Burdur, Göller yöresinin küçük ama şirin kentlerinden biri… Antalya ve Isparta’ya yakın olan bu kent son yıllarda gelişen turizm potansiyeli ile adını duyurmaya başladı. Biz de haziran başında rotamızı buralarda görmediğimiz iki antik kente gitmek için Burdur’a çevirdik.
Daha önce de gittiğimiz kente bu sefer değişiklik olsan diye son yıllarda tekrar çalışmaya başlayan Göller Ekspresi ile gittik. İzmir-Burdur-Isparta arasında her gün karşılıklı yapılan bu yolculuklarda İzmir’den 23.05’te kalkan tren yaklaşık 7.30 civarında Burdur ve Isparta’ya ulaşıyor.
Ancak tren Burdur’a uğramadan Burdur-Isparta arasında yer alan Gümüşgün İstasyonu’nda Burdur yolcularını bırakarak Isparta’ya doğru gidiyor. Burdur’a 25 kilometre uzaklıkta olan Gümüşgün İstasyonu’nda bekleyen otobüsler Burdur yolcularını alarak otogar ya da tren istasyonuna kadar götürüyor.
Burdur’a ilk defa gidecek olanlara burada ne yenir içilir, nereleri gezilir konusunda kısa bilgiler verip asıl konumuz olan Sagalasos ve Kibyra antik kentlerini anlatmaya çalışayım.
Burdur küçük bir kent olduğu için merkezde görülecek yerleri çok kolay bir şekilde gezebilir, alışveriş yapabilirsiniz.
İlk olarak Burdur Arkeoloji Müzesi mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Küçük bir müze ama Sagalasos ve Kibyra antik kentlerinden çıkarılan heykel, lahit, friz, vb. eserler bu müzede sergileniyor. Müzeyi gezdikten sonra hemen yakınında yer alan Saat Kulesi ve Ulu Cami’yi gezebilir, Burdur’un eski dükkanlarının da yer aldığı sokaklarda alışveriş yapabilirsiniz.
Burdur’un her köşesinde yöreye özgü ceviz ezmesi ve haşhaşlı çöreklerin tadına bakıp ünlü Burdur şiş ile bir öğle yemeği yiyebilirsiniz. Ayrıca Saat Kulesi’nin hemen altında yer alan Kayımoğlu dondurmaları da buranın en eski ve tanınmış esnaflarından ve gerçekten çok güzel dondurmaları var. Bir de kaymaklı kabak tatlısı bulursanız hiç düşünmeyin.
Merkezde yer alan Doğa Tarihi Müzesi ve Taşoda Konağ’ını diğer görülebilecek yerler arasında sayabilirim. Buraya kadar gelmişken Burdur alacası ve lavanta almadan dönmeyin. Gül ve gül ürünlerini Isparta’ya kaptırdıklarını söyleyen yerel üreticiler, lavanta konusunda ise bir hayli iddialı, bunu da Isparta’ya kaptırmayacaklarını anlatıyorlar. Burdur alacası ise özel bir dokuma ve el baskısı süslemeleri ile kadın emeğini yansıtan çok güzel yöresel el sanatları ürünü…
Son yıllarda bölgeye tur düzenleyen firmalar, başta Salda Gölü ve Sagalasos’u ön plana çıkarıp bu turlara katılanları gül ve lavanta tarlalarına götürüyorlar. Özellikle Salda Gölü “Türkiye”nin Maldivleri” diye pazarlanarak aslında göle büyük bir kötülük yapılıyor. Bu göle gitmek ve kenarında fotoğraf çektirmek son yıllarda sanki bir modaya dönüştü. Gölün 30-35 yıl önceki halini bilen biri olarak kesinlikle göle girişte bazı katı yasaklar getirilmeli diye düşünüyorum, yoksa yakında Salda Gölü diye bir şey kalmayacak.
