Üst kat komşum, sevgili dostum Vladimir İvanoviç’le muhabbet konusu bulmakta zorlandığım zamanlar bazen böyle çok da anlamı olmayan bir soruyla başlıyorum. “N’aber, ne yok gibi?..” Nasıl olsa laf lafı açar diye…
“Bilmem, neler oluyor?” diyor.
Laf ola, beri gele yani.
Aslında konu çok da acaba hangisinden başlamalı konuşmaya?..
Güzel bir bahar gününde, mutfakta, bizim bütün avluyu gören pencerenin önündeki masada oturmuş çaylarımızı yudumluyoruz. Çiçekler açmış, yapraklar kendini göstermiş; avlu yemyeşil…
Rusya’da her yıl güncellenen Ulusal Endişe Endeksi araştırmasının sonuçları açıklanmış. Yılın ilk çeyreği itibarıyla toplumda en çok endişe yaratan unsurlar sabotaj, özel askeri operasyonun seyri ve Ukrayna kilisesine yönelik baskılar şeklinde sıralanmış.
Sosyal medyada yapılan paylaşımları dikkate alan araştırmayı haberleştiren Kommersant gazetesi, “nöral ağ” tabir edilen yapay zeka teknolojilerinin bu yıl ilk kez toplumda endişe uyandıran unsurlar arasında yer aldığına dikkat çekmiş.
Buna göre Rus toplumu yapay zekanın bilim kurgu filmlerinde olduğu gibi insanların kontrolünden çıkmasından büyük kaygı duyuyormuş.
Ben düşünürken Vladimir İvanoviç, “Biliyor musun, geçen gün seninle yaptığımız sohbetlerden çok keyif aldığımı fark ettim” dedi.
Sevindim.
Canım daha fazla iltifat mı istiyordu ne, konuyu tahrik edici bir noktaya taşıdım.
“Hani yenilerde GPT-4, Chat GPT gibi gelişmiş sistemleri konuşuyor ya herkes, belki yakın bir gelecekte sen de benim yerime bir Chatbot’u, yani bir sohbet robotunu tercih edersin” diyorum.
“Yok yahu, olur mu hiç, senin sohbetinin yerini tutmaz,” diyor gülerek, “İçin rahat olsun, hem robotlar henüz insanlar kadar muhakeme yapamıyorlarmış” diye cevap veriyor.
***
Çok değişik bir zaman diliminde yaşıyoruz. Herkesin dilinde “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözü var.
Olmayacağı belli, ama ne, nasıl olacak?
Nietzsche, -filozof olanı- bir keresinde, büyük değişikliklerin hiç fark ettirmeden parmak ucunda geldiğini söylemiş.
Ama şimdilerde pek öyle değil, her şey nerdeyse adeta ışık hızında değişiyor.
Babaannem, hikayelerinin arasına “Ben kaç padişah, kaç vezir-i azam gördüm biliyor musunuz?” lafını sokuştururdu. Etkilenirdim kuşkusuz, ancak yaşamımın şu evresinde geriye baktığımda hayatımıza giren olayları düşününce şaşırıyorum. Ben bile şahsen şu ahir ömrümde dünyanın değişimine dair daha nelere tanıklık edeceğim diye düşünmeye başladım.
***
İyimser olmak istiyoruz. İnsanlık daha güzel günleri hak ediyor.
Ancak içimizi karartan, ürküten şeyler var. Hala büyük bir savaşın dünyamızı yeniden tarumar edeceği korkusunu taşıyoruz.
Yaşayıp göreceğiz demek doğru değil. Daha adil, sevginin, hoşgörünün, barışın hakim olduğu, sömürünün olmadığı, halkların kardeşçe yaşadığı bir dünya için çaba sarf etmek gerekiyor.
Hoop atlayıp, liyakat sorununa geliyoruz. Zira dünyada pek çok ülkede vasıfsız liderliklerin hakimiyetine şahit oluyoruz.
