60 yıl oluyordu liseden mezun olalı. Her nedense okulu aklına geldi adamın 60 yıl sonra.
En son 10 yıl önce gitmişti okuluna. Mezuniyetlerinin 50. yıl dönümüydü. Okulda bir tören düzenlenmişti o yıl mezun olacaklar için. Her kimin aklına geldiyse “50 yıl önce mezun olanlara da törende bir plaket verelim” denmişti. 50 yıl önce mezun olanları toparlamak, törene katılmalarını sağlamak işi de o sıralar Cemiyet’te görevli olan Fırat’a düşmüştü.
Kendisiyle temas kuran da Fırat olmuştu. Fırat, 14 Haziran 2014’te İstanbul Maslak’daki okul binasında yapılacak mezuniyet töreni hakkında bilgi vererek, törende 50. yıl mezunlarına da plaket verileceğini, mezunlar adına bir konuşma yapılacağını söylemiş ve arkadaşlarının konuşmayı kendisinin yapmasını arzuladıklarını ifade etmişti.
Adam çok mutlu olmuş ve heyecanlanmıştı törende arkadaşları adına konuşma yapacak olmasından. Pek çoğunu yıllardır görmemişti. 50 yıl önce mezun olduğu okulluna da bir iki kez geleneksel “Pilav Günü” vesilesiyle gitmişti. Kamudaki görevi nedeniyle hayatının önemli bir bölümü yurt dışında geçmişti. Ankara’da olduğu zamanlarda da pek fırsat bulamamıştı “Pilav Günü” için İstanbul’a gitmeye.
14 Haziran’da yapması istenen konuşma için günlerce hazırlanmıştı. Görevi nedeniyle bu tür konuşmalar yapmaya alışıktı, ancak bu kez yapacağı konuşma başkaydı. Mezun olduğu okulun onların yaşamındaki anlam ve önemini anlatacaktı. Üzerlerinde büyük emekleri olan idareci ve öğretmenlerini anacaktı, yeni mezunlara tavsiyelerde bulunacaktı. Konuşmayı hazırlarken ara sıra Fırat’a telefon etmiş, hayatta olan, vefat eden öğretmenlerinin adlarını sormuştu.
14 Haziran 2014’te çok sevdiği bir arkadaşı ile birlikte okulun yolunu tuttu. Okulun görkemli konferans salonunda yıllardır görmediği arkadaşlarıyla karşılaştı. Çoğunu tanımakta güçlük çekti. Sokakta görse tanımazdı. Genç, dinamik, 18’indeki ince delikanlılar gitmiş, kırlaşmış veya dökülmüş saçlarla, göbeklenmiş 70’ine merdiven dayamış insanlar gelmişti. Ancak geçmişe dair, mezun oldukları okula dair anıları taptazeydi. Her biri o yıllara ait anılarını paylaşmak için yarışıyordu.
50. yıl töreni görkemli, unutulmaz olmuştu. Adam konuşmasını öğrencilik yıllarına ilişkin sararmış fotoğraflar eşliğinde yapmış, bol bol alkış almış, ardından her bir mezuna plaketleri verilmişti. Bu arada genç mezunların keplerini başlarına takarak bol bol fotoğraf çektirmişlerdi. Onlar için mezun olduğu yıllarda o tür törenler düzenlenmiyordu. Alışık değillerdi böyle kutlamalara..
Aradan 10 yıl geçti. 2024 okuldan mezuniyetlerinin 60. yıl dönümü. Ancak pek hatırlayan yok gibi. İstanbul’daki arkadaşları arada bir yemekli toplantılar düzenliyor, geçmişi yad ediyorlardı, ancak 60. yılı henüz pek hatırlayan yoktu. “Bir şekilde bu yılın özelliğini kendilerine hatırlatmak gerek. Belki sonbaharda böyle bir anma yemeği düzenlerler” diye düşündü.
Adam hayallere daldı. Küçük yaşlarda kaybettiği babasını düşündü. Yad ellerdeki çocuklarını düşündü. Babasına ait pek anısı yoktu. Uzun kış geceleri Ankara’daki sıcak yuvalarında babasının masallar, öyküler anlattığını anımsıyordu. Üç kardeşiyle birlikte tadına doyamadıkları masallar, öyküler. Babasının turkuaz renkli arabasıyla onları Atatürk Orman Çiftliği’ne, Kalaba’ya, Kayaş’a pikniğe veya Küçükesat’ta bağ evinde yaşayan dayılarına, Hisar’da yaşayan teyzelerine götürdüğü mutlu günleri hatırlıyordu. O mutlu günlerden geriye kimseler kalmamıştı, arada bir telefonla görüşebildiği yıllardır yüzlerini göremediği yad ellerindeki kuzenlerden gayri.
Babası vefat ettikten sonra annesi dört çocukla baş başa kalmıştı. Zor zamanlardı o zamanlar. İlkokulu bitirmesinin ardından İstanbul’daki Darüşşafaka Lisesi’nin sınavına girmişti. Sınavı kazanması hayatının dönüm noktasıydı.. Yad ellere gitmişti küçük yaşta okumak için. Şefkat ocağı Darüşşafaka onun için ikinci bir baba gibiydi. Öğrenim gördüğü uzun yıllar boyunca Darüşşafaka Lisesi’nin emanet aldığı çocuklara baba koruyuculuğu ile şefkatle sarıldığını, onları en iyi şekilde yetiştirmek amacıyla hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığını gördü. Darüşşafaka aynı bir baba gibi, sevgi ve şefkatin yanı sıra öğrencilere disiplin ruhu, sorumluluk duygusu ve görev aşkı da veriyordu. Aşılanan bu duyguların, zeki, yetenekli, başarılı bu çocukları geleceğe taşıdığını, hayattaki başarılarının merdiven taşları olduğunu zamanla öğrenmişti emekli.. Darüşşafaka’nın babaların babası olduğunu zamanla öğrenmişti adam, diğer tüm Daçkalılar gibi.
