Erdal Çolak
Sosyal medyada hava yine çoğunlukla bulutlu; ölüm haberleri, başsağlığı mesajları ve yaşanan siyasi gerilimler sonucu sıcaklık eksi 10 derecenin de altında!
Ama önümüzdeki Cuma ve hafta sonu “hayırlı cumalar” mesajları ile veya Hristiyanların “konfirmation” adı altında kilisede yaptıkları vaftiz törenleri, düğünler, doğum günleri, nişanlar, bekarlığa veda, evlilik yıl dönümleri ile ilgili kutlama paylaşımlarıyla sosyal medyada hava mevsim normallerinin üzerinde ısınacak. Sosyal medya sakinlerini güneşli bir hafta sonu bekliyor, sıcaklık 22 derece olacak. Önceki hafta sonu ise biraz yağışlı geçti. Kanser tedavisi gördüğü Almanya’da yaşamını yitiren Barış Grubu üyesi Aysel Doğan’ın Dersim’deki cenazesinde kitleye saldıran polis, tazyikli su sıkınca hava mevsim normallerinin altına düştü, şiddet ise en üst seviyedeydi. Filistinli Amerikalı gazeteci Şirin Ebu Akile’nin ölümüne tepki gösteren sözüm ona “aydın” geçinen sosyal medyadaki insanlar Barış Grubu üyesi Doğan’ın Dersim’deki cenazesinde polisin uyguladığı şiddet sağanağına kulaklarını tıkadılar. Sosyal medyadaki insanların üç maymunu oynayarak sessiz kalması ve havanın soğuk parçalı bulutlu, rüzgarlı geçmesi barışı destekleyen insanları üzdü. AKP`li Derince Belediyesinden gelen alçak hava akımı Derince’de 20 Mayıs’ta yapılacak Aynur Doğan konserinin iptal edilmesi ve “Kürtçe müzik yasak” denilmesi Kürtlerin yüreğinde kuvvetli ayaz ve buzlanmaya sebep oldu…
Birçok şey yazılabilirim. Bu yazdığım örnekler elbette ironi,
Dünyada olup bitenleri görsel, sözel ve yazılı medyada takip ederken o kadar can alıcı şeylerle karşılaşıyoruz ki insanın morali yerlere düşüyor. Düşünmüyor değilim, ara sıra kendimi herhangi bir zaman boyunca medyadan uzak tutup, dünyada olan savaşların, acıların sonsuz döngüsü, şiddetli saldırılar, çöpten yiyecek toplamak zorunda kalan insanlar, refah, huzur, barınma, güvenlik, eğitim, sağlık gibi bireyin temel ihtiyaçlarını karşılanmasına yönelik sıkıntıların yaşandığı bir gerçeklikle karşı karşıya kalmak istemiyorum çünkü üzülüyorum…
Bugün dünyada kırılgan ekonomiler olduğunu görüyoruz. Her yönden, özellikle ekonomik açıdan zirvede olan teknolojik, bilimsel gelişmeler sonucunda güç hastalığı sayesinde insanlık zirveden hızlı bir şekilde yerlere çakılıyor. Kimse eşit falan doğmuyor. Kimse keyfinden sefalet ve acı yaşamak için doğmuyor. Din, kültür, kapitalizm sadece fakirler bu dünyada zenginleri katletmesin diye onlara öbür dünyada eşit bir cennet vaat ederek garibanın, insanlığın boğazını sıkıyor. Bu hayatta öyle bir dengesizlik, adaletsizlik var ki; bir kısmı trajediyi yaşarken öteki taraf savurganlık, saçmalık, zenginlik, servet içerisinde aristokratik bir anlayış denizinde boğuluyor. Herkes bir şekilde yediğini içtiğini paylaşıyor. Afrika’da insanlar ekmek bulmak, karınlarını doyurmak, su içmek için kilometrelerce yol yürüyorlar. Zengin ülkelerde ise insanlar yediklerini eritmek için kilometrelerce yol yürüyorlar. Hareket tarzı aynı, amaç farklı, sonuç farklı…
İnsandaki duygusal hava atmosferi günübirlik öyle çabuk değişiyor ki takip edemiyorsunuz. İnsanlardaki anlık bu modun değişimi sabah güneşli, öğlene doğru kapalı, akşama doğru ise hüzün bulutları gri renklerle insan ruhuna hükmediyor. Belki de bunun tersi, hüzün bulutları ile başlayan gün sevinç, mutluluk bulutlarının hüküm sürdüğü bir gün ile sona eriyor. Konuyu açmak gerekirse, sabahleyin insanlar sosyal medyada bir yakınını, mesela annesinin, babasını, kardeşini, ölmüş bir tanıdığını paylaşıyor. Ya da ölen akrabasının ölüm yıl dönümü ya da yeni vefat etmiş yakının ölümünü duyuruyor. Herkes bir şekilde yakını ölen kişiye başsağlığı mesajları, teselli eden, yanında olduğunu, acısını paylaştığını ifade eden duygusal içerikli mesajlar yazarak acısını ortak olmaya çalışıyor. Buraya kadar her şey normal değil mi? Sosyal medyada ister takip edin ister etmeyin bu acısını duyuran insanlar sabah paylaştıkları ölen kişinin fotoğrafı ile hüzün yüklü, paylaşımı yapan o kişi değilmiş gibi akşam ya gittiği bir doğum gününü, bir nişanı, düğünü ya da eğlence ortamını, yediği bir yemeği, tatlıyı paylaşıyor. İnsanlar çevresine göstermek için geziyor, yemek yiyor, fotoğraflıyor ve paylaşıyor.
