İstanbul’un alınma öyküsünü kim bilmez. En bilineni Osmanlı donanmasının bazı parçalarının karadan Haliç’e indirilmesidir.
Ve tabii ki 29 Mayıs 1453 tarihini, bunu da hepimiz biliriz. O gün şafak vakti Osmanlı askerleri İstanbul surlarının içine girmiş yani İstanbul fethedilmiştir. Peki, o andan sonra iki gün boyunca neler olmuştur, bunu merak eden pek yok mudur?
Haydi o anlara dönelim. Fatih’in alıntılardaki Mehmet yazımını değiştirmedim ama kendi cümlelerimde doğrusunu yani Mehmed yazımını kullandım.
“Kiliselerin, manastırların, özel mülklerin yağmalanması başladı; öncelikle surlara en yakın olanları Saint-Jean Baptiste ve Saint-Sauveur-in-Chora Kiliseleri (bugünkü Kariye camisi), Türkler bütün süsleri Bizans hükümdarlarının ve soylularının mezarlarındakilere varıncaya dek bütün değerli eşyaları kaçırdı. Belli bir düzen içinde her evdeki değerli eşyalar yağmalandı. Kapıya veya çatıya ‘başka bir Türk girmesin diye’ o mülkün ele geçirildiğini belirten özel bir işaret konuyordu. Dördüncü Haçlı seferinde Latinlerden farklı olarak Türkler çok daha fazla götürdü ama kente verdikleri zarar azdı. Yağmalama olayı o zamanların ordularının temel amacıydı ve uzun süre de öyle kalacaktır. Birçok tanığın ifadesine göre, 29 Mayıs 1453 günü İstanbul’da başka yerlerde satmak amacıyla çok sayıda el yazması kitaba el kondu. Satamayınca da ya atıp gittiler, ya yırtıp attılar ya unutulup gitti. İtalyan bilgini Lauro Quirini, 120 bin gibi bir rakamdan söz ediyor ama kuşkusuz bu keyfi bir rakam. Çünkü Quirini’ye kaynaklık eden asıl kişi, Isıdore re Kiev aynı rakamı vermiyor.” 1
“Daha öğle olmadan bütün kent işgal altına alınmış, Ayasofya’ya girilmişti. Büyük bir insan kalabalığı sığınmıştı Ayasofya’ya; uzun süredir göklerden haberler geldiğine inanıyor, buna göre de eğer bir gün biri kenti alırsa Constantin sütununa kadar varabilirse, gökten bir melek inecek ve birinin omzuna çıplak bir kılıç koyarak ona ‘bu kılıcı al ve Tanrı’nın kullarının öcünü al’ diyecekti.”1 (s. 65)
“Öyle görünüyor ki büyük kilisede çok az kan döküldü. Türkler, orada bulunanları tutuklayıp sonradan köle yapmakla ve sonra da kiliseyi askerlerin ve herkesin yağmalamasına, istediğini yapmasına izin vermekle yetindi. Ganimet büyük bir olasılıkla, düşünülenden daha az oldu, zira aylar önce Constantin, kentin savunması için gereken masrafları karşılamak amacıyla bütün altın ve gümüş eşyanın kendisine verilmesini emretmişti.”2
“Padişahın uyruğu altındaki çok sayıda Türk ve Hristiyan İstanbul’un yağmalanmasından oldukça kârlı çıktı. İmparator sarayı ve kiliseler eski şaşaasını zaten yitirmiş, bir kısmı ise hepten terk edilmişti. Ama kişi mülkleri, evler zenginlik, bolluk içindeydi. Bolonya Tutanakları’na göre bir kadının evinde 150 bin düka değerinde mücevher ve giysi bulunmuştu, bir başka erkek ise tam 80 bin düka gibi bir serveti saklamıştı…
