Ülkemizde yapılan araştırmalara göre 18-29 yaş grubundaki gençlerin yüzde 76’sı daha iyi bir gelecek için yurt dışında yaşamak istiyor.
İmkanı olan çıkıp gidebiliyor, gidemeyip burada kalanlar ise mutsuzlar, depresyona giriyorl ve maalesef bazılarının bu depresyondan çıkışı kolay olmuyor. Memleketimizde her iki gençten biri mutlu olmadığını ifade ediyor, mutsuzluklarının nedeni de burada daha iyi bir gelecek yakalayabilme konusunda umutlarının tükenmiş olması.
Gençlerimiz bugünkü ortamda çok çalışmanın ve yeteneğin iyi bir gelecek elde etmek için yeterli olmadığı görüşünde, yüzde 77’si günümüzde torpilin yetenekten daha etkili olduğuna inanıyor. Ülkeden gitmek istemelerinin tek sebebi geçim ve ekonomik nedenler değil bir de işin sosyal tarafı var, gençler kamusal alanlarda kendilerini ifade etmelerine izin verilmemesinden şikayet ediyor.
Gençler dezavantajlı gruptur, çoğunun mekan problemi vardır, ekonomik olarak bağımsız değildir ve karar verme mekanizmalarının dışındadır. Sosyolojik olarak genç eğitilmek üzere yetiştirilmesi gereken kesimdir; bilindiği gibi 18 yaşın anlamı liseyi bitirmek demektir.
Türkiye son 20 yıldır yeni bir süreçte bulunuyor, Gençlerin özgürlüklerinin mevcut iktidar tarafından yüksek ve yıkılmaz duvarlarla çepeçevre sarıldığı, iktidar eliyle yaratılan kutuplaşmanın, ötekileştirmenin ve nefretin bu genç insanları dört bir yandan kuşattığı bir dönemdeyiz.
Benzeri bir toplumsal kuşatma da bizim kuşağımızda, yani 1980 askeri darbesi yıllarında yaşandı ama o zamanki baskı bugünkü kadar uzun sürmemişti ve darbe sonrası Turgut Özal hükümetinin kurulması ile gençler eskisinden biraz daha farklı bir yaşam tarzı ile özgürlüklerini yeniden yaşamaya başlamışlardı.
Gençliğin bugünkü duruma nasıl geldiğinin kronolojik yapısına bakacak olursak, 1960’lı yıllarda başlayan ve 1968 yılı Mayıs’ında zirveye ulaşıp bütün dünyayı etkileyen efsanevi bir 68 gençlik hareketi vardı, 1968 hareketi; isyancı ve antici bir gençlik hareketiydi, çarpıklaşmış ve haksız bir düzene karşı verilen bir mücadele ve bu mücadeleden başarılı çıkılacağının inancı oluşmuştu. Özgürlükleri ve karşıtlıkları savunuyorlardı, söylemlerini yüksek sesle dile getirmekten de çekinmiyorlardı.
Bütün dünyayı etkisi altına alan bu 68 gençlik hareketi bizim ülkemizde sağ-sol kavgaları gibi görüldü, ne yazık ki 12 Eylül askeri darbesinde gençlik bir tehdit olarak algılandı ve şiddet ile sindirildi. 1980 sonrasında ise gençlik, siyasi söylemlerden uzak, kendi içine kapanık bir döneme girdi.
1980’li dönemlerde Turgut Özal’ın eliyle ve askeri darbenin desteği ile ülkede uygulanan neoliberal politikaların sonucu olarak gençler birer potansiyel “tüketici” olarak görülmeye başlandı, ithalatın serbest olması sayesinde piyasaya çıkmaya başlayan yabancı mallar gençlere tanıtıldı. O zamana kadar ulaşılması güç gibi görünen ve lüks sayılan birçok ürün, örneğin yabancı marka kıyafetler, yabancı içki ve sigaralar, elektrikli mutfak aletleri, müzik setleri, otomobiller piyasaya çıkmaya başladı.
Neoliberalizm politikaların sürdürülebilir olabilmesi için ekonomi bağımlılığı tek başına yeterli değildi, onunla birlikte yeni bir kültürün de oluşması gerekiyordu. O nedenle renkli medya, yeni moda anlayışı ve yeni eğlence kültürleri oluşturuldu. Fransız devriminden beri gençliğin dilinden düşmeyen “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” (Liberte’, Egalite’, Fraternite’) gibi değerlerin yerini yeni medya ve eğlenceden oluşan “kültür endüstrisi” aldı.