Burdur’da gezilecek bir başka yer de İnsuyu Mağarası… Burdur-Antalya karayolu üzerinde Burdur’a yaklaşık 12-13 kilometre uzaklıkta olan mağara, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1.derece doğal sit alanı olarak ilan edilmiş. Burdur’dan Ağlasun ve Bucak yönüne giden minibüslerle mağaraya kısa sürede ulaşabilirsiniz. Kapalı alan korkunuz varsa yaklaşık 600 metre uzunluğunda olan bu mağaraya girmenizi pek tavsiye etmem.
Yine Burdur Gölü (yukarıdaki fotoğraf) de burada görebileceğiniz ve eğer ilgi duyuyorsanız çeşitli kuşların gözlemini yapabileceğiniz bir başka doğal güzellik. Burdur merkeze çok yakın olan ve çevresi yöre halkı tarafından piknik/mangal alanı olarak kullanılan gölün suları da son yıllarda hızla çekiliyor.
Gelelim asıl konumuz olan Sagalasos ve Kibyra antik kentlerine…
Sagalasos antik kenti tur firmalarının gözdesi ama Kibyra öyle değil. Daha önceki gezi yazılarımda da bahsetmiştim, turla gittiğiniz zaman doğal olarak bir düzene bağlısınız. Ayrıca hem zaman kısıtlı hem de dilediğiniz gibi gezemiyorsunuz. O yüzden biz bu antik kentlere birer gün ayırarak doya doya gezdik.
Sagalasos’a gitmek için-bizim gibi özel aracınız yoksa-otogardan kalkan Ağlasun minibüslerine binmeniz gerekiyor. Otogara gitmeden de Köprübaşı denilen ve merkeze çok yakın olan bir yerden binebilirsiniz. Burdur- Ağlasun arası yaklaşık 35 kilometre ve 45 dakika civarı Ağlasun’a ulaşabiliyorsunuz. Yolun yarısı anayoldan ayrıldıktan sonra virajlı da olsa yemyeşil bir coğrafyadan geçiyor, dağlara doğru tırmanıyorsunuz. Bir zamanlar nüfusu 15 bini geçen Ağlasun, şimdilerde 4 binin altına düşmüş ve resmi-özel birçok kurum kapanmış ya da taşınmış…
Sulak ve çeşitli ağaçlar bakımından zengin bir coğrafyası olan Ağlasun’da ceviz-elma-kiraz meşhur. Bunların dışında hayvancılık temel geçim kaynakları arasında ama gençler, Antalya ve Isparta’ya okumaya/çalışmaya gittiği için ilçenin nüfusu sürekli azalıyormuş. Halkın en büyük şikayeti, son yıllarda Sagalasos’u görmeye binlerce turist geldiği halde bunların ilçe merkezine uğramadığı ve yöre halkına ekonomik bir kazanç sağlamadığı yönünde.
Tabii ki bu konuda yerel yöneticilere büyük görevler düşüyor. Gelen tur firmalarını merkeze çekecek cazip projeler geliştirmeleri gerekir. Misal, merkezde yer alan ve yaklaşık 1200 yaşında olduğu söylenen ulu çınarın tanıtımı yapılabilir. Yöresel organik ürünler ile ceviz elma kiraz gibi meyveler gelen misafirlere sunularak yöre halkının ticaret yapması sağlanabilir. Ayrıca Ağlasun ve çevresi dağ ve orman turizmi için son derece uygun yerler barındırıyor. Buraları keşfeden ve ilk yatırımı yapan turizmciler köşeyi döner, benden söylemesi…
Yaklaşık 1500 metre yükseklikte kurulmuş Sagalasos’a ulaşmak için buradaki minibüsçüler derneği tarafından organize edilen başka bir araçla 7 kilometrelik bir yolu daha gitmeniz gerekiyor. Eskiden bu hatta çalışan taksiler varmış ama çok müşteri olmadığı için şimdi yok.