“Hey allahım yarabbim, Winston Churchill’i, Franklin D. Roosevelt’i, De Gaulle’ü de arayacak hale mi gelecektik?” diye söyleniyorum.
“Hasmın bile olsa liyakat arıyorsun karşındaki adamdan” diyor Vladimir İvanoviç.
“Peki, yapay zekanın da liyakatli, liyakatsiz olanı olacak mı?” diye araya çomak sokup, yine ciddi devam ediyorum:
“Bence bu çok önemli, iyi insanların doğru yönde ciddi çabalarına ihtiyaç var.”
İtalya’da Ascoli Piceno kasabasında bulunan 1529 yılında yazılmış bir duvar yazısında şöyle yazıyormuş:
“Yapabilen istemiyor
İsteyen yapamıyor
Bilen yapmıyor
Yapan bilmiyor
Ve Dünya böyle kötüye gidiyor.”
Eski bir dert yani. Bu durumdan kurtulmak gerekiyor.
Kararlı, güçlü toplumsal iradeler gerekiyor dünyanın iyiye gitmesi için.
İşin özeti bu.
***
Geçenlerde çok eskilerden, aynı şirkette birlikte çalıştığımız sevdiğim, değer verdiğim bir iş arkadaşımla, Ergun’la sosyal medya sayesinde birbirimizi yeniden bulduk.
Sosyal medyadan arkadaşım olan ablası, benim bir yazımı onunla paylaşmış. Birlikte çalıştığımız zamanlarda büyükçe bir dış ticaret sermaye şirketinin ihracat müdürü olan bendeniz seneler sonra karşısına bir köşe yazarı olarak çıkmışım.
Oluyor böyle şeyler hayatta.
Vladimir İvanoviç, “Ne mutlu sana, sevinmişsin belli” diyor.
Evet, sevinmiştim. Sosyal medyanın bazı olumsuz yanlarından şikayet etsek de hayatımızı değiştirdiği kuşkusuz.
Ergun’la işten, güçten, eski iş arkadaşlarından konuşurken Niyazi Abiyi kaybettiğimizi öğrendim. Hüzünlendim.
Artık neredeyse eski kuşaktan kimselerin kalmadığı şirkette eskilerden kalan bir yadigar, gençlerin yol göstericisi, eski muhasebecilerin son temsilcisiydi o. Niyazi Abi, bilgisayarın hayal, her şirketin kafasına göre hesap planının olduğu zamanlarda, yevmiye defterini, kasa defterini mürekkepli kalemle, itinayla yazardı. Bilgiler hatalı yazıldığında silinmezdi. Yazısı kötü olanlara günlük muhasebe kayıtları yaptırılmazdı.
Niyazi Abi, bir dönem elektronik hesap makinesine bile şüpheyle bakardı. Güvendiği Facit mekanik kollu hesap makinesinin ise ustasıydı.
Aniden gidivermişti.
Bilgisayarlı muhasebe devrine intibak edememiş, kalbi daha fazla dayanamamıştı belki.
İnternetin, akıllı telefonların ve hatta faksın olmadığı bir dünyadan, eski zamanlardan anılar birden canlandı belleğimde.
Niyazi Abi ile PTT’den emekli teleks operatörü Saliha Hanımın aynı liseli aşıklar gibi birbirlerini gizliden sevdiklerini duyardık.
Saliha Hanım, bizim müsvedde kağıdına elle yazdığımız mesajları teleks makinesinde inanılmaz bir hızda yazardı. Mesajı kağıda basar, getirirdi. Biz düzeltmeleri yaptıktan sonra teleks şeridinde hatalı yerleri parmakları ile yoklayarak bulur, orasından yırtar, ekler, düzeltmeyi yaptığı şeride aktarırdı.
Saliha Hanım da varmış Niyazi Abinin cenazesinde.
Şimdi ne Niyazi abinin, ne de Saliha Hanımın mesleki becerilerinin bir anlamı kaldı.
Sadece onlarınki mi?
