1996 yılında sıkı bir İsrail gezisi yapmıştım. Ölü Deniz’den Kızıldeniz’e, Masa Dağı’ndan Golan Tepeleri’ne varana dek hemen yerini gezip görmüştüm.
Toplamı 10 gün süren günlük gezilerimi İsrail’in resmi turizm ajansından satın almıştım. Şimdi durum nedir bilmiyorum ama o zamanlar kendi kendine gezmeye kalkışmanın imkânı yoktu çünkü bütün tabelalar İbraniceydi. Ancak rehberli turlar içinde en memnun kaldığım da o gezi olmuştu. Her gün bir diğeriyle gezdiğim devletin özel olarak eğittiği İsrailli rehberlerin tümü harikaydı. Bu gezide hem çöl ya da tuzdan ölmüş deniz gibi çok değişik yerler görmüş hem de Filistinli işçisinden Arap esnafına, Dürzi köylüsünden İsrail’i ilk kez gören Yahudi turistine kadar çok geniş yelpazede insanlarla tanışmıştım.
O zamanlar hiç duymadığım bir şeyi ise sonradan öğrendim. İsrail’de iki köyde yerleşik 3.300 Çerkes yaşamaktaymış. Bilsem gidip o köyleri de görmez miydim?
Benim bildiğim 1800’lerde Kafkasya’daki yurtlarından göçmek zorunda kalan Çerkesleri kabul eden Osmanlı Devleti, bu savaşçı halkı toplu halde tutmamış. Ülkesinin Balkanlar’dan Orta Doğu’ya uzanan geniş coğrafyasının dört bir yanındaki riski bölgelere yerleştirerek düşmanlarına karşı savaştırmış. O günkü Beyrut vilayetine bağlı olarak bugünkü İsrail topraklarında da böyle bir Çerkes köyü kurulmuş. Yeni kurulan İsrail devleti bu halkın varlığını dert etmiş. “Bunlar çok savaşkan bir halk, ya bir gün bana karşı ayaklanırlarsa” diye huzursuzlanıp Amerika’daki fikir babalarına danışmış. Onlar da “uğraşmayın bize gönderin” demiş. İsrail hükümeti Çerkeslere Amerika’nın kendilerini davet ettiğini söyleyip kararınız nedir, diye sormuş. Çerkes büyükleri toplanıp bu teklifi tartışmış. Teklifin arkasında yatanı anlamışlar. “İstenmediğimiz yerde kalacak değiliz” diyerek topluca Amerika’ya göç etme kararı almışlar.
Benim bildiğim İsrailli Çerkesler hikâyesi buydu. Bu bilgiyi de okuduğum bir kitaptan edinmiş, bir daha da bu konuda bir şey duymamıştım. Amerika’ya göçme kararına uymayıp o köyde kalanlar olduğunu biliyorduysam da unutmuşum. Tıpkı İsrail’deki Çerkes köyünün adını unuttuğum gibi. Kitabı okuyalı o kadar çok oldu ki…
Amerika’nın, Rus Çarlığı’nın istemediği Yahudiler gibi Çerkeslere de bilerek isteyerek kucak açtığını ise kesinlikle bilmiyordum. Bunu da bir günlük New Jersey seyahatimde tesadüfen tanıştığım Eskişehirli bir Çerkes’ten öğrendim. İster Anadolu’ya ister Balkanlar’a isterse de Orta Doğu’ya göçmüş olsun, o dönemde yerinden yurdundan edilmiş Çerkeslere “buyurun bize de gelin” demiş Amerika. Herhalde düşmanımın düşmanı dostumdur, diye düşünmüş. Çağrısını kabul edenlere de New Jersey’de yer göstermiş, iş vermiş, başka kolaylıklar da sağlamış. O zamanlar göçen Çerkeslerin çocukları şimdilerde kültürünü tam sindirmece gerçek birer Amerikalı. En azından benim izlenimim böyle.
2022 yılı Aralık ayında Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) bütün dünyadan en güzel turistik 32 köy seçmiş. Kfar Kama, İsrail’den seçilen tek köy olmuş. Siyah granit taştan evleri, tertemiz sokakları, harika dans gösterileri, kültürlerini anlatan müzeleri, rehberli turları ve lezzetli yemekler sunan restoranlarıyla bu köye turistler bayılıyormuş. Kfar Kama, İsrail’in iki Çerkes köyünden biriymiş.
Bu köyün halkı, Kafkasya’nın Nart efsanesini de yanlarında getirmiş. Bu inanışa göre ana tanrıça ağaç, kökleriyle yeryüzüne baharı getirirmiş. Diğer ana tanrıça Setenay ile Nart, kim daha cesur savaşçı diye birbiriyle yarışırmış.
