Attilâ İlhan’ın yayımlanmış ikinci romanı olan Zenciler Birbirine Benzemez, II. Dünya Savaşı’nın yarattığı travmanın; bireyin iç dünyasındaki çatışmaların, varoluş sancılarının, aydınların yaşadığı bunalımların izdüşümüdür.
II. Dünya Savaşı’nın akabinde, Aralık 1951 ile Eylül 1952 yılları arasında Paris ve İstanbul’da yazılmıştır (İlhan, 2000: 261). İlk olarak Salim Şengil tarafından Ankara’da yayımlanan Son Havadis gazetesinde (Attilâ İlhan’ın haberi olmadan) tefrika edilmiştir. Ankara Basın Savcılığı, A. İlhan’ın söylemiyle “açık saçık” olduğu gerekçesiyle roman hakkında dava açmıştır. Dava beraat ile sonuçlanmıştır.
Orhan Kemal’in tavsiyesi üzerine A. İlhan basılmak üzere romanın dosyasını Remzi Kitabevine bırakmıştır. Remzi Kitabevinin romanı yayımlamakta tereddüt etmesi üzerine A. İlhan romanın dosyasını kitabevinden geri çekmiştir (İlhan, 2000: 266). Roman 1957 yılında Dost Yayınları tarafından basılmıştır. İkinci basımı için gözden geçirirken A. İlhan romanı dil, anlatım ve içerik yönünden düzeltme yoluna gitmiştir.
Romanın yazıldığı sırada Fransızca öğreniyor olmasının dil ve anlatıma; devrin koşulları gereği bazı meselelere açıkça değinememesinin içeriğe olan etkisini fark etmiş ve buna yönelik değişiklikler yapmıştır (İlhan, 2000: 266). Romanın sonunda yer alan “meraklısı için notlar” bölümünde yazar, Zenciler Birbirine Benzemez’in soğuk savaşın en belalı döneminde yazıldığını ve yayımlandığını, roman kahramanının İstanbul’un ve Paris’in “solcu” çevreleriyle arkadaşlık edip düşün tartışmaları yaptığını belirtir. İkinci basımı için romanın Dünya gazetesine vermesinin ardından (ki gazete fazla edebî bulduğu için yayımlamayı reddetmiştir) A. İlhan kendisinin “solcuların iç yüzünü ifşa edecek bir eseri, Dünya gazetesine teklif ettiği” eleştirilerine (kendi ifadesiyle dedikodularına) maruz kalmıştır (İlhan, 2000: 267). Yayımlanmasının ardından pek çok tartışma ve polemiği beraberinde getiren romanın sonraki yıllarda farklı yayınevleri tarafından da baskıları yapılmıştır.
Zenciler Birbirine Benzemez, yazıldığı dönemin romancılığı içinde teknik açıdan farklı bir yapı gösterir. Attilâ İlhan, iletişim olanaklarındaki yaşanan büyük gelişmeler ve görsel atılımlar nedeniyle 20. yüzyılda 19. yüzyıldan farklı bir roman tekniği kullanılması gerektiğini savunur. Bunu sağlamak için iki yol önerir. Birincisi, bu yeni olanakların romandan kaptıklarını atarak romanı kendisine kalan çok az şeyle başarmaya çalışmak; ikincisi, tam tersine yeni beliren olanakları romana uygulayarak onu çağdaşlaştırmak. Birinci yolun Fransız Yeni Romanı tarafından denendiğini ama kitlelere ulaşamadığını, ikinci yolun yüzyılın başından beri büyük romancılar tarafından uygulandığını söyler.
İkinci yol başarılı olduğundan buna yönelinmesi gerektiğini düşünerek romandaki yaklaşımının kaynağını bildirir. 19. yüzyıl roman yapısından farklı; sinema, televizyon, telsiz, radar dünyasının insanlarına seslenen bir öyküleme, bir teknik, bir biçim bileşimi gerektiren bu tarzdan Türk romanını hayli uzak bulduğunu belirtir. Türk romanının 19. yüzyılda donup kaldığını iddia eder. Kendisinin romanda çağdaş çizgiyi izlediğini söyler (Arseven, 1994).
Zenciler Birbirine Benzemez’de geleneksel roman yazma anlayışını kırma, döneminin roman geleneğinden ayrılma söz konusudur. Roman gerek ele aldığı konu ve bakış açısı gerekse diğer yapı unsurları bakımından dönemin romancılığı içinde ayrı bir yerde durur. Serim, düğüm, çözüm planında olay örgüsü bir “son” ile tamamlanmamış, okurun yorumuna bırakılmıştır. Olay örgüsü romanın başkişisi Mehmed-Ali Paris sokaklarında yürürken son bulmuştur. Yürüme eyleminin yarattığı devamlılık, süreklilik, bir hedefe varamayış imgesinden yararlanılmıştır.
Romanın entrik unsurunu kuran ana düğümün çözümde yanıtı verilmeyerek Mehmed-Ali’nin bundan sonraki yaşamını nasıl sürdüreceği konusunda karar, okurun hayal, düşünce ve duygu dünyasına bırakılmıştır. Romanda çizilen son sahne ile olay örgüsünü başlatan Mehmed-Ali’nin İstanbul’dan Paris’e gitmek üzere yaptığı tren yolculuğu arasında tezada dayanan güçlü bir bağ kurulmuştur. Tren yolculuğu ile yürüyerek gitme arasındaki hız ve güç karşıtlığından yararlanılmıştır. Tren mevcut düzeni terk etmedeki hızı ve kolaylığı, yürüyüş ise yeni bir düzen kurmadaki yavaşlık, kararsızlık ve zorluğu imlemektedir.
Roman biri hızlı diğeri yavaş iki ana eylem arasında Mehmed-Ali’nin yaşamından bir kesit sunar. Mehmed-Ali’nin kim ve nasıl bir insan olduğu, bir işi ve kurulu bir düzeni varken bunları bir yana bırakıp neden Paris’e gittiği önemli bir merak unsuru olarak okurun karşına çıkar. Bu konudaki belirsizliği ortadan kaldıran soruların yanıtları zamanda geriye dönüşlerle verilir. Mehmed-Ali’nin sahip olduklarından vazgeçerek Paris’e gidişinin heves, şımarıklık veya bir anlık öfkeyle alınmış bir karardan daha fazlası olduğu, bu gidişin nedenleri olay örgüsünün bütününe yayılarak ve yavaş yavaş aktarılır.
Aktarımdaki bu yavaşlık, romanın düşünsel dokusunun inşasının da yavaş olmasını sağlar. Böylece roman kişileri aracılığıyla aktarılan düşünceler üzerinde okura düşünmek, tartışmak için zaman verilir.
(Tülin Arseven, tdk.gov.tr)
Makalenin devamını okumak için tıklayın
Fotoğraf: BBC