Ganimetin en önemli bölümünü tutsak edilip sonra satılan köleler oluşturuyordu. O dönem tarihçilerinin verdiği rakamların hiçbiri doğruyu yansıtmıyor. Kritobulos’un verdiği 50 bin gibi bir rakam ise fazlaca abartılı. Zira işgalden önce kentin bütün nüfusu 40 bini geçmiyordu. En doğru sayılabilecek rakam 20 bindir. Bu bile çok fazla söylenmiş bir sayı. Ölü sayısı ise 3-4 bin arasındaydı, yabancılar buna dahildi (Venedikliler, Cenevizliler ve diğerleri). Kadınlara ve çocuklara dokunulmadı. Türkler yalnızca elinde silahla karşı koyanları öldürüyordu. (Rus bilgini Oupenskiy, Vasiliev’in anlatımıyla: ‘Türkler 1453’te, Haçlıların 1204’te yaptıklarından çok daha insanca, çok daha hoşgörüyle davrandı’ diye değerlendirmede bulunmaktadır. dipnot, s. 66) İmparator da öldürülenler arasındaydı.”3
İmparator Constantin sonuna kadar savaştı
“Zamanın tarihçilerinin birçoğunun ifadesine bakılırsa, Constantin, o günün ilk saatlerinde Saint-Romain (Topkapı) kapısı yakınlarında çarpışırken öldü. Ölmeden önce şöyle haykırmıştı: ‘Yaşamaktansa ölmeyi yeğlerim.’ Elinde yalın kılıç, Türklerin üstüne atılmış ve oracıkta öldürülmüş olacak. Barbaro’nun çıkardığı söylentilere göre, güya asılmış. Bu, bir Hristiyan imparatoru olarak inandırıcı değil, Türk tarihçilerinden Dursun, Saadeddin ve İbn Kemal’in aktarışları daha gerçeğe uygun gözüküyor. Her şeyin bittiğini görünce, imparator, birkaç adamıyla Yaldızlı Kapı’ya (Yedikule Hisarı’nın sur dışına açılan kapısı) doğru kaçmak, denize ulaşmak ve kenti terk etmek istemiş. Bir grup azap (onu) durdurmuş, aralarından birisi, herhalde tanımadığından, çünkü imparator giysilerini ve armalarını çıkarmış durumdaymış, atından indirmiş ve kafasını kesmiş. Bizans’ın son imparatorunun cesedi asla bulunamamıştır. Constantin’in maiyetindeki soyluların ve saray erkânının öldürüldüğü ya da kaçıp izlerini kaybettirdikleri sanılmaktadır.”4
“Savaşta ölenler ya da elinde silahla yakalanıp öldürülenler hariç, İstanbul’a yerleşmiş olan Latinler ve savaşmak için Constantin’in yanına gelenler bu korkunç serüvenden çok büyük bir zarar görmeden çıktı. Bizans savunmasına katılan 29 Venedik soylusu bedelini ödemek vaadiyle canlarını kurtardı. Otuz üç kadarı da, Türk asker ve denizcilerinin kenti yağmalamak için gidişlerinden yararlanarak, Haliç ağzındaki zinciri kaldırdı ve Cumhuriyet’e ait yedi gemiye binerek kaçtı. Ceneviz bayrağı taşıyan yedi büyük gemi de Cumhuriyet vatandaşlarından, onlarla birlikte gitmek isteyen Galatalı Cenevizlileri beklemedi. Limandan çıkmayı başaramayan on kadar Ceneviz gemisi ve Constantin’e ait beş kadırga aynı zamanda esir alındı.” 5
