetçi bir çizgi belirleyecek, bu milliyetçiliğin ne kadar sert veya ılımlı olacağını gelişmeler gösterecek ama özellikle göçmen politikası çok sert bir milliyetçi dönem yaşayacağımıza işaret ediyor olabilir.
Bu anlamda iktidarı da anlamak mümkün değil çünkü göçmen politikası aslında kendileri için en büyük tehdit.
İYİP’in seçimlere ayrı katılma kararını da ülke için doğru değil ama politika için mantıklı buluyorum.
Şu anda AKP’yi iktidardan indirecek tek siyasi akım kentli milliyetçilik ve onu da İYİP temsil ediyor. Ancak onlar da konuyu tam anlamış değil, hâlâ eski Türkiye’de yaşadıklarını düşünüyorlar, dini öne çıkardıkları dönemler oluyor ama bu onlar oy kazandırmıyor, aksine engelliyor. Bu gelişmeyi tespit ettiysek eğer, İYİP’in CHP ve DYP hatta Gelecek, Deva ve Saadet’in içinde bulunduğu bir ittifakta yer alması seçmenin partiyi tercih etmesine engel oluyor.
Cumhuriyet ekonomik olarak müthiş bir gelişme yarattı ve Türkiye şu anda doğru politikalarla rahatlıkla dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olabilir. Asıl problem kültürel gelişmenin bu kadar hızlı olmaması, doğası gereği olamıyor, fiziki altyapı gibi parayı verip değiştiremiyorsunuz. Türkiye’nin modern bir toplum olması için kültürel gelişimini tamamlaması gerekiyor. Çok uzun zaman kaldığını sanmıyorum ama bir 25-30 yıldan önce mümkün olmayacak gibi çünkü ağır bir milliyetçi dönem yaşayacağız ve ondan sonra toplum ılımlı ve hoşgörülü bir çizgiye gelecek; yani önümüzde sıkıntılı yıllar var.
Bence bu durumda CHP’ye oy vermemek en büyük muhalif tavır çünkü toplumdaki hiç bir gelişmeyi temsil etmiyor. CHP’nin var olduğu her siyasi resim ülkenin ileriye doğru ilerlemesini engelliyor. Çağdaş bir sol partinin bu şartlarda kendini topluma anlatması da zaman alır.
Önümüzde ağır bir milliyetçi dönem bulunduğuna inanıyorum, belki kafatasçı olmayacaktır ama Türkçülüğü hayli belirleyici olacaktır.
Ben Fenerbahçe’nin de rakiplerinden burada ayrıldığını ve kentli milliyetçi çizgiyi benimsediğini düşünüyorum. Elbette popülistliğin, her dönemin adamı olmanın faydaları var ama bu sizin öz gücünüzü, rekabet yeteneğinizi törpülüyor, sizin dışındakilerin desteğini kaybettiğinizde de yok oluyorsunuz.
Umarım milliyetçilik bir tür kafatasçılık değil de “vatanseverlik” bağlamında gelişir, aksi olursa çok yıkıcı bir dönem yaşayabiliriz.