Sosyal medya kaynıyor. Fokur, fokur. Biri yazmış: “Cezaevi yapımı hızla sürüyor. Muhaliflere yer açın..”
Arkadaşı yanıt vermiş: “Tabii canım. Cezaevlerinde yer kalmadı. Muhalifler peş peşe içeri alınacak.” Bir başkası, “Freni patlamış kamyona döndü” demiş. Bir diğeri, “Gemi tehlikeli sularda yol alıyor. Buz dağına çarptı çarpacak.” Biri de Sabahattin Ali’den alıntı yapmış: “Solcular gerçekleri bedava anlatır tutuklanır. Sağcılar yalanları parayla satar zengin ve makam sahibi olurlar.”
Ortalıkta inanılması güç paylaşımlar, iddialar dolanıyor. Bu iddialara göre, cumhurbaşkanı adayları arasında adı geçen İBB Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması için zemin hazırlanıyor. Yeni düzenlemelerle fişlemeler yapıldığı ileri sürülüyor. Muhalif yazar, sanatçı ve gazetecilerin çeşitli gerekçelerle gözaltına alınacağı ve tutuklanacağı, “iktidara dokunanın yanacağı” iddia ediliyor. İmamoğlu’nun tutuklanması meselesi bir sonuç değil, daha büyük bir planın bir parçası olarak görülüyor
Muhalif siyasi parti liderlerine, belediye başkanlarına, gazetecilere, sanatçılara yönelik sindirme hareketinden Halk TV de nasibini aldı. Diğer olaylarda olduğu gibi, Halk TV’ye “gözdağı verme hareketine” karşı da muhalefet partilerinden, sivil toplum kuruluşlarından ve toplumun muhalif kesiminden tepkiler yoğun. Bir yurttaş yazmış : “Vallahi caddelerde yürüyesim var. Bu ne ya! Muz cumhuriyeti gibi.”
Kaygı dolu, öfke dolu açıklamalar yapılıyor. “Saray’dan talimatlı savcıların varlığından” söz ediliyor.” Yaşananların büyük planın parçaları olduğu” iddia ediliyor. “Herkes AKP’ye biat etmek zorunda mı?” sorusu ortaya atılıyor. “Bunlarla uğraşmak yerine ekonomik krize, hayat pahalılığına çare bulunsun” deniliyor.
Gelişmeleri kaygıyla izleyen muhalif yurttaşlar birbirlerine soruyorlar:”Bu koşullarda ne yapmak lazım, nasıl hareket lazım?” Öneriler çeşitli. CHP’nin önayak olmasıyla muhalefetteki partilerin iktidarın baskı politikalarına karşı güç birliği yapması gereğini savunanlar var. Parlamento dışı demokratik güçlerin muhalif partilerin güç birliğine destek olabileceklerini söyleyenler var. Bu şekilde baskılara karşı “Demokratik Güç Birliği Hareketi” oluşturulabileceği belirtiliyor
Kimileri de öncelikle Ankara Tandoğan’da büyük bir miting düzenlenerek, iktidarın Atatürk’e şikayet edilmesini öneriyorlar.
İnsanlar iktidarın çeşitli konulardaki politikalarından hoşnut olmadıklarında çoğu kez Tandoğan’da mitingler düzenleyerek Atatürk’e yakınıyorlar. Kimi zaman düşünüyorum, Atatürk kalksa ve “Rahat bırakın biraz beni kafamı dinleyeyim. Size çok yol gösterdim zamanında dinlemediniz. Artık yolunuzu kendiniz belirleyiniz. Sorunlarınıza kendiniz çare bulunuz. 21. yüzyıl ileri demokrasi döneminde tepkilerinizi , yakınmalarınızı dile getirmek için başka demokratik, barışçıl yollar düşünün. Derdiniz, sıkıntınız her ne ise toplanıp Külliye’ye gidin. Size emanet ettiğim çiftlikte görkemli bir saray inşa eden Cumhurbaşkan’ına derdinizi anlatın” dese yeridir.
İnsanlar Tandoğan yerine Külliye’nin yakınında miting yapsalar, sorunlarını, sıkıntılarını tüm yurttaşları kucakladığını, demokrasiye büyük önem atfettiğini her vesile ile dile getiren Cumhurbaşkanı’na anlatsalar nasıl olur? Cumhurbaşkanı insanları dinlese, sıkıntılarına, dertlerine çözüm arasa, onlara doğrudan hitap etse nasıl olur? Her şeyden önce, sessiz, sedasız, sakin bir yöre olan Külliye’nin civarı demokratik buluşma merkezi olarak anlam kazanır. İnsanlarımızın kayda değer bir kesiminin AKP’ye bakışı değişir.
2023 başlarında 90’lı yıllarda TBMM başkanlığı, milletvekilliği, bakanlık yapmış farklı siyasi görüşlerden gelen 100’e yakın isim yargıyla başı dertte İBB Başkanı İmamoğlu’na destek için Saraçhane’ye gitmişlerdi ve buradaki “Haysiyet Duvarı”na imza atmışlardı. Siyaset dünyamızın yakından tanıdığı bu isimle, yargı eliyle dava ve soruşturma kıskacına alınan İmamoğlu’na anlamlı bir destek vermişlerdi. Büyük bir dayanışma örneğiydi söz konusu demokratik eylem. Diyorum ki benzeri bir eylem bugün de düzenlenemez mi? Bu siyasilerimiz bu kez topluca Külliye’ye giderek, antidemokratik politikalara, baskılara yönelik kaygılarına Cumhurbaşkanı’na iletemezler mi?
