Çocukken dinlediğim tüm masallar “…ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar” cümlesi ile biter ve başımıza düşen üç elmanın sevinci ile tamamlanırdı.
Etrafımdaki tüm büyüklerimden mutluluklarını nasıl deneyimlediklerini gözlemleyerek büyüdüm. Aslında hepimiz bu gözlemler ile şekilleniyoruz.
Mesela bende o döneme dair en öne çıkan mutluluk tanımı “emekli olmak” idi. Çünkü emekli olunca mutlu yaşamın yaşanabileceğine dair bir inanç geliştirmiş ailem vardı. Emekli olunca ev alınacak, araba alınacak, gezilecek, bahçe yapılacak, torun bakılacak diye liste uzar giderdi…
Trajikomik olansa, annemin 60, ağabeyimin ise 43 yaşında vefat etmesidir. Üstelik ikisi de emekli olmuştu.
Bu benim mutluluk kavramını tamamen yeniden tanımladığım bir dönüm noktası oldu. Artık mutluluk benim için bir sonuç değil bir süreçti.
Bu süreci pratik ederken fark ettiğim şey ise, niyetlerim ve eylemlerimin birbiriyle uyuşmaması oldu.
İçsel dünyamızda çeşitli istekler, hedefler barındırırken bu niyetlerimizi gerçekleştirmek için gerekli adımları atamamaktayız.
Oysaki niyetlerimiz bizi ileriye taşımak ve motive etmek için kullanmamız gereken çok güçlü araçlardır. Bence mutluluk tanımı da tam olarak bu alana yerleşiyor.
Günümüzde ise değerlerimizin altüst olması ile bize dayatılan tüket, yok et, parçala, böl, ez kavramları bu tanımı içselleştirmemizi çok zorlaştırıyor. Kültürümüzü, geleneklerimizi kaybettikçe insan psikolojisinin derinliklerinde yatan bu çelişkili ve karmaşık durumu sade ve sakin bir şekilde deneyimlemek imkânsız hale gelebiliyor.
Bazı toplumlar hâlâ bu anlamda mutlu yaşam felsefelerini korumaya çalışıyorlar. Bu anlamda aşırılıktan uzak, sıcaklık veren akımlar “Lagom”, “İkigai”, “Hygge” üzerine kitapçılarda kitaplar bile bulabilirsiniz.
Bu kitaplar anda kalmanın, kendimize vakit ayırabilmenin, sevdiklerimizle kaliteli vakit geçirmenin muhteşemliğini ve ihtiyacın yoksa almamanın, sadeliğin, sakinliğin, elimizdekilerin yeterli olduğunu bilmeyi öğrenmenin mümkün olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Japonların “var olma sebebi” olarak tanımlanabilecek “İkigai” felsefesinde bireyin hayatında kendisini motive eden şeyi bulmaları esastır. Mesela bizdeki gibi emeklilik anlamına gelen bir kelimeleri yok. Herkesin mutlaka bir hobisi var. Bu yüzden süreçte mutlular ve emekli olacakları günü iple çekmiyorlar. Doyana kadar yememek, kısa yürüyüşler, günlük küçük egzersizler, doğa ile bağ kurmak, şükretmek, iş dışında bir hobi edinmek bu felsefenin önemli prensipleridir.
Paulo Coelho ne güzel söylemiş:
“Kendinden başka bir şeye ne kadar çok bağımlı olursan, o kadar az mutlu olursun. Mutluluk kendine yetebilmektir.”
Namaste…