Teknolojinin gelişmesi, robotik bilimlerin yükselişte olması ve hepsinden önemlisi yapay zekanın durdurulamaz bir hızla akıllanarak insanların yapabildiği pek çok işi yapabilmeye başlaması birçok insanın mesleğini tehdit ediyor.
“Birçok meslek sona erecek.”
“Hangileri mesela?”
“Doktorluk bile mesela.”
Eskinin bildiğimiz muteber mesleklerinin yerini teknolojik rakipleri alacak bu gidişle.
Sayıyorum.
Konuştuğumuz gibi teknolojik yeniliklerin en önemli dezavantajı birçok mesleği ortadan kaldırması, en azından köklü dönüşüme uğratması ve sonunda birçok çalışanın işini kaybetmesine yol açması.
Halen insanlar tarafından yürütülen birçok işin gelecekte makinelerin yapay zekâsıyla yapılacağı şimdiden belli. Gelecekte mesleğinden olacak ya da meslek alanı daralacak kişiler arasında; fabrika çalışanları, şoförler, pilotlar gibi muhasebeciler- mali müşavirler de sayılıyor.
Kafaları karıştıran pek çok konu var.
“Başka hangi meslekler?”
“Kalpazanlık örneğin.”
“Aman çok üzüldüm!”
“Dijital para, madeni ve kağıt parayı ortadan kaldırınca sahte para basan kalpazanlar da işsiz kalacak. Kalpazanlık tarihe karışacak,” diye ekliyorum.
“Ohoo, sen öyle zannet, insan evladı daha ne kalpazanlıklar icat edecek bak göreceksin.”
***
Eskiden makineler onları rakip gören işçiler tarafından kırılıyordu.
19. asırda İngiltere’de tekstil işçileri, iş gücünden tasarruf sağlayan makinelerin fabrikalara yerleştirilmesiyle işsiz kalacakları endişesiyle tepkilerini makineleri kırarak ortaya koymuşlardı. Sevgili arkadaşım Yıldırım Koç’un bir makalesinde yazdığına göre; Ned Ludlam isimli bir çırak, ustası tarafından azarlanınca kendisini kaybetmiş ve eline geçirdiği bir çekiçle çorap dokuma tezgahını parçalamıştı. Daha sonraları onun isminden hareketle bu tür eylemlere tarihçiler tarafından Ludizm denilmişti.
Bugün de Batı’da işçiler kendilerini işsiz bıraktığı gerekçesiyle göçmenlere düşmanlar. Halbuki istihdam yapısını kökten değiştirecek olan robotlar geliyor geriden.
“Güya pek çok meslek ortadan kalkacak, işçilerin yaptığı işleri işverenler robotlara yaptıracaklarmış.”
“Peki, yapay zeka, robotlar kullanılmaya başlanınca patronlar, çalışanlarını kovup robotlarıyla baş başa mı kalacak?”
“Belki teknolojinin, üretici güçlerin gelişmesiyle, üretim artacak, mallar ucuzlayacak. İşgücü daha rafine alanlara kayacak.”
Bir rivayete göre vaktiyle Henry Ford, otomobil fabrikasında greve giden işçilere kızıp “Hepinizi atar, yerinize robotları koyarım” deyince, bir işçi “Otomobilleri de robotlara mı satacaksın?” demiş.
Her teknolojik ürünün pazara ihtiyacı vardır. Yoksa üretilmezler. Yani müşteri velinimettir.
***
Peki, komplo teorisi üretenlerin dediği gibi yapay zeka insan üzerinde bir üstünlük kurup, ona hükmedebilir mi?
Hocaların hocası Profesör İonna Kuçuradi hocamız, “Robotların insanlaştırılmak, insanların da robotlaştırılmak istendiği bir zamanda yaşıyoruz” demiş.
“Ben insanların robotlaştırılmasına şiddetle karşıyım” diyorum Vladimir İvanoviç’e.
