15 Şubat 2011’de Bingazi’de “Arap Baharı” hareketlerinden ilham alan protestolar başladı. Sadece iki gün sonra protestolar Muammer Kaddafi rejimine karşı topyekûn bir ayaklanmaya dönüştü.
Kaddafi ile eski hesapları olan Batı dünyası, ABD, Fransa ve Birleşik Krallık liderliğinde derhal harekete geçerek Libya üzerinde “uçuşa yasak bölge” ilan etti. NATO’nun Libya’ya müdahalesi tartışılmaya başladığında, zamanın başbakanı Erdoğan, 28 Şubat 2011’de, ‘NATO’nun Libya’da ne işi var?’ diyerek Kaddafi’yi iktidardan indirmek için ortaya atılan NATO müdahalesi planına sert bir şekilde karşı çıktı.
18 Mart 2011’de toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1973 sayılı kararı ile Kaddafi güçlerinin etkisiz hale getirilmesi için havadan ve denizden Libya’ya müdahaleyi (uçuşa yasak bölge/deniz abluka sahası) oyladı. Çin ve Rusya’nın çekimser kaldığı oylamadan hemen sonra, Fransa devreye girdi. 19 Mart 2011’de Paris’te yapılan toplantıya Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Birleşik Krallık Başbakanı James Cameron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel katılarak, Libya’ya müdahale kararını uygulamaya koydular. Aynı gün hava ve füze saldırıları başladı.
NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Libya’da uçuşa yasak bölge uygulamasının NATO sorumluluğunda yürütüleceğini ve harekatın sevk ve idare edileceği NATO’nun hava üssünün İzmir olacağını açıkladığında tarih 25 Mart 2011’di.
İç savaşın başlamasıyla birlikte, uluslararası arenada kabul gören Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) Başkanı Mustafa Abdülcelil Doha’da ve Roma’da temas gruplarıyla toplantılar yapmaya başladı. ABD Başkanı Barack Obama tarafından güvenilir ve meşru bir oluşum olarak tanınan UGK, Washington’da ofis dahi açtı.
UGK Başkanı Abdülcelil, 23 Mayıs 2011’de Türkiye’ye geldi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Türkiye, bir taraftan NATO saldırılarına destek verirken, Libya iç savaşında ve sonrasında ortaya çıkacak yeni siyasi oluşumda etkili olabilmek ümidiyle kolları sıvamıştı. Nitekim, Davutoğlu 9 Haziran 2011’de insani yardım, sağlık hizmetleri, okullar ve altyapı için Türkiye’nin Libya’ya 100 milyon dolar yardım yapacağını açıkladı. Dost ve kardeş Libya halkına yapılacak bu yardıma kimsenin itirazı yoktu, olamazdı da. 4 Temmuz 2011’de Davutoğlu, Bingazi’de muhaliflerle görüştü ve yaptığı açıklamada “Türkiye 200 milyon daha yardım yapacak. Libya’da politik istikrar sağlanınca para ihtiyacı olmayacak” dedi. İç savaşın devam ettiği bir ortamda yapılan bu yardımların amacının gerçekten altyapı yatırımları olup olmadığı konusunda soru işaretleri belirmeye başlamıştı.
20 Ağustos 2011’de isyancı güçler Trablus’u ele geçirdi ve Kaddafi şehirden kaçtı. Daha sonra Kaddafi’nin 20 Ekim 2011’de Sirte’de UGK güçleri tarafından linç edilerek öldürüldüğü açıklandı.
“Dirsek teması”
Bu sırada yabancı yayın organlarında, Türkiye’nin Libya’da İhvancı güçlerle dirsek temasında olduğu, hatta onları örgütlemeye çalıştığı ve maddi destek sağladığına ilişkin haberler yer almaya başlamıştı.
11 Eylül 2011 günü Ali Babacan, Hürriyet gazetesinde yer alan bir haberde, “Uçağın düşmesinden çekindik, Libya’ya 100 milyon doları 4 dilime bölüp teslim ettik” demişti. Bu maddi yardımların ideolojik temelli dış politikanın bir unsuru olarak, Libya’da malum çevrelere gönderildiği netleşmeye başlamıştı.
Başbakan Erdoğan, 16 Eylül 2011’de Libya’ya giderek temaslarda bulundu. Erdoğan, temaslarında laiklik mesajları verirken UGK Başkanı Abdülcelil ile birlikte cuma namazı da kıldı.
Erdoğan, Trablus’taki Şehitler Meydanı’nda Libyalılara seslendiği konuşmasında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a mesajlar da gönderdi. ”Suriye’de de halkına zulmedenler ayakta kalamayacaklardır. Zira, zulüm ile abat olunmaz. Artık otokrasi dönemleri bitiyor. Totaliter rejimler gidiyor. Artık halkın iktidarı geliyor” dedi.
Erdoğan’ın ziyaretinden bir hafta önce BBC, Türkiye’den Libya’ya giden ‘hayalet gemiler’ başlıklı bir haber yayınladı
2011 yılının Aralık ayında, Abdülcelil bir kez daha İstanbul’a geldi. Galiba Zafer Çağlayan karşılamıştı. Daha sonra Davutoğlu, Abdülcelil’i kaldığı otelde ziyaret ederek görüşmüştü.
3 Mart 2012’de Muhammed Sovan’ın liderliğinde Müslüman Kardeşler’in Libya şubesi olarak bilinen Adalet ve İnşa Partisi kuruldu.