Normalde 2-3 saat zaman ayırarak Sagalasos’u rahat rahat gezebilirsiniz. Biz biraz abartarak yaklaşık 4-5 saat köşe bucak her yerini gezmeye çalıştık… Yaz aylarında buraya gelmenizi tavsiye etmem. Hem çok geniş bir alan hem de zorlu bir parkuru var. O yüzden bahar ayları en uygun zaman olur.
Sagalasos’un en muhteşem yapısı tabii ki Antoninler Çeşmesi (manşet fotoğrafı)… Yaklaşık 1800 yıldır akan bu çeşme gerçekten görülmeye değer muhteşem bir eser. Ayrıca geniş bir alana dağılan bu kentte, nekropol ve kaya mezarlarını, tiyatroyu, Neon Kütüphanesi’ni, çömlek atölyelerini, Hadrian Çeşmesin’i, agora, meclis binası, kilise ve tapınakları, İskender Tepesi’ni görebilir ve adı geçen çeşmelerden su içebilirsiniz.
Sagalasos ile ilgili eleştirim; bu kadar çok yerli yabancı turist çeken bir yerin çevresinde doğru dürüst oturup zaman geçirecek, alışveriş yapacak veya bir şeyler yiyip içebileceğiniz tesis yok gibi. Sadece küçük ve sınırlı hediyeleri olan 1-2 dükkan ve tuvalet var, o kadar. Bir de ulaşım sadece ilçe merkezinden kalkan tek bir araçla sağlanıyor.
Gezimizi tamamladıktan sonra biz de bu araçla geri dönmek yerine biraz macera yaşamak biraz da o muhteşem doğayı yakından görebilmek adına yürümeyi seçtik. Yaklaşık 7 kilometre olan bu kıvrımlı iniş yolunu bazen keçi çobanları ve sürüleri ile bazen tepeden yemyeşil Ağlasun görüntüleri ile tamamladık. Biraz yorulsak da gerçekten çok güzel ve farklı bir deneyim oldu. Gidenlere tavsiye ederim dönüşte yürüyün ama yazın değil, biz şanslıydık çünkü kapalı ve serin bir hava vardı. Bir de çok küçük çocuklu ailelere bu tip yerleri pek önermem.
Bu güzel antik kent gezimizden bir gün sonra rotamızı Burdur’un ikinci büyük ilçesi Gölhisar’a çevirdik. Burdur’a yaklaşık 107 kilometre uzaklıkta olan bu ilçeye yaklaşık 2 saat süren bir yolculuk ile ulaşabiliyorsunuz. Buraya otogardan kalkan ve Köprübaşı’ndan geçen minibüsler ile gidip gelmek mümkün. Kibyra Antik Kenti’ni görmek için sabahın erken saatlerinde yola düştük. Kibyra, Gölhisar merkeze yürüme mesafesinde ve yaklaşık 1-1.5 kilometre yolu mahalle aralarında, dalından erikler toplayarak girişe ulaşabiliyorsunuz.
Sagalasos kadar tanınmayan Kibyra Antik Kenti bence yakın gelecekte adını çok fazla duyuracak. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi adına yürütülen kazılar 2006 yılında başlamış ve halen çalışmalar devam ediyor. Kazı başkanı Şükrü Özüdoğru hocanın dediğine göre kentin şu an ancak yüzde 10’u gün yüzüne çıkarılabilmiş durumda.
Kent denizden yaklaşık 1200 metre yüksekliğinde tepeler üzerinde kurulmuş çok geniş bir alana yayılıyor. Girişten itibaren bir süre yürüdükten sonra sizi ilk olarak anıt mezarlar ve daha sonra yarısı yıkılmış büyük bir Stadion karşılıyor. Yaklaşık 10 bin kişilik ve hemen hemen 200 metre uzunluğunda olan Stadion’u gezerken yüzlerce yıl önce bu arenada dövüşen gladyatörleri hayal ediyorsunuz. Kentte bulunan ve gladyatör dövüşlerini sembolize eden frizler, şu an Burdur Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Ayrıca Stadion’un hemen girişinde bir de anıt mezar bulunuyor.