“Aynı şekilde düşünüyorum, insan eksenli bir yaşam felsefem var; ancak teknolojinin gelişmesine kesinlikle karşı olunamaz ve zaten karşı da durulamaz. Teknolojinin bütün imkanlarından sonuna kadar yararlanmak gerek. Tamam, bazı meslekler ortadan kalkacak, ama şimdilerde ismini bile bilmediğimiz yeni meslekler ortaya çıkacak,” diye onaylıyor o da.
Yapay zekâ da sonuçta bir makine.
İnsan icadı.
Yani bir üretim aracı.
Kodları yazılıp, tanımlanan görevine başlatıldıktan sonra enerjisi de sağlanıyorsa tıkır tıkır çalışır bu makineler.
***
“Peki sen bu metaverse’den bir şey anladın mı?” diye soruyorum Vladimir İvanoviç’e.
“Epey bir şey okuyup, video izledim. Biraz anladım gibi” diye cevap veriyor.
“Ne gibi?”
“Yeni bir ticari tezgah bence.”
“Benim de bir ‘metaverse’m var.”
“Oooo, maşallah hayırlı olsun,” diyor.
“Bak, sana bir anektod anlatayım. O zaman ne demek istediğimi anlayacaksın. Bunu Kafka ile ilgili olarak bir arkadaşım anlatmıştı, ben Dosto’ya da uyar diye biraz değiştirdim:
Tanrı bir gün Dostoyevski’nin yazdıklarına çok kızmış, “Bu adam da artık çok olmaya başladı, haddini aştı; yarattığı karakterlerle benimle aşık atabileceğini mi sanıyor!?” diye söylenmiş.
Birkaç zebaniyi çağırmış yanına.
“Rusya’da Dostoyevski diye bir yazar var. Gidip bulun, getirin bana onu” demiş.
Niyeti Dostoyevski’yi yakalayıp, cehennemine atıp, cezalandırmakmış.
Zebaniler yola çıkmış. Önce Petersburg’da aramışlar, bulamamışlar. Sonra Moskova’ya bakmışlar. Yok. Sibirya falan derken Rusya’nın altını üstüne getirmişler, ancak Dostoyevski’yi bir türlü bulamamışlar.
Daha da ileri gidip Avrupa’nın malum büyük şehirlerinde aramışlar. Yine yok.
Çaresiz geri dönmüşler.
Tepkisinden korka korka Tanrının huzuruna çıkmışlar, durumu anlatmışlar.
Tanrı küplere binmiş, zebanileri bir güzel azarlamış:
“Tabii bulamazsınız, bu adamın yarattığı kendi dünyası var, oraya bakmanız gerekirdi” demiş.
***
Çaylarımızı tazeledik.
Bir oraya, bir buraya; bir ileri, bir geri, daldan dala atlayarak konuşuyoruz.
Vladimir İvanoviç, “Konuştuğumuz gibi herkesin ağzında sözbirliği etmişçesine aynı laflar var: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” diyor.
“Gerçekten öyle gözüküyor.”
“Peki, bu bildiğimiz dünyanın sonu mu olacak? Değişen ne olacak ve yerine ne konulacak?
Değişime hazır mıyız?”
Benden cevap bekliyor, ama ben kısa bir cevap verebilecek durumda değilim. Düşünüp, tartışmak, uzun uzun konuşmak lazım.
“Bir Kızılderili sözü şöyleymiş: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Vladimir İvanoviç, “İnşallah o duruma gelinmeyecek” dedi.
“İyi olacak, gönlünü ferah tut. Güzel bir Çerkez atasözü varmış: Umudu olmayanın atı koşmazmış,” diyorum.
***
Dilekler ve temennilerle bitiriyoruz muhabbeti.
Rusların ağızlarından düşürmediği bir söz vardır ya onu tekrarlayayım diyor Vladimir İvanoviç:
“надежда умирает последней” (Nadejda umirayet pasledniy – Umut en son ölür ).
Ben de arkasından ekliyorum:
“Всё будет хорошо” ( Vsyö budut haraşo! – Her şey güzel olacak!).
mhyazici@yandex.ru