Pietro Della Valle adında sıra dışı bir İtalyan gezgin 1614’te İstanbul’a gelir. Bir yıl kalarak Türkçe, Arapça öğrenir.
Orta Doğu, İran, Hindistan’ı gezmek için 14 yıllık maceralı bir yolculuğa çıkar. Irak’tayken, haydutların saldırısından kaçınmak için birkaç gün bir ören yerinde saklanır. Saklandığı yer, Sümer uygarlığının en eski yerleşim yeri olan Ur kentinin kalıntılarıydı. Della Valle Sümerleri tesadüfen keşfetmişti.
Sümerlerin Türk oldukları önermesi geçmişte olduğu gibi bugün de sempati çekmeye devam ediyor. Ancak dil tarihsel bir sorun var: Bir etnonim (ulus ya da kavim adı) olarak Türk adı ilk kez M.S. 550’lerde Çin yazmalarında karşımıza çıkarken, Sümer adı M.Ö. 2.600’lerde “Akbabalar Yazılı Taşında” geçmekte.
Demek ki, yazılı kaynaklara göre Sümerler, Türklerden en az 3.100 yıl önce tarih sahnesine çıkmış. Dolayısıyla, “Sümerler Türk’tür” yerine, “Türkler Sümer’dir” hipotezi daha mantıklı olurmuş.
Türkçe ile Sümercenin soydaşlık savı, Fransız Oryantalist Francois Lenormant’nın 1874’te yayınlanan makalesinden bu yana gündemde. 1915’te, ünlü Alman Asuroloji uzmanı Fritz Hommel’in yayınladığı karşılaştırma yazısı etkileyici bir eser olmuş. Değerli bilim insanları İlmiye Çığ’ın, Osman Nedim Tuna’nın çalışmaları yoğun ilgi toplamış, başka Türk yazarlar da onlarca kitap ve makale yayınlamıştır. Bütün bu çalışmaların yoğun bir emeğin ürünü olduğu ortada.
Ancak, “Ya abicim adamlar Türk işte, niye inanmıyorsun” diye birilerini yeminle ikna etmeye çalışıyormuş gibi duran yayınlar da var. Sözümüz onlaradır: Dilsel kanıtların yanı sıra arkeolojik, genetik, mitolojik, kültürel ve benzeri kanıtlar, bilim çevrelerini ikna edecek formatta sunulmalıdır.
Onlara bakarsanız Amerikan yerlileri de Türk’tür, Mayalar, İnkalar, Roma’yı kuran Etrüskler de Türk’tü değil mi? Eh, Göbeklitepe zaten Türkiye’de ama bunlar da yetmez Atlantis’i kuranlar da Türk’tü diyelim. Ya da tek tek sayarak yorulmayalım; Türkçedeki ADAM sözünü ilk insan Hz. ADEM’e bağlayalım olsun bitsin.
Bilinen ilk yazılı uygarlık sayılan Sümerler ile akraba olma düşüncesi fazlasıyla çekici geliyor olmalı. Sümer dilini bir zamanlar Eski Mısır, İskit, Macar, Ermeni, Bask, Tamil, Tibet-Birman dilleri, Ural dilleri ve Bantu dilleriyle kökteş gösterenler olmuştu.
O kadar uzaklara gitmeyelim, Sümer>Samir gibi ad ve coğrafya ortaklığı üzerinden “Sümerceyi Sami dili yapalım” diyenler olmuş ama bu sav da tutmamış.
Bir zaman makinesinde çok gerilere giderek, Sümerceyle ilgili yanıtları bulmak süper olurdu. Böyle bir zaman makinesi olmadığına göre, tek yapmamız gereken hipotezler kurmaktır.
Türkçe ile Sümerce arasında bir bağlantı yoktur ya da olamaz demiyorum. Aksine, güvenmeye hazırım ancak Sümerlerin Mezopotamya’ya Türkmenistan’ın Anau kültür bölgesinden geldiğini, Sümerce ve Türkçede yüzlerce sözcüğün aynı olduğunu savunan bildirilerin nesnelliğinden kuşku duyuyorum. Nitekim, bunca dilsel karşılaştırmaya karşın, dünyayı etkileyebilecek kanıtların henüz sunulamadığı anlaşılıyor.
