Bazılarımız nabza göre şerbet verir, karşındaki insanın hoşuna gideceği şekilde davranır, hem empatik olmaya hem de sempatik görünmeye çalışır.
Bu davranış aslında, samimiyetsiz bir şekilde kendi düşünce ve duygularını gizleyerek karşı tarafın isteklerine göre kurgulanmış kişilik türlerinin çoğunluğa göre hareket etme şeklidir. Elbette insanın hayatta bir duruşu olmalı, kimseye göre şekil almamalı ama maalesef günümüzde böyle birisi ile karşılaşmak çok zor.
“Gülün Adı” romanında Umberto Eco, “Her gerçek, her kulağa göre değildir…” diye yazmış.
Şimdi tutup aklıma gelen her şeyi yazsam çoğunluk beni aforoz edecek!
Günümüz insanı konformisttir, sorgulamadan itaat eder, hemen uyum sağlar, aynı zamanda sürü psikolojisi ve kitleselleşme gibi toplumsal hastalıkları da içinde barındırır. “Bandwagon Etkisi” dediğimiz sürü psikolojisi, etikten politikaya, diyalektikten modaya ve estetik değerlere anlayış ve yargı kalıplarının sorgulanmadan pasif bir biçimde edinilmesinin ürünüdür. Şunu çok iyi anlıyoruz ki, bir grubun içindeki bireyler kendilerini yeterli görmedikleri için çoğunluğa ayak uydurmak zorunda kalıyor.
Bir grubun, yaşanılan çevrenin ya da toplumsal yapının içinde yer alan ve yaşanan olaylara aynı pencereden, aynı kabullerle bakma eğiliminde olan kalabalığa çoğunluk ya da çoğunlukçu güç diyebiliriz. Bu çoğulcu güç çevresinde olup biten bütün gelişmelere hep bir anlam yükler.
Tarihsel olarak yaygın yönetim biçimlerinden aristokrasi, timokrasi (*), oligarşi, demokrasi, teokrasi, tiranlık, liberalizm, muhafazakarlık ve demokratik sosyalizmle yönetilen bütün iktidarlarda çoğunluk, çoğulculuk büyük rol oynar. İşte ben bu mantığa karşıyım çünkü çoğulculuk çoğunluğu meşru kılar. Herkes aynı fikirde diye çoğunluğun istediği mantıkla hareket edildiğinde yaşanan sıkıntılar belli. Toplumsal hayatın her anında farklı fikirlerin, ideolojilerin, dini inanışların bulunduğunu ve hepsinin eşit derecede meşru olduğunu bir topluma kabul ettirmek çok zor. Bugün dünyada birçok ülkede bireylerin özgürce fikirlerini açıklayabilmesi, hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınması sadece görünüşte var.
Çoğunluk kimde ise ele geçirdiği gücü istediği gibi kullanması bir hak olarak anlaşılıyor. Demokratik hayatın vazgeçilmez öğeleri olan siyasal partiler iktidarı ele geçirmek ister ya da iktidarı paylaşma amacı taşımadan çoğunluğu elde edebilmek için demokrasiyi kendi lehine uydurmaya çalışır. O parti iktidara gelince de onu destekleyen çoğunluk partinin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesini ister.
İşte bu yaklaşım sadece siyasette değil, hayatımızın her alanında var. Mesela çoğunluğa göre hareket etme mantığıyla parası olmadığı halde statü kazanmayı umarak pahalı saat takanlar, son model cep telefonu kullananlar ya da moda yerlerde yiyip içmeye çalışanlar…
Bir başka örnek, dini yönden daha tutucu, daha kapalı olan bir ortama girildiğinde kişinin dini değerlerin daha da kutsallaşması. İnsanlar bir araya geldiğinde kendi kişiliklerinden farklı bir kişiliğe, bir çeşit tepkimeye uğrar. Girdiği ortamdaki etkileşimler sonucu ortaya çıkan ve artık dizginlenmesi mümkün olmayan ilkel dürtüleri sayesinde kişi çoğunluğun baskısını üzerinde hisseder. Bunun sebebi, doğup büyüdüğü toplumun bir parçası olan bireyin bir süre sonra kitlenin çıkarlarını kendi çıkarlarının üzerinde görmeye başlamasıdır. Bu durum ister istemez insanı bazen bireysel bir eylem olmaktan çıkarıp çoğulcu bir eylem mantığıyla hareket etmesine sebep olur.
Çoğunluğa ayak uydurma, yani sürü psikolojisi, bireyin kalabalığa uyma zorunluluğu hissetmesi, bağımsız düşünme eksikliğiyle insanın kendi kişiliğine vurduğu bir darbedir. İnsanın içinde bulunduğu toplumun görüşlerinden, davranışlarından etkilenerek kendi fikirlerini değiştirmesi ve çoğunluğun yönünde hareket etmesi yaygın davranış modellerinden biridir.
Filozof Michael Foucault, “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa orada kimse yok demektir” der. Herkes aynı şeyi yapıyormuş gibi göründüğünde aynı düşünceyi, duyguyu hissederek benzer davranışa yönelmek aidiyet duygusu arayan insanı bir sürüye bağlanmaya iter. Bunun arkasında ise, kabul görme, sevilme, saygı duyma beklentisi, tersi şekilde davrandığı zaman ise toplum tarafından dışlanma, cezalandırılma korkusu vardır. Çünkü “sürüden ayrılanı kurt kapar…”
Friedrich Nietzsche’nin söylediği gibi, “Bir kere yanlış trene bindiyseniz koridorda ters yöne yürümenin hiçbir faydası yoktur!”
İnsanlar değişir, ihtiyaçlar değişir ama tren hep ileri gider. Bu örnekte tren hayattır. Hayat treninde sürü psikolojisiyle çoğunluğa bağlı hareket etme hayatı heba etmek demektir.
Ne kendi öz benliğinizi yok edecek kadar çoğunluğa yaklaşın ne bir topluma ait olduğunuzu unutacak kadar kendinizden uzaklaşın.
(*) Timokrasi: Parası ya da gücü olanın yönetimde olması gerektiği düşüncesinin hakim olduğu bir siyasi yönetim şekli.