Fatih yağmayı kısa kesti
2. Mehmed askerlerine üç gün yağma sözü vermek zorunda kalmıştı ama yağma olayını bir günde bitirdi.
“Öğleden sonra Sultan Mehmet, şehirde kısa bir gezinti yaptıktan sonra savaşın bittiğini ilan etti. Tutsak edilen Bizans askerleri kent dışındaki Osmanlı çadırlarına ya da kıyıdaki Türk gemilerine götürüldü. Aynı akşam padişah, sivillerin tutuklanmasının durdurulmasını ve yağmalamaya son verilmesini emretti. ‘Orduma mensup her kişiye, her askere kent halkını, kadınları ve çocukları öldürmeyi ve köle almayı ya da bunlara karşı kötü davranılmasını yasaklıyorum. Bu emre karşı gelen herkes öldürülecektir’ dedi. Böylece üç gün boyu yağma için kenti ordusuna teslim edeceği vaadine son vermiş oluyordu.”6
2. Mehmed Doğu Roma’nın başkentine giriyor
“Yağmalayıp harap ettiğimiz şehir neymiş meğer’ dediğini yazıyor ve şöyle ekliyor Kritobulos: ‘Bütün yüreğini acılar kapladı.’ Kilisenin önüne gelince atından indi, böylesi bir güzellik, büyüklük, Dursun Bey’in deyimiyle ‘Dokuz katlı gök kubbeye benzeyen’ bir kubbe, ‘rengârenk kumaşlar gibi kıvrımlı mozaikler… çok renkli mermerle kaplı duvarlar… ve kubbede rengârenk cam ve altın parçalarıyla yapılmış bir insan resmi (İsa)’ karşısında şaşıp kaldı. ‘Olağanüstü güzel, harika heykelleri’ hayranlık içinde seyrettikten sonra ‘Tanrı gibi’ kubbenin dış yüzeyine çıktı, aralıklardan bakıldığında donmuş bir denizi andıran döşemelere hayran hayran baktı. Bizans imparatorlarının ‘kutsal sarayı’ olan imparator sarayından geriye kalanları gezdi ve söylendiğine göre, bu dünyanın gelip geçiciliği ve böbürlenmenin boşuna olduğunu düşünüp durdu…
Sultan Mehmet daha sonra Ayasofya’nın gelecekte büyük bir cami, İstanbul’un da imparatorluğun başkenti olacağını ilan etti. ‘Tacım, tahtım, en yüce makam İstanbul’dur’ dedi. Sonra kıbleye dönen genç padişah Ayasofya’da ilk namazını kıldı. İslam dünyasının rüyası gerçekleşmişti. 1500 yıllık bir tarih kapanıyordu. Roma İmparatorluğu tarih sahnesinden bir daha gözükmemek üzere kaybolup gidiyordu. İşte o sırada bir Türk askerinin bir mozaik parçasını koparmaya çalışarak ona zarar verdiğini gördü. Kılıcıyla vurdu ona, bir zamanlar Bizanslıların olmuş olan başkentin ve bütün imparatorluğun kendi malı olduğunu ve hiçbir kimsenin en ufak bir parçasında bile hakkı olmadığını göstermek ister gibiydi.”7
İstanbul’a âşık bir sultan
“Aynı akşam, Sultan Mehmet kurulu topladı. Ganimetlerin en değerli bölümü getirildi. Kendi payına düşeni, Şeriata göre beşte birini, aldı kalanını dağıttı. Subaşı olarak (vali) İstanbul’a ‘çok tecrübeli birisi’ olan Karıştıran Süleyman’ı maiyetinde 1500 kişilik bir garnizon olmak üzere atadı; Hıdır Çelebi Bey ise kadı olarak atandı. Ayrıca tutsak edilen Bizans devlet büyüklerini huzuruna çağırttı. Birçoğu, özellikle elinde silahla yakalananlar, hemen öldürüldü. Kurtulmalıklarını ödeyerek, dokuz kişiyi ayırdı. Bir süre sonra, bir kısım malların iade edileceğini açıkladı. Bilgi ve yetenekleri doğrultusunda onlardan yararlanmak niyetindeydi, hatta bazılarını kurul toplantılarına bile almayı düşünüyordu. Megadük Lucas Notaras’ı (1204’teki Haçlı seferinde Latinlerin İstanbul’a verdiği muazzam yıkıma gönderme yaparak ‘Türklerin sarığı Latinlerin külahından evladır’ diyen Konstantinopolis’in son megadükü, M. G.) İstanbul’un ilk valisi yapmaya karar vermişti, zira kentin yeniden onarımı ve halkın yerleştirilmesi konularında onunla işbirliğine gitmenin yararlı olacağına inanıyordu. Birkaç gün sonra önce canlarını bağışladığı öteki Bizanslı devlet adamlarıyla birlikte Notaras’ı da öldürtecektir. Zamanın tarihçilerinin anlatmalarına göre, en küçük oğlunu gözdesi yapmak istemiş, acaba bunun için