Eskiden üniversiteler iktidarların antidemokratik politikalarına yayınladıkları bildirilerle tepki gösterirlerdi. Şu sıralar üniversiteler sessiz, sakin. İleri demokrasi döneminde bilim adamlarımızın bu tür demokratik eylemlerde bulunmak yerine bilimsel araştırmalara ağırlık verdikleri anlaşılıyor. Bu itibarla “üniversitelerimiz de antidemokratik politikalara karşı rahatsızlıklarını Külliye’ye iletseler iyi olur” diyemiyorum. Keza, ileri demokrasi dönemine uyum sağlayan, işçi ve işveren kuruluşlarına, düşünce kuruluşlarına, medyaya vs. de bir çağrım, bir sözüm yok.
Ancak demokrasiye gölge düşürebilecek, otoriter eğilimlere güç kazandıracak gelişmelere karşı tepkiler, muhalif kesimlerde gözlenen hoşnutsuzluk dikkat çekici. Siyasi nitelikle olduğu algısını yaratan gözaltına almalar, tutuklamalar AKP’ye fatura ediliyor. AKP’nin Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı süresini uzatma niyet ve gayretinde olduğu, bu süreçte güçlü rakiplerini yarış dışı bırakma çabasına girdiği ileri sürülüyor. Hesap vermekten kaçınıldığı iddia ediliyor.
“İktidarı zamanı geldiğinde devretmemek için türlü çeşitli oyunlar sergileniyor, yargı siyasete alet edilmek isteniyor. İktidarın bu tutumundan pek çok değerli yargı mensubu da rahatsız. Keza fabrika ayarları bozulan bürokrasi içinden ve iş çevrelerinden de rahatsızlıklar gözleniyor” deniliyor…
Türkiye iç ve dış politikada ve ekonomide zor ve kritik bir dönemden geçiyor. Bu zor dönemde özellikle şu hususlar göz ardı edilmemeli:
Siyaset dünyasının ve medyanın yanı sıra Milli Güvenlik Kurulu tarafından da, içinde yaşanılan zor ve kritik koşullar açık ve net bir şekilde ortaya konuluyor. Bu itibarla bu zor koşullara dikkat çeken açıklamalar, görüşler önemsenmeli. İktidar da, muhalefete de büyük sorumluluk duygusuyla hareket etmeli. Toplumumuzun birlik ve beraberliğine gölge düşürebilecek, toplumsal gerginliklere yol açabilecek eylem ve söylemlerden, tahriklerden kaçınılmalı..
Hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, yargı bağımsızlığına saygılı demokratik ülke görünümüne ters düşecek eylem ve söylemlerden kaçınılmalı. İnsanları umutsuzluğa sevk edecek politikalardan, uygulamalardan kaçınılmalı. Yargıya müdahale ediliyor izlenimi verecek kararlardan kaçınılmalı..
İç cephenin güçlü tutulmasına çalışılmalı. Toplumumuzun çeşitli kesimlerinden dile getirilen yakınmalar, beklentiler dikkate alınmalı.Demokrasinin, insan haklarının güçlendirilmesine, hukukun üstünlüğünün savunulmasına özen gösterilmeli. Yargının siyasallaşma girişimlerine karşı dik durulmalı. Başta ekonomi ve adalet olmak üzere çeşitli alanlarda insanlarımızda mevcut umutsuzluğu giderici önlemler ciddiyetle uygulanmalı. Cumhuriyet değerlerine, akla, bilime önem verilmeli.
Umutsuzluk içinde olduğunu söyleyenlere de tavsiyelerim şunlar: :
Türkiye’deki gelişmeleri, günlük gelişmelerin ayrıntılarının ötesinde, Türkiye’nin özelliklerini tarihi perspektif içinde, günümüze ve geleceğe yönelik olarak değerlendirin,
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin anlam ve önemini iyi kavrayın,
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın çok zor koşullar ve yokluklar içinde kazanıldığını unutmayın,
Türkiye Cumhuriyeti’nin keza zor koşullar, imkansızlıklar içinde kurulduğunu unutmayın,
Cumhuriyetin ilanından sonra, Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak amacıyla, Avrupa’da nasyonel sosyalizmin ve faşizmin ayak seslerinin duyulmaya başlandığı bir dönemde, aynı Batı’nın hukuki, siyasi, toplumsal kurumlarının örnek alındığını, bu çerçevede Batılı demokratik sistemin ve laikliğin benimsendiğini aklınızdan çıkarmayın.
“Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir” diyen Atatürk’ün Türk gençliğine güvendiğini unutmayın,
Ulusumuza güvenerek Ulusal Kurtuluş Savaşı’na öncülük eden, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Atatürk ve arkadaşlarının hiçbir zaman umutsuzluk içinde olmadıklarını her daim hatırda tutun. Umutsuzluk duygularınızı silip atın. Aydınlık geleceğe güvenle bakın.
Türkiye’nin en önemli güç kaynaklarından birinin sizler olduğunuzu bilin…
Fotoğraf: BirGün