Yazmak, kaygılardan, korkulardan, yalanlardan ve iki yüzlülerden alıp bilmediğim bir dünyanın içine götürüyor beni.
Yazarken kendimle sohbet ediyorum. Kendimle tartışmaktan, konuşmaktan, kendimi dinlemekten zevk alan biriyim. Çoğu kez kendime sorular sorarak, aldığım cevaplar üzerinde düşünerek çıktığım yolculukların iç dünyamda farklı bir yeri var. Kendimle özgürleşmenin en iyi yolu bu olsa gerek. Ruhen, bilişsel, zihinsel ve bedensel olarak dünyanın dışına atıp yazarken sadece kendimle sohbet ediyorum.
Ruhani mi bedeni mi bir yolculuğun içindeyiz? Bu yolculuğun sonunda kim nereye gidiyor bilmiyoruz. Herkes aynı yere mi bilmem?.. Varoluşumuzun hiçlikle yokluk arasında bulunduğunu, bir kaya, taş ya da odun parçasından farkımız olup olmadığını anlamak mümkün değil. Bu nedenle insan nereden geldiğini, ne için yaşadığını bilmek istiyor…
İnsanın en doğal ihtiyacı hakikati bilme ihtiyacıdır. Neydi hayatın anlamı? Neden buradayız? Kaygıları, korkuları, bilinmeyenleri özgürleştirmek gerektiğini düşünmüyor değilim. İnsan öldüğü zaman ona ait her şey çürüyüp yok olup gidecek. Yüreğinde, dilinde, kalbinde, beyninde ne varsa yok olacak. Öldükten sonra insan olmayacak! İnsan nasıl yaşamalı?Yaşarken neyi amaçlamalı? Bütün bu soruların cevabı farklı verilebilir.
Kirli bir dünyada bilmediğin bir cenneti elde etme fikri çok garip bir durum. Egoizm tarafından yiyip bitirilmiş bir dünya, sahnesinde acıların kol gezdiği, korkunçluklarla yoğrulmuş hüzünlerin kimsenin kimseyi sevmediği kusursuz bir doğanın içinde yaşamanın utancı içerisinde hiç olma çabası…
Burada özellikle burada şunu dile getirmek istiyorum: Yaşamı kavrama yetisi, algılayış biçimi, nasıl bir yaşam yaşadığımıza, içinde bulunduğumuz toplumun değer yargılarına, bu hayattan ne isteyip ne istemediğimize, ne beklediğimize, yaşam içerisinde iletişimde bulunduğumuz kişilere bağlı olarak değişir.
Her filozof kendi düşünce mantığıyla buna cevap verir; Sokrates ahlaklı ve doğru bir hayat sürmeyi hayatın nihai amacı olarak ifade eder. Platon erdemli olmanın bilgiyle mümkün olabileceğini söyler. Aristo ise, insanın mantık ve akıl sayesinde çevresinde olup biteni sorgulayan tek canlı olduğunu, bu nedenle nihai amacının iyiye ulaşmak olduğunu düşünür.
Kinizm (kuşkuculuk), İbrahimî dinlerin bazı sûfî geleneğinin yanı sıra, Uzak Doğu dinlerinde hayatın anlamı, olduğu gibi sade bir yaşam sürüp çekip gitmektir. Epikürizm’e göre, zaten öleceğimiz için keyfi en yükseğe çıkarmak için izlenen yol zevkin doruk noktası olmalı.
Hedonist (hazcılık) bir anlayışı savunan Aristippus’un düşünce ekolüne göre, her insanın keyfi, acısının üstünde olmalı, içinde bulunduğu anı yaşarken zevk almalı. Stoacı olan filozoflara göre, insan mutsuzluğa endeksli bir canlı olduğu için doğanın işleyiş mantığını kavradığın ve bunu davranışlarına yansıttığın zaman üzülmezsin. J.J. Rousseau ve John Locke, hayatın anlamının iyi bir kişinin toplumuyla kurduğu denge ile ilintili olduğunu söyler. David Hume’a göre hayatın anlamı kişinin duygularını dizginlemeye öğrenip kendisi ve çevresiyle barışık olmasından geçer. Nietzsche nihilist (hiççilik) bir anlayışla, insanların bir anlam yükleme çabasına rağmen hayatın bir anlamının olmadığını söyler. Kötümser filozof Schopenhauer için de hayat boştur, bir anlam taşımaz. Albert Camus, nesnel dünyada hayatın anlamının en acil mesele olduğunu dile getirir. Wittgenstein daha hayatın anlamı üzerinde bile uzlaşamadığımızı ama hayatın anlamının yerel niteliğin yerini evrensel bağlılığın aldığını düşünür.
Viktor Frankl, insanın bir amacı olduğu sürece yaşamın anlamını bulabileceğini, dolayısıyla bunun göreceli bir kavram olduğunu söyler. En ilginç ve en farklı bakış açısıyla Alfred Adler kolektif düşünerek topluma ya da birilerinin hayatına katkıda bulunarak yaşamın anlamına ulaşılabileceğini savunur.
İnsanın doğaya faydası nedir? Maalesef hiçbir faydamız yok. O halde insan sormadan edemiyor, milyonlarca canlının doğaya faydası, bir görevi varken insanın bu dünyadaki nihai amacı nedir? İnsanın bu soruya kendi kendine cevap vermesi zor değil mi?
Benim anladığım kadarıyla bütün canlılar için hayatın bir anlamı vardır, o da kendi hayatını, soyunu devam ettirebilme yetisidir. Söylediğimiz bu durum, bitki hayvan ve insanlar için genel bir durumdur ama insan için kural dışı bir durum vardır. Çünkü insan diğer canlılara göre daha bilinçlidir, doğuştan gelen algıları sayesinde zincirlerinden kurtulabilen, dünyayı keşfedebilen, hayatın sonsuz ve sınırsız akışını deneyimlemeyebilecek bir karaktere sahip olmasıyla farklıdır.
Yaşıyor olmak bunun anlamıdır. Bence insanın hayatı sorgulayabilmesi için öncelikle kendisini bütün yönleriyle tanıyor olması gerekir. Kendini tanımaktan aciz olan bir insanın hayatının anlamını bilebilmesi asla mümkün değildir.
Son olarak, hayatın anlamı aslında bizim ona yüklemek istediğimiz anlamdır. Hayatın anlamını sorgularken şunu öğrendim: Ne ben bedenimle ruhumla ne ruhum bedenimle ne de bedenim ruhumla sınırlı. Bu sınırlılığı kabul ettiğim an yok oluyor insan…