Belki 1980 gençliği, 1968 gençliğinin bir devamı olabilirdi, her ne kadar yaşanılan toplumsal tecrübeler birbirinden farklı bile olsa birbirinden bağımsız değildi, sonuçta 1980 toplumsal atmosferi, 1968 sonrası gençliğin başlattığı hak arayışları hareketlerinin bastırılması ile oluşmuştu.
1980 sonrasında baskı altına alınan devrimci gençlerden boşalan özgürlük kavramı, bir tarafta muhafazakar ve din çerçevesindeki İslami gençlik gruplarına, diğer tarafta da kültürel ve cinsiyete (LGBTIQ) dayanan genç gruplara bölündü, sonuçta da ortaya farklı kimliklere sahip özgürlük anlayışları çıkmış oldu.
12 Eylül askeri darbesi ile solcu gençlik kökünden kurutulmuştu ama Kenan Evren’in komünizm tehlikesine karşı geliştirdiği siyasal İslamcılık politikası ile imam hatiplere yol verilmiş ve İslamcı gençlerin önü açılmıştı. Ancak askerlerin “Kemalizm”i yerleştirmek adına uyguladıkları baskıcı tutuma duyulan tepki nedeni ile “anti Kemalist” bir İslamcı gençlik yetişmeye başladı.
AKP iktidara geldiğinde, eğitim programlarına hızlı üniversiteleşme politikasını aldı ve Türkiye’nin her köşesinde üniversiteler açmaya başladı, üniversitelerin bulundukları yörelere ekonomik dinamizm getireceği düşüncesi ile gençleri birer “tüketici” olarak görüp, ülkede neoliberal ekonomik politikaları devam ettireceğini bir kez daha göstermiş oldu.
Üniversiteler, içlerinde genç tüketicileri barındıran yerler değil, birer araştırma ve bilgi üretme yerleri olmalıdır. Bakıldığında ülkemizde 209 üniversitemiz ve o üniversitelerde okuyan 8 milyona yakın genç insanımız vardır ama 209 üniversite arasında uluslararası başarı elde edebilen tek bir okulumuz bile yoktur, 2022 yılı dünya üniversiteleri sıralamasında (THE), sosyal bilimler, iktisadi ve idari bilimler, hukuk ve eğitim alanlarında “Dünyanın En İyi Üniversiteleri” listesinde ilk 500’e Türkiye’den sadece bir üniversitemiz girebilmiştir.
Üniversite açmak için binalar yapmak yeterli değildir, o okullarda okumaya gelecek ve yeterli maddi imkanları bulunmayan gençlerin barınabilmelerini sağlayacak yurtlar da gereklidir. Bu amaçla 22 Ağustos 1961 tarihinde yüksek öğrenim gören ve maddi olanaklardan yoksun öğrencilerin maddi yönden desteklenmesi için Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü kurulmuştur. AKP iktidarındaki yöneticiler, hızlı üniversiteleşme hareketinin ortaya çıkarttığı yetersiz yurt binası problemini devletin Krediler ve Yurtlar Genel Müdürlüğü yerine farklı bir anlayışla çözmeyi tercih ettiler.
Bazı kişi ve kuruluşlara kamuya ait yurt olarak kullanabilecek yerler gösteriliyor, ihtiyaç halinde inşaat için kamu bankalarından krediler sağlanabiliyor, hazırlanan binalar daha sonra işletilmesi için bazı vakıflara, cemiyetler ve tarikatlara kiraya veriliyordu. Yurt yetkilileri, üniversitelerin idari bölümlerinde kendilerine tahsis edilen yerlerde, kayıt için gelen ve kalacak yer arayan gençleri bulup o yurtlara yerleştiriyorlardı, böylece bu kuruluşlar hali hazırdaki iktidarlarını beslemek için “dindar nesiller” yetiştirmek isteyenlere bu saf ve masum gençleri hazırlama imkanı elde ediyordu.
“Devletin taşı ile devletin tarlasında devletin kuşunu avlamak” gibi bir durum oluyordu ama hesaba katılmayan bir şey vardı, o da teknolojiydi. Bu yurtlarda kalan ve günümüz gelişmiş teknolojilerini takip eden gençler bütün dünyayı tanımaya başladı, tarikatların, cemaatlerin ve vakıfların gençliğinin çok gerisinde kaldıklarını gördü.
Aralarından çevre baskısından kurtulabilen ve imkanı olanlar kendilerini yurt dışına (her iki anlamda) atabiliyor ama bu baskıyı kaldıramayanlar ya farklı inançlara sapıyor ya da maalesef sonu acı ve gözyaşı ile biten hareketlere kalkışıyordu…