Nart halkı, gün batımında bir araya toplanır hikâyelerini paylaşırken kadehlerini tokuştururmuş. Nartları bir gün bir kırlangıç ziyaret etmiş. Az sayıda olup, kısa bir ömür sürdüğü halde çok büyük üne kavuşup sonsuza kadar herkese örnek olmak mı istersiniz, yoksa alabildiğine çoğalıp, istediğinizi yiyip içip, upuzun bir ömür sürmek ama hiçbir kahramanlığınızın olmamasını mı tercih edersiniz, diye sormuş. Nartlar hemen yanıt vermişler:
“Eğer ömrümüz kısa olacaksa, bize büyük bir ün kazandır. Bizi doğruluktan ayırma. Yolumuzu adaletten uzaklaştırma. Felaket nedir bilmeyelim. Özgürlüğümüzü yitirmeyelim.”
Bu efsane, 12 Kafkas kabilesinin kuşaklar boyunca aktarılan “Nart Saga” adlı Şaman öykülerinden alıntıymış. Çerkeslerin savaşçı doğalarını ve kahramanlıklarını dillendiren bu efsanelerin Yunan efsaneleri ile paralelliği dikkat çekici. Kabze geleneği (Khabzeism) bir Kafkas paganizmi. Xabze, böyle hikâyelerle örülen bir sistem. Herkesin kabul ettiği bir çeşit dil, ahlaki bir kodlama. Özünde “tek olma, herkesle bir bütün ol” diyen bir sistem. Kadınlar ve yaşlılar temelinde yükselen bu sistem yaşamın her anına damgasını vuruyor. “Bir olma, birlik ol” sistemi o kadar güçlü ki düğüne cenazeye katılmamayı kabul etmiyor. Bu sistem kişinin bir Kabartay atı olmasını da gerektiriyor. Xabze’nin amacı, onurlu biçimde yaşamak ve böylece kendi ruhunu atalarının ruhuyla birleştirebilmek.
Bu anlattıklarımı Liam Forberg’in “The Jarusalem Post” gazetesindeki 11 Mart 2023 tarihli Kfar Kama yazısından aldım. Olimpiyatlara ev sahipliği yapan Soçi kenti civarında 2 milyon Çerkes’in geçmişte uğradığı kıyımı da anlatarak devam ediyor yazısına. Geçmişlerini anlatırken Çerkeslerin Şamanizm’den Judizm’e, Bizans döneminde Hristiyanlığa, 4. Murat döneminde Müslümanlığa geçişlerini de anlatıyor. Bugün Kfar Kama’da yaşayanların büyük kısmının Müslüman olduğunu belirtiyor.
Kfar Kama okullarında Çerkesçe, İbranice, Arapça ve İngilizce eğitim veriliyormuş. Sokaklarındaki tabelalar İbranice, İngilizce, Çerkesçe olarak üç dilliymiş ki bu durum İsrail’de başka bir yerde yokmuş. Köyün yöneticisi Zakaria Napso, bütün zorluklara rağmen dillerini, kültürlerini ve yemeklerini koruyabildiklerini söylüyor. “Geleneklerimiz bizi diğerlerinden farklı kılıyor. Burası bütün dünyadaki Çerkesler için bir deniz feneri. Bir Yahudi nasıl Ağlama Duvarı’na, bir Müslüman nasıl Kabe’ye gitmek isterse bir Çerkes de Kfar Kama’ya gelmek istiyor. İsrail devleti de bize destek veriyor. Çocuklarımızı geleneklerimize uygun yetiştirebiliyor, dilimizi ve töremizi öğretebiliyoruz” diyor.
Çerkes tarihçi Aibek Napso, bir demecinde Çerkeslerle Yahudilerin diaspora konusunda aynı kaderi paylaştıklarını söyledikten sonra “ama aramızda belirgin bir fark var” diyor. “Yahudilik bir din. Yahudi karşıtlığı olan antisemitizm bir yandan da Yahudileri birbirine bağlayan bir tutkal. Bu sayede şimdiki rahat konumlarına erişmiş durumdalar. Artık Yahudilerin bir araya gelmelerine de anavatanlarına dönmelerine de engel bir durum yok. Oysa bizim diasporamız halen devam ediyor” diyor.
“Biz Çerkes’iz, Müslümanız ve İsrailliyiz. Bu üç kimliği, biri diğerini ezmeden bir arada yaşatıyoruz. Biz burada çok rahatız. O yüzden son yirmi yılda Kfar Kama’dan giden belki bir, belki iki kişi olmuştur” diyor Naso.
