İsveç’teki ilk yıllarımda, uzun bir süre şehrin içindeki yemyeşil çimenli parklardan geçerken gönül rahatlığı ile çimenlere uzanamıyor, üzerlerinde yürüyemiyordum.
Bu parklar bir İsveçli için boş zaman, rahatlama ve doğa ile kısmen iç içe duygusu yaratan alanlardı. Benim ise o parkları “çimenlere basmak yasaktır” tabelası olmadan düşünmem imkansızdı. İstanbul’da çocukluk ve ergenlik döneminde nasıl içime yerleşmişse, çimenlere uzanır ya da basarsam yanlış bir şey yapıyor olmanın hissinden kurtulamıyordum. Nesnelerin ya da varlıkların üzerine sizin daha önceki tecrübeleriniz ve bilgileriniz doğrultusunda algılar yapışıyor.
Aynı şekilde mesela iş sebebi ile Yunanistan’a gitmiştim. Bağlantımız olan bir firmanın yöneticisi, “Akşam kulübümüzün 25. kuruluş yılı sebebi ile parti var, sizleri de beklerim” dedi ve adresi verdi. Akşam taksiye bindik, adresi söyledik ve yola çıktık. Geldiğimiz yer kuytu bir mahallede çıkmaz bir sokak, her yer karanlık önünde ışık olan tek bir yer var o da bir binanın zemin katın altına doğru inen bir rampa. Önünde 20 civarında Harley Davidsson motosiklet ve bir o kadar da deri yelekli dövmeli iri yarı adamlar. “Türkleri sevmeyen taksici bilerek getirdi buraya bıraktı bizi galiba” dedik, Tırsa tırsa yürüyoruz garaj kapısına doğru. “Yannis burada mı, biz misafirleriyiz” diye, kedi yavrusu tonundan az hallice bir ses ile sorduk. Adamlar boynumuza sarıldılar, “Türk kardeşlerimiz gelmiş” diye herkes elimizi sıkıyor, “Komşu hoş geldin” diyen bir şey ikram ediyor bize, izzet ikram sonsuz. Bizim şirket yöneticisi olarak tanıdığımız Yannis o motosiklet kulübünün başkanıymış meğerse.
Bireylerde sadece duyum ile ilgili deneyimler az görülür. Ne zaman ilginç farklı bir gürültü duysak, bu gürültü daha önce hiç duymadığımız bir gürültü de olsa onu hemen tanıdık bir gürültü ile bağdaştırmaya çalışırız. Tanımadığımız cisimleri de aynı şekilde bildiklerimizle bağdaştırmaya uğraşırız. Algılama, duyumların çeşitli biçimlerde organize olup anlam kazanması yoluyla, yorumlanmasıdır. Uyarıcılar farklı kişilerde farklı yorumlanabileceği gibi; aynı kişi, aynı uyarıcıları değişik bakış açısına göre farklı biçimlerde anlamlandırabilir.
Herhangi bir zamanda algıladıklarımız sadece uyaranın yapısına bağlı değildir. Aynı zamanda ortama, önceki deneyimlerimize, o andaki duygularımıza, genelde istek, tutum ve amaçlarımıza bağlıdır.
Bizim Gençlik Marşının orijinali Tre Trallande Jäntor isimli “Şakıyan Üç Kız” diye tercüme edebileceğimiz bir İsveç şarkısıdır. Hafif erotik de sözleri olan bir şarkı esasında. Bunu Selim Sırrı Tarcan İsveç’teki çalışmaları sırasında duyuyor ve edebiyat öğretmeni ve şair Ali Ulvi Elöve tarafından da bugün bildiğimiz sözleri yazılıyor. Rivayete göre İstanbul’da organize edilen bir jimnastik turnuvasında Türk izleyiciler “Dağ Başını Duman Almış” marşını söylerler, müsabakalar sonunda İsveç takımının hocası centilmen Türk izleyicisine kendilerine İsveç şarkısını söyledikleri için teşekkür eder. Bir kısım için erotik sözleri ile eğlenceli bir şarkı başkaları için ise milli duyguları coşturan bir melodi.
Hangi yaşta olunursa olsun duyu organlarımızla aldığımız bilgi birikimleri, yorumlama işlemine tabi tutulur. Bir çocuk için portakal oynanacak renkli bir top olabilirken, bir yetişkin için faydalı suyu içilen bir meyvedir. Immanuel Kant’a göre, biz bazı şeyleri olduğu gibi değil, istediğimiz biçimde görürüz.
Mesela bir masanın üzerine bir tabanca koysak farklı kişilere sorsak size ne ifade ediyor diye. Muhtemelen kimisi güvenlik diyebilirken, başkası şiddet, savaş ya da kan davası gibi şeyler söyleyecektir.
Freud demiş ya, “Bazen puro içen bir adam sadece puro içen bir adamdır.”
Yukarda verdiğim örnekte tabanca aslında bir metal parçasını a noktasından b noktasına inanılmaz bir hızla fırlatan bir mekanizmadan başka bir şey değildir. Belki olguların en yalın ve basit hallerini bulmaya çalışmak bilinçli ya da bilinçsiz olarak onların üzerlerine yüklediğimiz algıları yok edebilir ya da azaltabilir. Bu şekilde daha gerçekçi nesnel bir bakış açısına sahip olabiliriz.