Latince, Orta İtalya’da Tiber Nehri yakınlarındaki Latium bölgesinde Milattan Önce (M.Ö.) 753’te kurulan antik Roma’nın diliydi. Yaklaşık 1000 yıl boyunca Roma İmparatorluğu’nun yönetim dili olarak kullanımda kaldı. Latium’dan tüm imparatorluğa yayıldı, hatta Kuzey Afrika ve Orta Doğu’nun birçok yerinde baskın dil haline geldi.
Türkçeyi de yazmak için kullandığımız Latin alfabesi, Fenike ve Yunan alfabelerinden türetilen eski İtalik alfabelerden geliştirilmiştir.
Günümüzde Lazio olarak bilinen Latium, İtalya’nın en büyük idari bölgesidir ve 1900’de kurulan ünlü Lazio futbol kulübüne adını vermiştir.
Latince bilim, ticaret, din, hukuk ve kültür diliydi. Pek çok önemli edebi eser, özellikle Ovid, Cicero, Virgil ve Augustine’in eserleri Latinlerin dilinde yazılmıştır. “Justinianus Yasaları” olarak bilinen Bizans hukuk ilkeleri, 6. yüzyıl başlarında İmparator I. Justinianus döneminde Latince olarak derlenmiştir. Justinianus aynı zamanda Ayasofya’yı da inşa ettiren kişidir.
Hristiyanlık Roma’ya ilk geldiğinde ibadet dili Yunancaydı fakat yerini Latinceye bıraktı. Yunanca “katholikos” (evrensel) sözcüğünden türetilen “Katoliklik” ise mezhebin adı olarak kaldı.
Manastır okullarında Latince gramer ve edebiyatının yoğun biçimde öğretilmesi, bu dilin kilise ile iç içe geçmesinin önünü açtı. Kilisenin nüfuzunun imparatorluk genelinde genişlemesine paralel olarak, Latincenin Hristiyanlığın yayılmasındaki önemi arttı.
“Üçüncü Yüzyıl Krizi” olarak bilinen dönemde İmparatorluğun askeri ve idari kapasitesi zayıflamış, ekonomik gerilemeye bağlı sosyal huzursuzluklar artmıştı. Ordu giderek paralı askerlere bağımlı hale gelmiş, askeri darbeler sıklaşmıştı.
İmparator Konstantin 11 Mayıs 330’da başkenti resmen Konstantinopolis’e taşıması, Roma’nın enerjisini düşüren bir adım oldu. Roma, 375’lerde Kavimler Göçü’nün neden olduğu iç karışıklıklardan sonra belini bir daha doğrultamadı. Önce 395 yılında doğu (Bizans) ve batı olarak ikiye bölündü, ardından Batı Roma 476 yılında parçalanıp dağıldı.
Cermen General Odoacer, 476’da son imparator Romulus Augustus’u tahttan indirip kendisini İtalya Kralı ilan ettiğinde, Roma’ya son darbeyi vurmuş oldu. Odoacer başkenti Ravenna’ya taşıdı. Batı Roma İmparatorluğu’nun nihai çöküşüne zemin hazırlayan bu olaylar zinciri, Erken Orta Çağ’ın başlangıcı olarak kabul edilir.
Roma’nın kültürel etkisinin azalmasına yol açan bu gelişmeler elbette Latinceyi zayıflattı ve yönetici elitin dili olma statüsünü kaybetti. Ancak Latince birdenbire gözden düşmemiş, Orta Çağ boyunca ve erken modern çağa kadar yönetimsel olmayan alanlarda kullanılmaya devam etmiştir.
Roma İmparatorluğu’nun çöküşü, uzun bir zaman dilimine yayılan ve birçok faktörden etkilenen karmaşık bir olaydı. Yolsuzluk, ekonomik istikrarsızlık, salgınlar, askeri harcamalar, Germen istilası ve iklim değişikliği Roma’nın gerilemesine ve çöküşüne katkıda bulundu.
Tarihte yaygın olduğu üzere istilacıların kendi dillerini zorla öğretmeleri beklenirken, Roma’da bunun tersi oldu: Azınlık Germen işgalciler Latince konuşmaya başladı.
Doğu Roma İmparatorluğu yönetim dili olarak Yunancanın yanı sıra Latinceyi de kullanıyordu. Öte yandan Bizans İmparatoru Herakleios’un (MS 610-641) Latinceyi yönetim dili olmaktan çıkarmasının uzun süreli etkileri oldu.
Latince Doğu Roma coğrafyasındaki halklar arasında gerilerken, Bizans halkının ve kilisenin dili olan Yunanca güçlendi. Konuyu basite indirgemek gerekirse Latince ölü diller kulübüne katılma yolunda ilerliyordu denebilir.
16 Temmuz 1054’te Katolik ve Ortodoks kiliseleri birbirlerini aforoz edince Latince ve Yunanca arasındaki soğukluk arttı, iki dil artık birbirini besleyemez duruma geldi. Roma’da Yunancadan İstanbul’da ise Latinceden yapılan çevirilerde ciddi sorunlar yaşandı.
Latincenin etkisini azaltmaya yönelik tarihi, kültürel ve siyasi çabalar sonucunda Yunanca kaçınılmaz olarak Doğu’da egemen dil oldu. Diğer taraftan, 1453 yılında İstanbul’un alınışıyla birlikte Yunanca da etkisini yitirdi, yalnızca Ortodoks Kilisesi ile Rum azınlık bu dili kullanmaya devam etti.
