Dünyada tüm ölümlerin yaklaşık üçte birinin sebebi kalp ve damar hastalıkları.
Geçen yüzyılın ortalarından itibaren bu hastalıklarda azalma görülmesine karşın bu eğilim kadınlarda erkekler kadar belirgin değil. Yaş gruplarına baktığımızda, gelişmiş ülkelerde 55 yaş üzeri bireylerde kalp ve damar hastalıklarında azalma görülürken 55 yaş altı için bu söz konusu değil; hatta bir miktar artış gözlenmekte ve bu artış kadınlarda erkeklere göre daha belirgin.
30-54 yaş aralığına büyüteç tuttuğumuzda, çeşitli ülkelerden gelen veriler bu yaşlarda kadınlarda, örneğin kalp krizi nedeniyle hastaneye yatışlarda erkeklerden farklı bir artış eğilimi görüyoruz. Kalp ve damar hastalığı risk faktörleri her iki cinsiyet için de geçerli olmasına karşın bazı klasik risk faktörleri kadınlarda ve erkeklerde farklı düzeyde etkililer. Örneğin her iki cinsiyet için klasik risk faktörleri olan diyabet (şeker hastalığı) ve sigara kadınları daha fazla etkiliyor. Geleneksel risk faktörlerinin ötesinde kadınlara özgü örneğin gebelikle, doğurganlıkla ilgili risklerin üzerinde daha az durulduğunu söyleyebiliriz.
Oysa gerek gebeliklerde yaşanmış sorunlar gerekse doğurganlık dönemiyle ilişkili olanlar kadınların damar sistemlerinde değişimlere neden olmaktalar. Sık gebelik kayıpları ya da gebeliklerinde halk arasında “gebelik zehirlenmesi” olarak bilinen preeklampsi gibi sorunlar yaşamış kadınlarda damar sistemi olumsuz etkilenmekte ve bunlar adeta yüksek kolesterol ya da sigara kullanımı gibi gelecekte kalp & damar hastalığı gelişimi için risk teşkil etmekteler. Dikkat çeken gözlem, bu tarz gebelikler yaşamış kadınlarda kalp ve damar hastalığının 10 yıl gibi kısa bir süre içinde gelişebiliyor olması. Buna ek olarak gebelik zehirlenmesi (preeklampsi) geçiren kadınlarda kalp krizleri hem daha ağır seyrediyor ve hem de daha yüksek olasılıkla kısa süre içinde tekrarlıyor.
Gelişmiş ülkelerde doğum yapan kadınların neredeyse üçte biri gebelikte hipertansiyon, gebelikte diyabet, plasentanın erken ayrılması, düşük doğum ağırlığı, erken doğum gibi gebelik sorunları yaşıyor. Tüm dünyada her on kadından birisinde yumurtalıklarda kist, yetmezlik, rahim hastalıkları, bazı enfeksiyonlar sonucunda kısırlık geliştiği göz önünde bulundurulduğunda doğurganlık çağının problemlerinin gebeliklerle sınırlı olmadığı görülüyor ki bu hastalıkların çoğunun ileride kalp & damar hastalığı gelişme riskini arttırdığını biliyoruz. Yine erken ilk adet yaşı, erken menopoz, doğum kontrol hapı kullanımı kalp ve damar hastalığı riskleri arasında sayılıyor.
65 yaş altındaki kadınlarda koroner hastalık riskinin kabaca %15’ini kolesterol, sigara, yüksek tansiyon, şeker hastalığı vb. klasik risk faktörleriyle açıklayamayışımız göz önünde bulundurulduğunda bu tarz “kadına özgü” riskler üzerinde daha fazla durmamız gerektiği anlaşılıyor. 2020 yılında prestijli bir dergide yayınlanan makalede Okoth ve arkadaşları, bu konuda yayınlamış çok sayıda araştırmanın bulgularını ayrıntılı bir derlemede bir araya getirerek kadınlarda görülen ilk adetten menopoza dek süren doğurganlık döneminin bazı özelliklerinin ileri yaşlarda gelişebilecek kalp & damar hastalığı potansiyel riskiyle ilişkisini ortaya koydular. (*)
Bulguları maddeler halinde sıralamak gerekirse:
• İlk âdet kanamasını 12 yaşın altında ve üzerinde görenler karşılaştırıldığında erken âdet görmüş olanlarda ileride kalp ve damar hastalığına yakalanma olasılığı yüksek görünüyor.