olabilir mi? Yahut da o dönemin önemli tanığı Kritobulos’a bakılırsa, Fatih Sultan Mehmet’in çevresindekiler özellikle Zağanos ve Şahabettin paşalar, imparatorluk için bu gibi gücü olan adamların yaratacağı tehlikeyi, bunların tek amaçlarının imparatorluğa ‘ister düşmanla birleşerek ister ülke içinde kalarak’ zarar vermek olacağını açıkça belirtmişler; ama gerçekte vezirler bizzat kendi etki güçlerini kaybetmekten korkuyorlarmış. Fatih, daha sonra aldığı bu karardan dolayı pişman oldu. Gelecekte imparatorluğun yönetiminde görevler alacak yüksek dereceli devlet adamı olarak yetiştirmek amacıyla çok sayıda soylu Bizanslı genci bu arada Çandarlı Halil Paşa’nın bir oğlunu da okula gönderecektir. (Fetihten birkaç gün sonra, Galata Podestası G.A. Lomellino, Cenova’daki kardeşine, yeğenini kurtaramadığını zira ‘Sultan’ın bir miktar Latin uyrukluyu maiyetinde istediğini’ yazıyordu. İstanbul’da Ceneviz azınlığı, ‘Latin halkın’ çekirdeğini oluşturacak ve 20.yüzyıl başlarında nüfusu büyük oranda Fransız ve İtalyan’ın da bulunduğu 20 bin kişiyi bulacaktır. dipnot.) Venedik azili, Girolamo Minotto ve iki oğlu, aynı şekilde Katalan Konsülü, Julia Pere ile ailesinden iki kişi, kısacası Türklere karşı savaşa katılanların hemen hepsi gibi öldürülecektir. Sultan Mehmet’in yeğeni Orhan da Bizanslılarla birlikte Türklere karşı savaştığı için, padişahın eline düşüp işkence altında ölmektense, bir kuleden atlayarak can verecektir.”8
Kritobulos şu bilgileri de veriyor:
“Önce ganimetten usulüne göre payına düşeni aldı. Sonra da, geri kalandan ödül olarak, en güzel bakireleri ve en iyi ailelerden olmak üzere ve en yakışıklı erkek çocuklarını, bunları bazılarını da askerlerden satın alarak, kendisi için seçti.”9
Sultan 2. Mehmed İstanbul’a çok ama çok değer veriyor. Birkaç gün sonra başkent Edirne’ye dönmek üzere yola çıkıyor.
“İstanbul’da uzun kalmıyor ve Edirne’de sarayına dönüyor. İstanbul’dan çıkarken, bir tutkuyla fethetmek istediği bu kentin, verdiği izinle, nasıl bir harabeye dönüştürüldüğünü görüyor. Bütün kaynaklar İstanbul’dan Edirne’ye giderken İstanbul için ağladığını yazıyor.”10
İstanbul’u alması 2. Mehmed’i bambaşka bir yere taşıdı. Papa 2. Pius’un Fatih’e yazdığı fakat göndermediği mektubunda şunları söylüyordu: “Seni, en büyük, en güçlü, yaşayan ölümlülerin en meşhuru yapabilirim. Nedir diye soruyorsun? Anlamak zor değil, bulmak için uzağa gitmeye gerek yok. Her yerde bulunabilir: Vaftiz olmak, Hristiyanlığa dönmek İncil inancını kabul etmek için, biraz su, acque pauxillum*. Bir kez bunu yapınca, yeryüzünde şöhrette seni geçecek, güçte sana eşit bir tek prens bile olmayacak. Seni Greklerin ve Doğu’nun imparatoru ilan edeceğiz ve şimdiye kadar şiddet yoluyla elde ettiklerin, haksız bir biçimde elinde tuttukların, hakkın olarak senin olacak.”11
Fatih’in de bu mektuptan haberi olma olasılığı yüksek çünkü çok sayıda hafiyesi vardı Avrupa’da. İstanbul’a ordunun girmesinden sonraki iki günde yaşananlar kısaca işte böyle.
Herkese keyifli günler dilerim.
*Biraz su
KAYNAKLAR
Görsel: https://tarihvakti.com/istanbul-un-fethi-ile-ilgili-6-onemli-detay/
1-Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet, s. 65. Milliyet yayınları.
2-aynı yapıt, s. 65.
3-aynı yapıt, s. 65-66.
4-aynı yapıt, s. 66.
5-aynı yapıt, s. 67.
6-aynı yapıt, s. 67.
7-aynı yapıt, s. 68.
8-aynı yapıt, s. 69.
9-Kritovulos, History of Mehmet Conqueror, 1467-1954, Princeton University Press, s.82, aktaran Yalçın Küçük, 21 Yaşında Bir Çocuk, Fatih Sultan Mehmet, s. 183.
10- Yalçın Küçük, 21 Yaşında Bir Çocuk, Fatih Sultan Mehmet, s. 194.
11- Franz Babinger, Mehmed the Conqueror and His Time, Princeton University Press, 1978, s. 200.