Darüşşafaka’dan aldığı güç ile idealindeki fakülte olan Ankara’daki Siyasal Bilgiler Fakültesine girmeyi başarmıştı.“Başka bir aşk istemez aşkınla yanar kalbimiz/Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz” denilen bir fakülteydi Mülkiye. Gurur duyardı her daim Mülkiyeli olmaktan. Siyasalın ardından yine idealindeki bir kamu kurumunda meslek hayatına atılmıştı. Orası da gurur duyulan, büyük özveriyle hizmet edilen, özenilen bir kurumdu.
Darüşşafaka’dan kazandığı disiplin ruhu, sorumluluk duygusu ve görev aşkı tüm meslek yaşamına yön vermişti. Keza Mülkiye’de aşılanan vatan sevgisi ve her kim olursa olsun insana duyulan saygı meslek yaşamında yol gösterici olmuştu. Kırk yılını adadığı kamudaki görevi sırasında edindiği deneyimler de yaşamında kalıcı izler bırakmıştı.
Kamuda görevli olduğu yıllarda yad ellerde evlenmiş, yad ellerde biri kız, diğeri erkek iki çocuğu olmuştu. Çocuklarını da edindiği bu birikimlerle aynı disiplin ruhu, sorumluluk duygusu ve görev aşkı ile yetişmeleri için eşiyle birlikte büyük özen göstermiş, onları en iyi okullara göndermişlerdi. Çocukları da devam ettikleri tüm öğrenim kurumlarından başarıyla mezun olarak, hayata atılmışlar, kendi düzenlerini kurmuşlardı.
Ancak kanatları güçlenen kuşlar misali çocukları kanatlanıp uzaklara gitmişlerdi. Yad ellerde doğan çocukları yaşamlarını yad ellerde sürdürüyorlardı. Özlem diz boyu idi. Hasret diz boyu idi..Kendi sağlık sorunları ve diğer sorunları ile değil, hala onların her türlü sorunları ile yakından ilgileniyorlardı. Çocukları ve torunları öncelikleriydi. Kulakları telefondaydı. Elinden düşürmüyordu cep telefonunu adam.. Ararlar da bulamazlar diye.
Adam sık sık çocukları küçükken bir havuzda birlikte çektirdikleri bir fotoğrafa özlemle bakardı. Her ikisini havuzda kollarının arasına almıştı. Üçü de mutlu, neşeli. Bir daha tekrar çekilmesi mümkün olmayan bir fotoğraf. Adam, ara sıra da yad ellerdeki oğlunun sosyal medyadaki sayfasına göz atıyordu. Oğul da özlem içinde, hasret içindeydi. Uzaklardaki zeytin gözlü sevgili kızının fotoğraflarıyla, videolarıyla doluydu sayfası. Sevgi dolu, özlem dolu ifadelerle. Tekrar bir araya gelinecek günleri iple çekiyordu herkes.
Adam hayal aleminden sıyrılıp, köşedeki bayiden bir gazete satın aldı. Cumhurbaşkanı’nın muhalefet lideri ile görüşmesi gazete manşetindeydi. Bir köşede de 16 Haziran’ın “Babalar Günü” olduğuna dair küçük bir haber. Baba olmanın ne denli önemli olduğuna dair demeçler yer alıyordu haberde. Babalara hediye alınması gereği de anımsatılıyordu.
“Cumhurbaşkanı da bizim kültürümüzde devletin babası gibidir” diye düşündü adam. “Herkesi kucaklaması, herkesi kollaması, koruması gerekir. Baba dediğin evlatları arasında ayrı gayrı yapmaz. Her birine eşit mesafede davranır. Adildir. Aile içinde kavga gürültüyü izin vermez. Uzlaştırma yolları araştırır. Aile içi barışı, huzuru korur. Aile bireylerinin esenliği, refahı, mutluluğu için çalışır, çabalar. Ailenin bütünlüğünü, birliğini bozmak isteyenlere, dalkavuklara, bir takım hesaplarla uzaktan göz kırpanlara vs. izin vermez. Zor iştir baba olmak. Zor iştir cumhurbaşkanı olmak. Her yiğidin harcı değildir her ikisi de” dedi kendi kendine.
Darüşşafaka’dan, Mülkiye’den yetişmiş, ömrünü kamuya adamış pek çok kişi gibi adamın yaşam felsefesi buydu. Ancak bu düşüncelerini paylaşacak pek kimse yoktu sahildeki bu küçük ilçede. Aklı düşüncelerini paylaşabileceği, tartışabileceği 60 yıl önce birlikte mezun olduğu okul arkadaşlarındaydı.
10 yıl önce birlikte olduğu eski dostlarındaydı. Şefkat yuvası Darüşşafaka’daydı…
Babalar Günü kutlu olsun…
Fotoğraflar: Darüşşafaka Cemiyeti
İlgili yazılar:
https://medyagunlugu.com/zubeyde-hanimin-bagisi-yasiyor-2/
https://medyagunlugu.com/aziz-nesin-darussafakadan-neden-kacti-2/