Toplumumuzda kökleri uzak geçmişimize kadar giden, son yıllarda iyice belirginleşip müzminleşmeye başlayan, özellikle yaşam biçimi eksenindeki toplumsal yarılma gittikçe genişlemektedir maalesef.
Bir Anadolu hareketi olarak temel desteğini Anadolu’da ya da kentlerde yaşayan Anadolu insanından alan mevcut siyasi iktidarın vizyonu ve gündemi, kentli orta ve üst sınıflara mensup laiklik hassasiyeti yüksek insanlarımızın zihninde, kısmen siyasi atmosferin etkisi, kısmen de yeterince tanımıyor olmanın yarattığı ön yargıdan kaynaklanan olumsuz ve şüpheyle yaklaşılması gereken bir Anadolulu algısı yer etmesine neden olmuştur.
Peki Anadolu insanı gerçekte kimdir ve ne düşünür?
Anadolu’da doğmuş ve büyümüş, onun dine, siyasete, kimliklere ve genel olarak yaşama karşı duruşunu, neye sevinip neye üzüldüğünü, neyi önemseyip neyi geri plana ittiğini, birlikte yaşamış ve yakından görmüş bir birey olarak, Anadoluluyu anlatmanın hakkım olmanın yanında bir gereklilik olduğunu düşünmekteyim.
Dinsel fanatizm ve köktencilik ona yabancıdır, inancını daha çok kendi içinde ve samimiyetle yaşamak ister. Dinsel gelenekleriyle ve türlü ritüelleriyle ortaya koyduğu yaşam biçimi Şerif Mardin‘in deyişiyle “volk İslam’ı” ya da “halk İslamı’dır.”
Günümüzde kimi insanların bilgisayar başında gayet güvenli bir durumda, cezasızlık şeklindeki fiili duruma dayanarak verdikleri kökten dincilik mesajlarının toplumda gerçek bir karşılığı yoktur. Demem o ki Anadolu toprağına köktendincilik tohumları ekilse ve sık sık sulansa da büyümeyecektir.
Farklı olana karşı hoşgörülüdür Anadolulu, onu itmez, ondan uzaklaşmaz, kabuğuna çekilmez, bir arada olmayı ister. Siyaset bir kapıdan girince tutarlılık öteki kapıdan çıkar, dolayısıyla tutarlılık siyasetçide fazla bulunan bir şey değildir. Siyasetçi bir taraftan topluma birlik berberlik mesajları verirken öte yandan stratejisine uygun bir biçimde toplumu ayrıştırmaya yol vererek tabanını tahkim etmeye çalışsa da, bir noktaya kadar başarılı olabilen bu politika o noktadan sonra işlemez.
Hakkaniyet duygusu güçlüdür, her daim adalet ister, adaletsizlik duygusu onu yaralar ve bu yara kolay kolay kapanmaz, hakkın gerçekleşmesini ısrarla bekler.
Zaman zaman uysallıkla ve aşırı durağanlıkla eleştirilse de esasen sabırlıdır Anadolu insanı, ancak kırmızı çizgisi geçildiğinde tepkisini koymaktan geri durmaz.
Ülkesine güçlü bir sevgi besler ve ülke menfaati konusunda oldukça hassastır, en ufak bir tehdit algısı onu zihnen teyakkuza geçirmeye yeter.
Devlet hep başında ve güçlü olmalıdır, bir nevi kutsaldır, babadır, her şeye gücü yetmelidir ve yeter, her sıkıştığında yanı başında görmek ister, onun içindir ki; “devlet başa kuzgun leşe” der.
Kimi zaman fetişleştirse de lider onun için çok önemlidir ve liderini çok yukarıda bir yere koyar.
Özü itibarıyla naif ve edilgen olan Anadolulu belli konularda kolay ikna edilebilir hatta manipüle edilebilir ancak manipülatörün kafasındaki korkunç senaryo hiçbir zaman gerçekleşmez çünkü onun derin sağduyusu önünde sonunda galip gelir. Örneğin yakın tarihimizde birkaç kez dinsel-mezhepsel ve etnik temelli kışkırtmalarla çok acı olaylar yaşanmış olsa da, olanlar genelleşmemiş, sınırlı kalmış ve kışkırtıcıların kaos planları şükür ki tutmamıştır.
Aynı şekilde ülkemizde terör olgusu çok uzun süre devam etmiş, toplumun fay hatları etnik bir balyozla kırılmaya çalışılmış ve bu şiddetli travmalara yol açmış olsa da, bir süre önce mevcut siyasi iktidar çözüm süreci denen inisiyatifi başlatabilmiş, tüm yaşanan acılara rağmen toplumu müzakere noktasına çekebilmiştir.
Günümüzün siyasi iktidarı uzun süren hükümet etme döneminde ağırlıklı olarak Anadolu insanınca desteklendi ve iktidar da siyasi bir karşılık olarak onu sürekli onore etti ve ön plana çıkardı. Böylelikle Cumhuriyet öncesinde vatandaş değil kul olan, Cumhuriyet döneminde ise ilkesel açıdan vatandaş olsa da kendi iradesinin değil de siyasi, ekonomik ve bürokratik seçkinlerin iradelerinin temel belirleyici olduğu ve yönetildiği konumdan, iradesiyle siyasetin bel kemiği ve belirleyicisi konumuna terfi eden Anadolu insanı, alışık olmadığı bu konumunu hazmetme noktasında bazı sorunlar yaşasa ve bu da kimilerince hatalı bir biçimde bir tür şımarıklık olarak görülse de, aslında onun öz güveni artmış ve kendini tam bir yurttaş olarak görmeye başlamıştır.
İşte o Anadolulunun feraseti (zihin uyanıklığı) engindir ve ona güvenmek gerekir.
Fotoğraf: Fatih Gökler