Güç, iktidar yetkisi ve yeteneği hükmetme düşüncesiyle insanlara uygulanan şiddet türüdür.
Günümüzde birçok yerde “şiddet kültürü” yaygın. Bir yanda ekonomik kaygılar, yüksek işsizlik oranı ve düşük gelir düzeyi ile yaşamlarını devam ettirmeye çalışan toplumun büyük bir kesimi var. Aile bağlarının yozlaştığı, şiddet, kadın ve çocuk istismarının, cinsiyet ayrımının yaşandığı, insan haklarının ihlal edildiği, gençlerin madde bağımlılığına kapıldığı korku, depresyon ve anksiyete gibi çeşitli fiziksel ve ruhsal sağlık sorunlarının yaşandığı koca bir toplum. Aklın hegemonyasında vicdanın yokluğunda hareket eden sistemler ve insanlara yaşattıkları…
Biliyorum ki birçok kişi benim gibi şiddetin kökenini merak ediyor. Şiddetin, çaresizliğin, anlamsızlığın, susmanın, ağlamanın içinde kaybolmak… Bu saydıklarımın hepsinin ortak bir rengi olsaydı kesinlikle siyah olurdu.
Demokratik bir aile anlayışına sahip olmayan toplumlarda itaat kültürü, baskı, gelenek, alışkanlıklar, şiddet ve güç kullanımını ile kadın pasifize edilir. Hele geniş bir aile ise, kadına yönelik şiddet o aile içerisinde bulunan bütün bireylerin yaşattığı bir şiddet türü olarak karşımıza çıkar. Kadına yapılan şiddet, fiziksel, ekonomik, cinsel, kültürel ve psikolojik biçimlerde olabilir. Kadının kişiliğini oluşturan değerlere zarar vermek, hakaret etmek, onurunu kırmak, haklarını çiğnemek, hırpalamak, örselemek, zedelemek, incitmek, yeri geldi mi zor kullanmak şeklinde yapılan şiddet davranışları kabul edilemez.
Psikolojik faktörler açısından bakıldığında, geçmişinde sevgisizlik, güven eksikliği yaşayan ve engellemeyle karşılaşmış insanlar şiddete daha çok eğilimli oluyor. Burada altını çizmek istediğin en önemli husus, geniş aile içinde yaşayan kadının aile bireyleri tarafından aşağılanması, sevgisiz bırakılması, ayrımcılık, alay, fiziksel, psikolojik, bilişsel yönlerden engellenmesi ve zorlanması.
Bu da bizi şu noktaya götürüyor: Sözlü şiddet insanda fiziksel şiddetten daha fazla olumsuz etki yapar. Mağdur durumdaki kadın ister istemez fail duruma düşerek çocuklarına şiddet uygulamaya başlar. Bilmiyorum, belki de bunun nedeni bazı atasözlerimizde ya da toplumun kullandığı ortak baskıcı dilde saklıdır.
Hiç hoşuma gitmeyen birkaç sözü paylaşayım:
“Kızını dövmeyen dizini döver.” “Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya kaçar ya zurnacıya.” “Dövülmeyen kadın tımarsız ata benzer.” “Kızın var, sızın var.” “Kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyeceksin”. “Erkektir, hem sever hem döver.” Gelinlikle girilen evden kefenle çıkılır.” “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.” “Yastık değişir kader değişmez” diye diye toplumu ne hale getirdiğimizin farkında değiliz. Bütün bu sözler itaati öne çıkaran mantığın ürünüdür.
Peki neden insanlar bu kadar duygusuzlaştı, duyarsızlaştı?
Bu durumun birçok sebebi var. Şiddetin yaşandığı bir çevrede büyüyen bir çocuğun ileride aşırı saldırgan bir karaktere sahip olması büyük bir olasılıktır. Sonuçta saldırganlık, fiziksel ya da psikolojik acıya yol açmayı amaçlayan kötü niyetli davranıştır. Hiç düşündünüz mü, neden erkekler kadınlara göre daha saldırgandır? Çünkü erkekler kadınlara göre daha az empati yapar, daha benmerkezcidir ve kavrama yeteneği daha azdır. Sosyobiyoloji sosyal davranışları canlıların evrimi ile açıklayan bir yaklaşım biçimidir. Bu yaklaşıma göre saldırganlık genetik temellidir. Ama ben ısrarla saldırganlığın öğrenilen, öğretilen bir davranış olduğunu söylüyorum.
Günümüzde insanların yaşadığı bütün sorunlara baktığımızda içler acısı olaylarla karşı karşıyayız. İnsanlar kendilerinin dışında akıp gittiğine inandıkları acılara, felaketlere, cinsel sömürüye, tecavüze, aile içinde şiddete, kadına karşı uygulanan istismara bir etki edemeyecekleri düşüncesiyle kayıtsız kalıyor. Çaresiz olduğunu düşündükleri için vurdum duymaz oluyorlar. Bu olaylar her gün tekrarlandığı için, bu görüntüler sıkça karşımıza çıktığı için insanlar acıyı normalleştirme yoluna gitmek zorunda kalıyor. Yani kendilerinden başkalarını düşünmenin zaman kaybı olduğunu düşünmesi ve ellerinden bir şey gelmeyeceği algısının yerleşmesi sağlanınca insanlar çaresiz bir şekilde seyirci durumuna düşüyor.
Bu noktada, toplumsal bir olgu olduğu gerçeğinden hareketle, şiddetin yeniden yaşanmaması için toplumun sağlam dinamikler üzerine inşasını sağlayan eğitim sisteminin uygulanması gerekiyor. Başta aile olmak üzere yazılı ya da yazılı olmayan kurallarla ve yasalarla güvence altına alınması gerekiyor.
Toplumsal kurum kuruluşlar bu konuda çalışma içerisinde olmalı. Unutulmamalı ki sevginin yokluğu insanda korku, ızdırap, çekişme, zulüm, hırs, şiddet, vefasızlık, ihanet gibi duygulara sebep olur.
Kötülük varsa bilin ki kötülüğü yapan insan sevgi yokluğu, sevgiye karşı susuzluk çekmektedir.
Eric Fromm’un dediği gibi, “İnsanın insana karşı acımasızlığına her yerde, acımasız savaşlarda, cinayet ve ırza geçmelerde, güçlünün güçsüzü sömürmesinde, işkence gören, acı çeken canlıların inlemelerine kimsenin kulak vermemesinde, bunlara herkesin yüreğini kapamasına tanık oluyoruz.”