Latincenin gerilemesinin bir başka nedeni de dil yapısının aşırı karmaşıklığıydı. Klasik Latince oldukça çekimli bir dildi ve neredeyse her kelime potansiyel olarak zaman, durum, kişi, sayı veya cinsiyete göre değişebiliyordu.
İtalya’da bölgesel lehçelerin yükselişiyle birlikte Latince alan kaybetti. Floransa’nın merkezi konumu ve ekonomik etkisi nedeniyle modern İtalyanca Floransa’dan yayılmaya başladı.
Büyük ozan Dante’nin 13. yüzyılda Floransa (Toskana) lehçesinde yazdığı İlahi Komedya gibi eserler, bu lehçenin popülerleşmesine büyük katkı sağladı. Dante’nin yanı sıra Petrarca ve Boccacio da bu yönde önemli rol oynadı. İtalya birliğinin 1861’de sağlanması ise Floransa İtalyancasının İtalya genelinde benimsenmesini kolaylaştırdı.
Ozanlar ve yazarlar engin iç evrenlerinde oluşturdukları özgün imgelerle sözcükler ve anlamlar üzerinde dönüştürücü etkiler yaratan kişilerdir. Şiirlerinde, müziklerinde ritim ve uyaktan yararlanır, sözcük oyunlarıyla dinleyicide merak uyandırmaya çalışırlar.
Bazen sözcükleri büker, alışılmış biçim ve anlamların dışında kullanır, söz dağarcığında bulunmayan yeni kavramların türetirler. Bu beceri, ozanın yerel lehçeyi zenginleştirmedeki ustalığının bir göstergesi olarak kabul edilirdi. Dil ustalığıyla Dante’nin İtalyancaya, Goethe’nin Almancaya ya da Shakespeare’in İngilizceye katkıları çok çarpıcıdır.
Rönesans vizyonu kendini göstermeye başladığında, sıradan İtalyan’ın kendi kültürüne ve diline olan ilgisi de artmaya başladı. Böylece Rönesans döneminde yerel lehçelerin şiir, tiyatro, roman ve diğer sanat biçimlerindeki yeri pekişti.
Bu eğilim, yerel dillerde yeni edebi kavramların türetilmesine fırsat yarattı. Sonuç olarak, İtalya’da yerel edebiyatın güçlenmesi Latinceyi günlük yaşamın dışına itmekle kalmadı, Rönesans edebiyatına da alan açtı.
Rönesans, temel felsefesi antik kültür ve sanatın modellenmesine dayanan bir kültürel hareketti. İtalya’da ve Avrupa’nın diğer bölgelerinde bilim ve sanatta büyük bir canlanmanın yaşandığı bir “yeniden doğuş” dönemiydi. Rönesans İtalya’sında yeni sosyal yapıların yükselişiyle birlikte Venedik, Cenova, Milano, Floransa, Siena, Pisa ve Verona gibi kent devletler yeni güçler olarak ortaya çıktı.
Latince, çoğu imparatorluk dilleri gibi, elit zümre arasında izole kalmaktan dolayı giderek daha komplike bir yapıya büründü. Öyle ki Latince, gramer sistemi ve yoğun çekim kullanımı nedeniyle en karmaşık dillerden biri olarak kabul edilir. Tarihsel açıdan bakıldığında karmaşıklaşan dillerin zaman içinde yükselen yerel dillere yer açmaya direnemediği görülür.
Latinceye ve Attika Yunancasına benzer biçimde, Sanskritçenin gramer yapısı da son derece karmaşıktı ve Sanskritçe de genç bir lehçeye yerini bırakma sürecinden geçti. Bu süreçte bir yandan söz varlığı zenginleşirken, diğer yandan yalınlaşma üzerinden modern dillere evrilişin önü açılır.
Klasik Latince artık ana dil olarak konuşulmasa da tümüyle ortadan kalkmamıştır. Aksine, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca, Romence, Katalanca, Galiçyaca ve Sardunyaca gibi kökteş Avrupa dillerine dönüşmüştür. “Roman dilleri” olarak bilinen bu diller Latinceden türemiş özelliklere sahiptir.
Roman dillerinin yanı sıra İngilizce, Hollandaca, Almanca ve İsveççe gibi diller de Latinceden etkilenmiştir. Örneğin Orta Çağ ve Rönesans döneminde İngilizceye uyarlanmış çok sayıda Latince sözcüğün izi kolaylıkla sürülebilir. İngilizce söz varlığının %28’inin doğrudan Latince kökenli olduğu, %30’unun ise Fransızca aracılığıyla girdiği düşünülmektedir.
Geleneksel olarak bazı köklü üniversite, kurum ve kuruluşların sloganları Latincedir. Cambridge Üniversitesi’nin “Burada ışığa ve değerli bilgilere ulaşılır” anlamına gelen sloganı Latincedir: “Hinc lucem et pocula sacra“. İsviçre’de ise posta pulları, paralar ve plakalarda ülkenin Latince adı olan “Helvetia” kullanılmaktadır.
Latincenin bunun dışındaki kullanımı hukuk, tıp ve taksonomi (türlerin bilimsel sınıflandırması) gibi alanlardaki bilimsel terminolojiyle sınırlı kalmış görünüyor.