Bir arkadaşım İstanbul`da normalde ismini bile duymadığı ama sosyal medyada bilinen bazı mekanlara oğlunu götürdü. İlginç olan ise, iki günlük hafta sonu gezisinde uğradıkları tam 13 mekanda yemek ve tatlı yenilen, nargile içilen yerlerdi. En komik olan ise bu 13 mekanın bazılarında dışarıda sıra bekleyip yemeklerin fotoğrafını çektikten sonra ya çok az yiyerek ya da hiç yemeden fotoğraflarını çekmiş ve sosyal medyada paylaşıp mekanları terk edip gitmişler. Düşünün, İstanbul`da sosyal medyada reklamı çok yapılan mekanlara çocuğunu alıp gidiyor, fotoğraf çektirip 2 gün sonra Danimarka’ya dönüyor. Komik olansa İstanbul`u İstanbul yapan o kadar çok şey var ki; Ayasofya, Galata Kulesi, Adalar ya da Kız Kulesi ve birçok tarihi ya da bilinen mekanı gezmeden sadece ısmarladıkları yemekleri yememişler ya da yiyememişler ama fotoğraflarını çekip sosyal medyada paylaşmışlar… Ne diyeyim!..
Aslında tüm bu paylaşımların sonunda belli bir süre sonra tatminsizlik, mutsuzluk yaşıyorlar. Kesinlikle insanların ne yediği içtiği beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren, hangi ara ölen akrabanın acısını paylaşırken başka bir frekansa geçiverdin? Ara sıra bu paylaşımları görünce vefat eden kişinin tekrar dirilip aramıza hayata kaldığı yerde devam ettiğini düşünmüyor değilim. Nasıl güçlü bir psikolojide bu insanlar diye düşünmeden edemiyorum. Böyle olan herkese de saygı duyuyorum. “Yalnız değilsin, seninleyiz, destekliyoruz” türü mesajların ya da takdir edilmemizin, beğenilmek istememizin altında saklı olan bu duygular var. Belki de bunlar narsist ihtiyaçlarımızı besliyor. Bu yaptığımız imaj oluşturmakla ilgili ama gerçekte “ben” olmayan, gerçek kimlik ve aidiyet duygumuzu zayıflatıyor.
Kendinizi karşınıza alıp somut bir şekilde sorun; “Yaptığım paylaşımların amacı ne, neden bu paylaşımı yapıyorum” diye… Egocentrist ben duygusunun öne çıkması gerektiğini, bu ben duygusu biz duygusundan uzak, iletişimde olduğumuz çevremizin gözünde kendi istediğimiz gibi bir kamuoyu oluşturmaktır. Tabi ki bu düşünce ben egosu etrafında olduğu için sıkıntılar oluşmaktadır.
Ben yazdıklarımın, yaptığım paylaşımların insanlar tarafından okunmadığını ya da okuyan birkaç kişi olduğunu biliyorum. Gerçekten bu hayatta az okuyan çok konuşan, boş konuşan insan yığınları var. İnsan sayısının milyarlarla, adam sayısının rakamlarla ölçüldüğü bir dünyada yaşıyoruz. Herkes gerçek karakter yapısını gizleyip ideal beni oynuyor. Herkes bunalımda, sosyal medyadaki bütün platformlarda duygular samimiyetsiz, düşünceler ikiyüzlü. En ilginç olanı ise güzel olmayan bir kadının ya da yakışıklı olmayan bir erkeğin sosyal medyada paylaştığı bir fotoğrafa herkesin ikiyüzlü yorumlar yapması. O fotoğrafı paylaşan kadın ya da erkeği öyle bir duruma sokuyorsunuz ki kişide ego patlamasına yol açıyor, hatta evlilerse evliliklerinin altına dinamit yerleştirdiğinizin farkında bile değilsiniz. Herkes filtreli fotoğraflar paylaşıyor. Sen paylaştığın fotoğraftaki filtreli kişi olmadığın için banyoda, duşta var olan gerçekliğin ile aynada yüzleşince bunalıma girip mutsuz olup geleceğin bulutlu, ilişkilerin ise fırtınalı oluyor.
Son olarak şunu öğrendim ki, gerçek hayatta bir kişiyi mutsuz edip üzerseniz bir kişiye, sosyal medyada üzerseniz bin kişiye söyler. Gabriel Garcia Marquez söylediği gibi “Ucuz insanlara pahalı gelmen senin değil onların suçu. Unutma ki; insan anlayana çok, anlamayana eksik görünür.”
Hepsi bu! Sosyal medyada hava nasıl olursa olsun sizin sosyal medyada havanız iyi olsun.