Yola devam ettiğinizde bu kez karşınıza yukarı ve aşağı Agora çıkıyor. O tarihi yolda yürüyüp çarşının ortasındaki canlı balık havuzundan hayali alışveriş yaparken uzaktan anıtsal çeşmenin uç kısmını görüyorsunuz. Agorayı gezmeyi ve alışverişi bitirdikten sonra heyecanla o anıtsal çeşmeye yürüyoruz. Bizim şansımıza 1 gün önce su verilmiş çeşmeden akan suyun şırıltısı bizi karşılıyor. Gerçekten şanslıyız, hem hava koşulları çok uygun hem Medusa açık hem de 1300 yıl sonra su verilmiş çeşmeyi görebiliyoruz.
1300 yıl sonra bu çeşmeden tekrar akan suyu belki de ilk görenler olarak gururlanıyoruz.
Demircilik, dericilik ve at yetiştiriciliğinde oldukça ünlü olan Kibyra’nın bir zamanlar 30 bin kişilik çok büyük bir orduya sahip olduğu biliniyor. Roma İmparatorluğu ile eşit konumda yapılan anlaşma ve sözleşmeler kentte çıkarılan yazılı kitabe ve anıtlardan öğrenilebilir.
Anıtsal çeşmeden sonra en çok görmek istediğimiz 3600 kişilik Odeion (müzik evi) içinde yer alan Medusa için hızlanıyoruz. Bir zamanlar üstü kapalı olan Odeion orkestrasının tam merkezinde kırmızı, yeşil ve beyaz mermerlerden yapılmış, yılanlardan oluşan saçları ve insanları taşa çeviren bakışlarıyla Medusa figürü, yapım tekniğiyle kendi türünde bilinen tek örnek olduğu söyleniyor.
Gerçekten nereye giderseniz gidin sizi gözleri ile takip eden Medusa hayranlık uyandırıyor. Kış aylarında ise zarar görmesin diye kapatılıyormuş. Yani Medusa’yı görmek isterseniz mayıs-kasım arası gelmeniz gerekiyor.
Yine tam gün ayırdığımız Kibyra’da Roma hamamını, tiyatroyu, basilikayı, gymnasionu gezip doğanın içinde Gölhisar’ı da tam tepeden gözlemleyerek gezimizi tamamlıyoruz. Ancak burada üzücü olan konu, Kibyra’nın Sagalasos ile kıyaslanmayacak ölçüde az olan ziyaretçi sayısı. Biz gezerken saatlerce kimselere rastlamadık. Bunun en büyük nedeninin Gölhisar ilçesinin Burdur’a olan uzaklığı yüzünden tur firmalarının fazla ilgi göstermemesi olduğu söyleniyor.
Şimdilik Kibyra adını belki duyanlar ve gezenler çok az ama kazılar ilerleyip Kibyra kentinden yeni kalıntılar gün yüzüne çıkarılınca sanırım çok daha fazla ziyaretçi sayısına ulaşılacak.
Bu anlamda Kibyra Antik Kenti’ni gezip gördüğümüz için kendimizi çok şanslı sayıyoruz. Özellikle anıtsal çeşmeye su verildikten 1 gün sonra gelmemiz herhalde en büyük şansımız oldu. Kibyra Antik Kent gezimiz sırasında bize yardımcı olan ve bizi ağırlayan İsa Eryurt dostumuza da buradan selamlar olsun.
Son bir tavsiye: Eğer bu tür yerleri gezip görmeye karar verdiyseniz gelmeden önce gezeceğiniz yerler ile ilgili çok sayıda yazılar okuyun, videolar izleyin.
Bir başka gezi notlarında buluşmak üzere esen kalın…
Not: Fotoğraflar yazara aittir.