İnsanoğlunun hayatı anlama arayışında askıda kalmış bir sürü sorudan bir tanesi de bilmemek…
Dünyada her gün birileri ölüyor. Hiç kimse bu konuda hiçbir şey bilmiyor. Ölen dönmediği için gittikleri yerin neye benzediğini kimse bilmiyor. Kocaman, ne yapacağını bilemediğin bir boşluk.
İsteğimiz dışında geldiğimiz bir dünyada neden doğduğumuzu, nasıl ve hangi ne sebeple dünyaya geldiğimizi bilmiyoruz. Sonuç ise ölümün gerçekliği. Öleceğini bilen tek canlı insan.
Oraya vardığımız zaman neyle karşılaşacağımızı düşünmüyor musun? Ya vardığımız yer düşündüğümüz gibi güzel bir yer çıkmazsa diye korkmuyor musun? Neye benziyor hiçbir şey bilememek?
Varoluşunu sorgulayan, kavramaya çalışan insan zamanı üç boyutlu olarak geçmişi bilen, şimdiyi yaşayan ama geleceği hakkında hiçbir şey bilemiyor. Kontrolümüzde olan, bildiğimiz, bilebildiğimiz sadece geçmiş. Hayranlık ya da tiksinti gibi geçmişe dair anılarımız var, onları biliyoruz. İnsan geçmişi tecrübe ettiği için bilebiliyor. Geleceği kestiremediği için hep bir kaygı, korku ve bilinmezlik ile karşı karşıya.
İnsanı gelecekte ne bekliyor?
Şimdiki zamanda askıda asılı kalan soru bilememek. Eğer çıkamıyorsa insan bu bilinmezliğin içinden, o anda kalmalı. Niçin sorusu da en az nasıl, ne zaman ve nerede kadar insanı ilgilendiriyor.
İnsan zihnini hep meşgul etse de hiçbir şey düşünemeyebiliyor. Düşünmek bazen birilerine ağır yük oluyor. Galiba düşünmek yerine haddini bilmek en kolayı geliyor. Sorular altında ezilen insan bir yere ait olamama konusunda kuşkulu, karanlık, açıklanamaz hislere sahip oluyor. Bilmeme korkuyu daha da tetikliyor, insanı kaygıyla baş başa bırakıyor.
Aşık Veysel ne diyordu: “Bilmiyorum ne haldeyim; gidiyorum gündüz gece, gündüz gece gündüz gece…”
Veysel onu bekleyenin ne olduğunu bilmediği için hep bir merek içindeydi. Sokrates de biliyordu, bildiği tek şeyin hiçbir şey bilmemek olduğunu.
Bence Sokrates de farkındaydı, ömür dedikleri şey birçok şeyi bilmek anlamak, kavramak için kadar yetersiz ki….Çok bilgi var ama ömür kısa. O bilgisizliğini bildiği için bilememekten korkmuyordu.
Günümüzde ise maşallah herkes her şeyi iyi bildiği için insanların “biliyorum bilgisizliği” korkutuyor. Hele ki bu kadar bilgi kirliliğinin yaşandığı, insanların sanal ortamda ve nesnel dünyada kafasının sürekli karıştığı, neyin gerçek, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilemediğimiz için gerçeği aramak kolay olmasa gerek. Bilmemek öğrenebileceklerimizi gösterir, gerçek ise sonsuz olandır. Yani bitmeyen, tükenmeyen her şey gerçektir. Bir şey bitiyorsa hiçbir gerçekliği yoktur.
Ne yapacağımızı bilemeden boşluktayız, bilmemiz gerekenlerden ise bihaberiz. Analitik mantıktan baktığımızda insanın büyük yanılgısı, eleştirdiğiniz şeyi bilmemek ve tanımamak. Kendi deneyimlerime göre bilmemek, gerçek bilgiye ulaşmak isteyenleri de mutlu etmiyor. “Bilmiyorum” diyene güvenin, “biliyorum” diyene asla güvenmeyin. Bilmiyorum diyen insan bilmediğini biliyordur.
İnsanoğlu kendi dışındaki fikirlerin, disiplinlerin, dinlerin, ideolojilerin yanı sıra bilimden istifade ederek bilme merakı ile bilmeme sorusuna cevap aramış. Bilgi çağlar boyunca düşünerek, özgür akılla, akıl yürüterek, yargılamalar, kanıtlamalar yaparak, okuyarak, araştırarak, gözlem ve deney yaparak elde edilen düşünsel olgudur.
İnsanın önemli ihtiyaçlardan biri de bilme, dünyayı anlama ve kavrama ihtiyacıdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran, onu insan yapan en önemli özelliklerden biri de kendisini çevreleyen dünyayı, içinde yaşadığı toplumu, geçmişi ve bütün yönleri ile bizzat kendisini tanımak ve bilmek istemesidir. Bilmek bir ihtiyaçtır. Bilmemek merakı tetikleyen en önemli uyarıcıdır.
Bilmemek, bilmek eyleminin olumsuzu halinde düşünüldüğünde sıkıntı başlıyor. Bilmemek gerçekten cehaletin hayret edebilme yetisinin olmayışı, bilgisizliğin gaflete dönüştüğü durumdur.
Bilgisizlik mi, bilmediğini bilmemek mi? Bu çok önemli.
Konuyu bir fıkra ile bağlayarak noktalayalım.
Temel ile Dursun Sultanahmet’te gezinirken bir turist gelip kendilerine bir adres sorar. Turist Kürtçe, İngilizce, Almanca, Danca, İspanyolca, son olarak da Fransızca sorar fakat bizimkiler anlamaz. Turist pişman olmuş halde sorduğu adresi öğrenemeden mutsuz bir şekilde yanlarından ayrılır. İki kafadar turiste yardımcı olmayışlarını bilememenin verdiği durumu kendi aralarında tartışırlar. Temel, “Ula Dursun bir yabancı dil öğrenemedik gitti” der. Dursun itiraz eder Temel’e: “Ula neye yarayacaktı ki, bak adam altı dil biliyor yine derdini anlatamıyor…”
Hayatı sorgulamıyoruz. Kendimize ait hayata dair cevaplarını bilmediğimiz, varlığımıza dair o kadar çok temel soru var ki.
Aklınıza gelebilecek birçok duygunun, korku, mutluluk, acı, heyecan, endişe gibi duygusal durumların temelinde yatan en önemli neden bilmemektir. İnsanı var eden sahip olduğu bilgilerdir.
İnsan bildikçe var olur, bilmedikçe yok olur.