• Doğum kontrol hapı kullananlarda pıhtıya bağlı olaylar ve inme riskinde artış söz konusu. Yüksek doz östrojen alan, sigara kullanan, yüksek tansiyonu olan, 35 yaş üzeri kadınlarda inme riski artışı daha belirgin. Geçmişte kullanmış olanlarda bu riskler halen kullanmakta olanlara kıyasla daha düşük görünüyor. Doğum kontrol hapı kullanımına migren eşlik ettiğinde inme riski, fazla kilo, kolesterol yüksekliği, yüksek tansiyon eşlik ettiğinde kalp krizi ve inme riski artıyor.
• Adet olamama, adet düzensizliği, ciltte sivilcelenme, yağlanma, saç dökülmesi, tüylenme gibi belirtilerle kendini gösteren, sık görülen bir hormonel ve metabolik hastalık olan “polikistik over sendromu”nda doğurganlık çağında dahi kalp ve damar hastalığı riski artmış bulunuyor.
• Tüp bebek, yumurtlama tedavisi vb. kısırlık tedavilerinin kalp & damar hastalığı riskini arttırıcı bir özelliği bulunmuyor.
• Sayısı kaç olursa olsun doğum yapmış kadınlarda hiç doğurmamış olanlara göre kalp ve damar hastalığına bağlı ölüm olasılığı daha düşük. Ancak ölümle sonuçlanmayan kalp ve damar hastalığına yakalanma olasılığı doğum yapmış kadınlarda her bir doğum için %4 artıyor.
• Emzirme annede kalp & damar hastalığı gelişme riskini düşürüyor. Yaşamı boyunca 12 aydan uzun emzirmiş kadınlarda kalp krizi ve her tür kalp ve damar hastalığına daha seyrek rastlandığına, 65 yaşın altında olup hiç emzirmemiş kadınlarda inme riskinin arttığına dair çeşitli ülkelerden araştırma bulguları mevcut.
• Erken yumurtalık yetmezliği sonucu 40 yaşın altında menopoza girmiş kadınlarda koroner hastalığa yakalanma ve buna bağlı ölüm olasılığı artmış bulunuyor. Genel olarak erken menopoza (45 y altı) artmış koroner hastalık riski eşlik etmekte. Menopoz şikâyetlerinin artmış inme ya da kalp & damar hastalığına bağlı ölüm riski anlamına gelmediği, ancak yine koroner hastalığa yakalanma olasılığını yükselttiği bildiriliyor.
• Düşük yapmış kadınlarda koroner hastalık, ölü doğum yapmış olanlarda ise her tür kalp ve damar hastalığı ve bunlara bağlı ölü doğum riski artmış bulunuyor.
• Gebeliklerinde “gebelik zehirlenmesi” olarak bilinen preeklampsi geçirmiş olanlar sonraki yaşamlarında koroner hastalık, inme ve kalp yetersizliği gelişimi için gebelikte bu sorunu yaşamamış olanlara göre daha riskliler. Yine gebelikte gelişen yüksek tansiyon ya da şeker hastalığı gelecekte kalp & damar hastalığı için artmış risk anlamına geliyor.
2016 yılında Medya Günlüğü’nde yayınlamış olduğumuz “Kadın olmak avantaj mı?” başlıklı makalemizde kadınlarımızın orta, ileri yaşlarında kalp & damar hastalığına yakalanma riskinin önceleri düşündüğümüzden daha fazla olduğunu ve koruyucu stratejiler konusunda gerek sağlık hizmetini sunanların gerekse tüm toplumun farkındalığının arttırılması gerektiğini vurgulamıştık. Şişmanlık, insülin direnci, kolesterol yüksekliği, yüksek tansiyon gibi her iki cinsiyeti de etkileyen risk faktörlerinin yanı sıra yukarıda bahsedilen kadınlara özgü risklerin de üzerinde durulması, birincil sağlık hizmetini sunan pratisyen hekimlerin eğitimine bunların dâhil edilmesi ve ilgili uzmanlık branşları arasında koordinasyonun geliştirilmesi önem taşıyor.
KAYNAKLAR
* Okoth K, ve ark: Association between the reproductive health of young women and cardiovascular disease in later life: umbrella review. BMJ 2020; 371: m3502