İnsanın yaptığı bir davranış, söylediği bir söz toplumsal sorunlara, dahası kaosa sebep olacaksa vicdan özgürlüğü sorgulanmalıdır.
Günlük hayatta dünyanın hemen hemen her yerinde herhangi bir konudan dolayı hakaret eden, başkalarını aşağılayan, rahatsız eden ya da yok sayan, saygısızca ve sorumsuzca davranan, tiksinti verici tavırlar içine giren, saldırganca ve kışkırtıcı davrananlar var. Üstelik bazıları bu davranışları insan haklarına ve özgürlüklerine bağlıyor, kendilerince haklı sebepler bulmaya çalışıyorlar.
Gündelik hayatta böyle durumlarla karşılaştığım zaman mantığımı koruyor, düşüncelerimi dinliyor, karşımdaki kişinin nasıl düşündüğünü, neden öyle davrandığını anlamaya çalışıyorum. Çünkü dünya algılayışımız, tasarlayışımız ve düşüncelerimiz doğrultusunda biçimleniyor..
Son günlerde Kuran yakmak eylemleri üzerinde en çok tartışılan konuların başında geliyor. Şunu baştan söyleyeyim, kutsal olsun olmasın herhangi bir kitabın ne nedenle olursa olsun yakılmasına karşıyım. Tarihe bakın, yakılan, yıkılan o kadar çok kütüphane hatta kütüphaneleri bırakın, insanlar bile var. İşte bu durum beni yakanın da, yakana karşı çıkanın da ne kadar samimi olduğunu sorgulamama sebep oluyor. Herkes hayat denen kitabı istediği sayfasından okuyor, hoşuna giden yerlerini işine yaradığı gibi kullanıyor. Her iki tarafın da samimi olduğuna inanmıyorum.
Şimdi gelelim aslı konuya…
Konuştuğum, sohbet ettiğim herkes yıllar önce çok kitap okuduğunu, şimdilerde zamanı olmadığı için fırsat bulamadığını söyleyerek kendince bahaneler üretiyor. Hemen hemen herkesin aldığı bilgiler çoğunlukla sosyal medya üzerinden olduğu için ister istemez birçok kişinin psikolojisi de birbirine benzemeye başlamış. Aynı kişiye gülüp, aynı kişiye ağlıyorlar. Yaşadıkları duygu durum bozuklukları da doğal olarak aynı seviyede oluyor. Geçenlerde sohbet arasında bir arkadaşım bana biraz kırgınlığından mı, yoksa kızgınlığından mı bilinmez beni eleştirircesine, “Etrafında hiç entelektüel arkadaşın yok” dedi.
Buradaki insan ilişkileri aynı İskandinav havası gibi, ne olacağı belli değil. Sabah yağmurlu, öğlen güneşli, akşam üzeri rüzgarlı, gece yarısı ruhlarımız gibi sessiz ve derin…
Arkadaşıma cevabım olsun, sabahları güneş herkese taşa, toza, toprağa, canlıya, cansıza, karanlığa, ışığa doğmuyor mu? Niçin ölü renklerden aydınlığa kalkıyor yürekler? Gökyüzü aynı, bulutlar, yağmurlar, insanlar farklı; orman aynı, ağaçlar, kuşlar, bitkiler farklı; deniz aynı, canlılar farklı farklı.
Adamın birinin son derece huysuz bir karısı varmış. Gün gelmiş kadın ölmüş. Cenazesini kaldıracakları zaman adet olduğu üzere imam efendi ”Merhumeyi nasıl bilirdiniz?” diye cemaate sormuş. Bunun üzerine kocası imama, “Be adam, cemaat ne bilsin? Bana sorsana!” demiş.
Bana sorsana, yaşadığın topluma nasıl oldu da bu kadar yabancılaşabildin?
Felsefede yabancılaşma zihnin, ruhun, bedenin nesnelerin bilinç için yabancı, uzak ve ilgisiz görünmesidir. Daha önceden ilgi duyulan şeylere duyarsız olmaktır. İnsanlara karşı kayıtsız kalma, ilgi duymama, hatta bıkkınlık ya da tiksinti duymak olarak da yorumlanabilir. Kişinin bilişsel, zihin halleriyle kendisi arasına duygusal bakımdan bir çeşit frekans uyuşmazlığı, mesafe bırakması durumu. Ya da kişinin gerçek beniyle olan içsel temasını yitirdiğini anlamasının sonucu olan kendinden kopma hali.
Son zamanlarda dünyada yaşanan teknolojik gelişmelerin de etkisiyle insanlar egolarına yenik düşmüş, kontrol altına alınamayan davranışlarıyla, içgüdüleriyle, tutkularıyla kendisine, kendi özüne yabancı hale gelmiş. Günümüz dünyasında insanı var eden, insana özgü özellikleri, insani ilişkileri kaybettik.
Ben insandaki yabancılaşma olgusunun dört farklı şekilde gerçekleştiğini düşünüyorum.
Bunlardan birincisi kişinin ruhunda yaratıcıyla beraber hareket etme duygusunu kaybederek yaratıcıdan uzaklaşması, ona yabancılaşması sorunudur.
İkinci yabancılaşma türü insanın doğaya karşı yabancılaşması. Ait olduğu yerde olmayan insanoğlu kendisiyle canlılara, tabiata mesafe koyarak özünden, köklerinden kopmuş durumda. İnsanların doğadan gittikçe uzaklaşması beton yığınlarıyla ve kullandığı yüksek teknolojik aletlerle doğayla arasındaki riskli bir ilişkinin yanı yabancılaşmanın yaşanmasına sebep olmuş.
Üçüncüsü, insanın yaşadığı topluma yabancılaşması süreci. Var olan değerlerin artık insanın yaşadığı topluma karşı güven duygusunu sarsması nedeniyle toplum bireye hiçbir şey ifade etmiyor. Bir toplumda sosyal kurumlar, değerler, toplumsal birliktelik zedelenmişse ve bireyin istek, duygu ve düşüncelerine karşılık vermiyorsa insan topluma karşı yabancılaşmıştır.
Benim en çok üzerinde durduğum dördüncü yabancılaşma ise bireyin kendine yabancılaşma sorunu, kişinin belirli bir davranışının, geleceğe yönelik beklentileri ile uyuşmamasıdır.
Kendisi ile barışık olmamak ve kötümser bir ruh hali insanın iç dünyasında meydana gelen yabancılaşmanın en tehlikeli olanıdır. İşte bu yabancılaşma kendine güven duymamak ve kendini güçsüz hissetmek, şiddet ve stres ve depresyon gibi durumlar olarak kendisini gösterir.
Günümüzde teknoloji araçları, cep telefonları, tabletler, internet, sanal sohbetler ve sosyal medya sosyal izolasyona yol açan ve yabancılaşmayı hızlandıran etkenler.
Görsel: Şalom Dergi