İlk seçim
Temmuz ayına doğru artık Libya iç savaşının sona ermekte olduğu ve genel seçimlerin yapılacağı belli olmuştu. Nitekim, 7 Temmuz 2012’de Libya’da 34 siyasi partinin katılımı ile ilk demokratik (!) seçimler yapıldı. Libya Genel Ulusal Kongresi seçimleri, anayasayı ve hükümeti kuracak kurucu meclis için yapılan, 3,5 milyon seçmenin oy kullandığı seçimlerde Mahmud Cibril % 48’lik oy oranı ile seçimleri kazandı. Oldukça karmaşık bir seçim sistemine sahip Libya’da, Cibril 39 milletvekilliği kazanırken Müslüman Kardeşler’in partisi olan Adalet ve İnşa Partisi ise % 11’lik oy oranı ile 17 sandalye kazandı.
Bu seçimler, Libya’nın siyasi geçiş sürecinde önemli bir dönüm noktasıydı. Seçimlerin ardından, 200 üyeli Genel Ulusal Kongre (GUK) kuruldu. Bu kongre, Ulusal Geçiş Konseyi’nin (UGK) yerini aldı ve ülkenin yeni anayasasını hazırlamak ve geçici hükümeti atamakla görevlendirildi. GUK, geçici hükümeti kurmak ve yeni bir anayasa hazırlamak için çalışmalara başladı. Ancak, bu süreçte çeşitli zorluklarla karşılaşıldı. Ülkede güvenlik sorunları devam etti. Milis gruplarının çatışmaları ve dış güçlerin müdahaleleri devam etti. Ülkenin doğusu ve batısı arasındaki bölgesel gerilimler arttı. Doğu bölgesi, Trablus merkezli hükümetin kendilerini ihmal ettiğini düşünerek daha fazla özerklik talep etti.
11 Eylül 2012’de Libya’da ABD Büyükelçisi öldürüldü. Libya, çeşitli milislerin güç ve kontrol için yarıştığı bir kaosa sürüklendi. UGK’nın görev süresi 1 yıl daha uzatıldı. Bu uzatma, parlamento için çatışmaların daha çok görünür hale gelmesine sebep oldu ve darbeler süreci başladı.
14 Şubat 2014’te emekli General Halife Hafter (SSCB’de Frunze Askeri Akademisi mezunu, daha sonra ABD vatandaşı ve CIA bağlantılı), Genel Ulusal Kongre’yi (GUK) feshettiğini ve Libya Askeri Geçiş Konseyi’ni kurduğunu ilan etti. Hafter, darbe girişiminde başarılı olamadı ama uluslararası toplumdan da tepki almadığı (ve aslında kabul gördüğü) için yeniden denemek üzere motivasyon kazandı.
Hafter, Mayıs 2014’te de dinmeyen iç çatışmaları gerekçe göstererek “Libya’nın Onuru Operasyonu” adı altında Bingazi’ye operasyon düzenledi ve bölgeyi kontrol altına aldı. Böyle bir ortamda, Libya’da Temsilciler Meclisi için 25 Haziran 2014 tarihinde parlamento seçimleri yapıldı. Tüm adaylar bağımsız olarak yarışırken seçimler, milliyetçi ve liberal grupların sandalyelerin çoğunu kazandığı ve İslamcı grupların sadece 30 sandalyeye düştüğü bir sonuçla tamamlandı. Seçime katılım yüzde 18 ile çok düşüktü.
Seçim tamamlandıktan sonra, Libya Yüksek Mahkemesi’ne (LYM) iki anayasal iddia getirildi. Mahkeme, seçim de dahil olmak üzere meclisin kurulmasına yol açan tüm yasama ve seçim sürecini geçersiz kıldı. UGK, seçim sonuçlarını tanımadığını ve yeni seçilen Temsilciler Meclisi’ne (TM) görevi devretmeyeceğini açıkladı. Böylece, yeni seçilen TM üyeleri ile eski UGK üyeleri arasında çatışmalar başladı. 4 Ağustos 2014 tarihinde, İkinci Libya İç Savaşı sırasında Trablus’un silahlı İslamcı gruplar tarafından işgal edilmesinin ardından, Temsilciler Meclisi ülkenin doğusundaki Tobruk’a taşındı. Başlangıçta üyelerin yaşaması ve toplantılarını gerçekleştirmesi için bir Yunan denizcilik şirketinden kiralanan gemi kullanıldı, daha sonra Temsilciler Meclisi, Tobruk’taki Dar al-Salam Oteli’ne taşındı.
Libya idari anlamda ikiye bölündü: Trablus’ta İslamcıların desteklediği GUK ve Tobruk’ta Hafter’in desteklediği Temsilciler Meclisi.
27 Ağustos 2014’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 2714 sayılı kararı ile Batı’daki Libya Hükümeti ve Doğu’daki Temsilciler Meclisi’ne acil ateşkes çağrısında bulundu. 6 Kasım 2014’te Libya Yüksek Mahkemesi, ismi açıklanmayan bir grup milletvekilinin belirsiz gerekçelerle yaptığı itiraz üzerine seçimi iptal etti. Tobruk merkezli parlamento bu karara uymayacağını açıkladı.
2 Mart 2015’te Temsilciler Meclisi Halife Hafter’i Doğu’daki ordunun, yani Libya Milli Ordusu’nun (The Libyan National Army- LNA) komutanı olarak atadı. Ordu da resmen ikiye bölünmüş oldu.
Devam edecek…
Not: Bu yazım ilk olarak Ekonomi Diplomatik’te yayınlanmıştır. 2019 yılında Libya ile imzaladığımız anlaşmaların hukuki dayanağını oluşturduğu iddia edilen, 2015 tarihli Libya Politik Anlaşması’ndan (Süheyrat Anlaşması) günümüze kadar olan gelişmeleri ele aldığım yazının ikinci bölümü önümüzdeki hafta yayınlanacaktır.
Görsel: euronews.com