Duygusal dostlarımız atları defalarca izlediğim Veliefendi’ye; bu kez Gazi Koşusu için konuk olacaktım.
“Türk Atçılığının Derbisi” olarak tanımlanan bu koşu hakkında fazla bilgim yoktu. O yüzden, ilgili yayınlara göz atmakta büyük yarar bulunuyordu… Ulu Önder’in, Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu günlerinde bile hayata geçirilmesini istedikleri arasında Ankara’da at yarışı düzenlenmesi de vardı.
1920’deki yarışa “Müdafaa-i Hukuk Mükâfatı Koşusu” adının verilmesi; bu organizasyonlar ile Kurtuluş Savaşı arasında bir bağlantı kurulduğuna ve böylece halkın moralinin yüksek tutmak amaçlı olduğuna işaret ediyordu.
İlki 10 Haziran 1927’de düzenlenen Gazi Koşusu’nda, en çok (dokuz kez) Mümin Çılgın’ın bindiği atlar birinci gelmişti. Ahmet Çelik de art arda yedi kez bitişe ilk varmanın mutluluğunu yaşayarak erişilmesi zor bir rekora imza atmıştı. 1932’den itibaren sadece ülkemizde doğan üç yaşındaki tayların katıldığı yarış, Batı dünyasıyla eşdeğer bir ‘derbi’ olmuştu. Az sonra izleyeceğim koşuda boy gösterecek taylar ilk kez iki bin 400 metrede nefes kesecek bir mücadele sergileyecekti.
Ne kadar büyük bir ilgi olduğu, Veliefendi’nin çevredeki trafik yoğunluğundan ve kapıdaki kalabalıktan hemen anlaşılıyordu. Bahçeye girer girmez ise “iğne atsan yere düşmez” bir görüntüyle karşılaştım.
O bunaltıcı sıcağa karşın; ne yana bakarsam bakayım, yediden 70’e insan kaynıyordu.
Atlar, görücülerin beğenisine sunulmuş genç kızlar gibi padoka çıkartıldığında, dikkatimi ilk çekenlerden biri 16 numaralı at oldu; ister istemez. Çünkü onun başlığı ile jokeyinin giysisinde aramın en iyi olduğu renk mavi ağırlıktaydı. Bu yüzden, bakışlarımın üzerinde odaklanması kaçınılmazdı. Birkaç saniyeliğine göz göze geldiğimizde, “Beni dikkatli izle” der gibi geldi bana.
Her “Atatürk” denildiğinde….
Yarışı izlemek için basın tribününe girdiğimde, koşuyla ilgili yapılan konuşmalar da kulaklara ulaşmaya başlamıştı. “At yarışları, modern toplumlar için bir ihtiyaçtır” diyen Atatürk’ün adı her geçtiğinde, yükselen coşku ile alkış sesleri; gazeteciliğin yanı sıra yazarlık yapan ve O’nunla ilgili kitap da kaleme almış biri olarak beni fazlasıyla hoşnut etmişti.
Koşunun başlamasıyla birlikte binlerce kişinin gözlerinin olduğu gibi benimkiler de atların üzerine yöneldi. Tozu dumana katmanın örneklerinden birini veren 22 tay zemine nallarının izini bırakıyordu.
Gözden kaçırmamaya çalıştığım Urfa Aslanı, son viraja girmeden atağa kalktı. Ardından liderliği ele geçirerek, kendisini zorlayan, Kv-8 Tevfik Çelikoğlu Koşusu’nda peşinden ikinci geldiği Qualizto’yu bu kez arkasına taktı. Ve 2.30.35’lik derece, bir buçuk boy farkla koşuyu ilk sırada noktaladı.
Günler sonra ikinci karşılaşma
Yarış bu şekilde sonuçlanınca; bakışlarından ne kadar iddialı olduğu anlamını çıkardığım Urfa Aslanı’nı yakından görmeye karar verdim.
Birkaç gün geçsin de Veliefendi’ye tekrar gider, izin alınabilirse amacıma ulaşabilirdim.
İşler istediğim gibi gitmişti… Tam 13 yarışmada beş birincilik, altı ikincilik ve iki üçüncülük keyfi yaşamış şampiyonun yanındaydım. Bu gözlerimizin ikinci selamlaşmasında, “Beni dikkatle izlemeni önermiştim. Gördün, dediğimi yaptım” anlamında baktı. Ben de kendisini kutladığımı yansıtan bir bakışla karşılık verdim. (Aşağıdaki fotoğraf)
Sonra antrenörüyle lafladık biraz. Ve anladım ki el bebek gül bebek bakılıyor Urfa Aslanı’na. Tamam yarışı kazanan o ama bu başarının arkasında eski bir jokey ve sahibi Selim Kaya, katıldığı 18 yarışın 16’sında sırtında taşıdığı Mehmet Kaya, antrenör Velat Karakuş, menajer Erkan Gökçe ile seyis Can Gökçe’den oluşan bir ‘aile’ var.
Velat Karakuş’un söylediğine göre; yalnızlıktan hoşlanmayan ve çok hareketli bu dört nallı arkadaş, başka atlarla ya da insanlarla birlikte olunca, keyfi zirve yapıyor. O nedenle ahırda zaman geçirmeyi pek sevmiyor; varsa yoksa dışarısı.
Söz tekrar taze zafere geldiğinde, “Gazi Mustafa Kemal adına düzenlenen bu koşuya katılmak şeref, kazanmak da büyük onur” diyor Karakuş. Bu tümcenin noktası konulur konulmaz, hemen yanı başımızdaki Urfa Aslanı öyle bir şahlanıyor ki… “Konuşmayı duydu da coşkusunu, Ulu Önder’e olan sevgisini bu şekilde ortaya koyuyor” diye yorumluyorum; gözlerime bayram ettiren bu göğe doğru yükselişini. (Manşet fotoğrafı)
Nurettin İğci