Düşüncenin erişebildiği herhangi bir olgu, bilimin konusu olabilir. Bir alanda bilimsel bilgi elde etmeye çalışırken öncelikle araştırmanın amacı netleştirilerek bir yol haritası çıkarılır. Çok boyutlu analizlerden elde edilen ölçülebilir veriler üzerinden bir hipotez oluşturulur ve yayınlanır. Bu hipotez uluslararası bilim toplulukları düzeyinde benimseme görebilecek doyurucu kanıtlarla desteklendiğinde değerli olacaktır. Yoksa kendimiz çalar kendimiz oynarız.
İnternette bu konuda tam 50 video izledim. Bunlardan en az 45’i Türkçeyi yücelten duygularla hazırlanmış romantik (!) yapımlardı. Bazıları bir saatten uzun sürüyordu ama sabırla izledim. Aslında videoların genel formatında eleştirecek bir yan olmayabilir ama söylemler yanlı olunca o vakit buna bilim diyemeyiz.
Aynı şekilde, bazı önyargılı araştırmacıların iki dil arasında bir yakınlık olamayacağını göstermek için çırpındığını da biliyoruz. Galiba önemli olan kimlerin Sümerlerin ardılı olup olmadığından çok, eşitlikçi yaklaşmayan metodolojinin bilim etiğine uygun olup olmadığıdır.
Dünyada birçok ülke “toplumsal bilinç ortaklığı” oluşturmak isterken, bilim çizgisini aşarak dil mirasını yüceltmişlerdir. Oysa dili ulusal kimlik için bir onur meselesi yapmak, ampirik kanıt gerektirmeyen şovenist retoriği ön plana çıkarabilir.
Bu makale için araştırıma yaparken öğrendiğime göre, şoven sözü Napolyon’un ordusundaki radikal milliyetçi bir asker olan “Nicolas Chauvin” adından geliyormuş. Bir tiyatro oyunundan politik terminolojiye girmiş.
Bilim, evrendeki herhangi bir sorunla ilgili buluşlardan çıkarımlanan, çözümleme ve sınama yoluyla ölçülebilen nesnel bilgi birikimidir. Bilim aynı zamanda, bu farklı birikimlerin noktacı değil, virgülcü (açık uçlu) yöntemlerle karşı karşıya geldikleri ortamdır.
Ulusal ve kültürel tercihlerden beslenen yanlı görüşler, kendi içinde sistematik ve mantıklı görünseler de bilimin tanımına uymaz. Buna göre, ideolojik ön kabulün etkilerinin kalıcılaşmasını önlemek amacıyla, nesnel gerçeklikle bağı yeniden kurmak zorundayız.
Kanıtları yeterli ya da tutarlı bulmayan tarihsel dil bilim çevreleri, Sümercenin de Bask, İber, Etrüsk, Gilyak, Aynu, Elam, Hadza, Yukagir ve Yuri dilleri gibi yalıtık (izole), akrabasız bir dil olduğunu savunmakta.
Yazıyı bulmak, günü 24 saate ve saati 60 dakikaya bölmek, Sümerlerin dünyaya eşsiz armağanıdır. Sümer uygarlığı, kökeni ya da ardılı kimler olursa olsun, gelecekte de gizemli araştırma başlıklarından biri olmayı sürdürecek.
Tarih her zaman sürprizlerle dolu bir disiplin olmuştur. Göbeklitepe keşfi tarih yazımını değiştirirken, Sümerler hakkında ortaya çıkarılacak yeni bilgi ve belgeler de benzer bir etki yaratabilir.
Sümer uygarlığını modern ulus kimliklerinden birine sıkıştırmaya gerek olmadığını, kendi adıma anlamış bulunuyorum. Dünya dillerinin tek bir ata dilden türemiş olabileceğini savunan “Nostratik diller” kuramını incelemeyi öneriyorum…
halilocakli@yahoo.com