Kfar Kama, dördüncü yüzyılda Bizans ana kraliçesi Helen adına kurulmuş bir şehir. O dönemden kalma yer mozaikleri ve altıncı yüzyıldan kalma kilise kalıntılarına sahip. On altıncı yüzyılda 34 Müslüman’ın Osmanlı’ya ödediği vergilerin kaydı var. On sekizinci yüzyılda Napolyon işgali sırasında burada bazalt taş binalarda 200 Müslüman’ın yaşadığı kayda geçmiş. 1878 tarihinde 1.150 Çerkes buraya yerleştirilmiş. Bunlar Rus-Kafkas savaşından sonra yurtlarından çıkarılıp Osmanlı topraklarına sürülen Kafkasların Adige boyundanmış. Gelenler önce hayvan yetiştiriciliği sonra da çiftçilik yapmışlar. İngilizler bölgeyi işgal ettiğinde 169 evde yaşayan 660 Müslüman olduğunu kaydetmişler. Sonrası İsrail dönemi.
Kfar Kama İsrail’deki Adige köyü, diğer Çerkes köyü olan Rehaniya ise Abaza köyü. İsrail, Arap Müslümanları askere almadığı halde Çerkes Müslümanlar asker olabiliyormuş. Wikipedia’ya göre bu köyde 38 Çerkes sülalesi yaşıyor. Hepsi Adige dense de soylarının adlarından anladığıma göre Şapsuglar, Abzehler hatta Boşnaklar bile var bu sülalelerin içinde. (Merak edenler Wikipedia’daki listeye göz atabilir.)
Birleşmiş Milletler, bütün dünyada sadece 60 yaş üstü bazı Çerkeslerin ana dillerini bildiklerini ve bu yüzyılın sonunda Çerkesçe konuşan kimsenin kalmayacağını söylüyor. Başkan Napso, Çerkesliğin en önemli unsurlardan birinin Kafkas dansları olduğunu, dansların bir çeşit dil olduğunu, çünkü dillerini unutmuş dünyanın dört bir yanındaki Çerkeslerin bu danslar sayesinde anlaştıklarını anlatıyor.
Kfar Kama’yı öğrenince diğer 31 köy nerelerde ve ne gibi ortak özelikleri var diye meraklandım. Doğaya ve kültürüne sahip çıkmış, ekonomisi, sosyal yaşamı, altyapısı düzgün, ulaşımı kolay, turizmi gelişkin, sağlık koşullarına uygun, güvenli köyler seçilmiş. Seçilenler 136 aday içinden belirlenmiş. Bu listede İtalya, İspanya, Fas ve Çin ikişer köyle yer alıyor. Suudi Arabistan, Gürcistan ve Etiyopya gibi ülkelerden de birer köy var. Ve süpriiiiz; Ödemiş’in Birgi köyü de listede.
Birgi Frig ve Lidya dönemleri öncesinden beri var olan, Bergama, Pers, Roma, Bizans dönemlerini yaşamış, Aydınoğulları Beyliği’ne başkentlik yapmış, Osmanlı çökerken işgal kuvvetlerinin eline geçip yakılmış ama ölmemiş, 5000 yaşından büyük bir köymüş. “Yeşil Deniz” diye bir TRT dizisi bu köyde çekildiği için meşhur olmuş. Avrupa Birliği Turizm Ofisi tarafından Kfar Kama seçilince İsrail hükümetinin köyün kültürel özelliklerinin korunup turistik özelliklerinin geliştirilmesi için karar aldığını, basının da tanıtımını yapıp destek verdiğini öğrendim. Birgi seçildikten sonra neler yapılmıştır bilemedim.
Israil küçük bir ülke, 3 bin kişilik Çerkes camiası da ona göre. Türkiye’nin 80 milyonluk nüfusunun içinde milyonlarca Çerkes var. Yukardaki kriterlere uyan kaç Çerkes köyü vardır diye düşünmeden edemedim. Gene döndüm dolandım, coğrafya kaderindirde bilendim…
Günümüzde Çerkeslerin ana yurdu olan Kafkas Dağları’ndaki bir yerlerde az sayıda Çerkes yaşıyor. Dünya herkesin vatanı. Bütün milletler dünyaya saçılmış durumda. İsteyen istediği yerde yaşayabilmeli elbette. Ancak isteyenin istediği zaman geri dönebileceği bir ana vatanı da olmalı, öyle değil mi?
Nerede yaşadığından da önemlisi nasıl yaşadığın değil mi?
Hangi soydan gelirse gelsin, nerede yaşıyor oluşa olsun, bütün Çerkeslerin bildikleri alıştıkları gibi yaşamaya devam edebilmelerini dilerim. Çerkeslerin olmazsa olmazı olan, temizliği ve nezaketi baş köşeye yerleştirmiş, zarif danslarla zenginleştirilmiş ve özgürlüklerine helal gelmemiş bir yaşamı bütün halklar için dilerim.
Güzelliği ve özgürlüğü herkes hak ediyor. Ancak dilemekle olmuyor, uğruna mücadele edebilenler elde ediyor…