İnternette dolanıp duran bir videoda kömür karası bir delikanlı Karadeniz, Doğu ve Ege ağzıyla konuşarak, “Bunlar Türkçe ise benim öğrendiğim hangi dil?” diye soruyor.
Türkiye lehçelerinin taklidini, bu bölgelere yaptığı gezilerde cildinin rengi yüzünden kendisine verilen tepkiler üzerinden yapıyor. Umarım siz de görüp eğlenmişinizdir. Bense bu komik delikanlının bunca gezmiş öğrenmişken Kürt, Laz filan demeyişini ülkenin hassasiyetleri de öğrenmiş olması şeklinde yorumladım. Bir yabancının üstelik bu yaşta bu kadar bilgiye sahip olmasına da takıldım doğrusu.
Bu delikanlının Türkçeye lehçelerine varana kadar hakim oluşu beni aldı bambaşka yerlere götürdü. Kendi vatanına hatta kıtasına bile ait olmayan bir dili nasıl bu kadar güzel öğrenebilmişti acaba? Dil öğrenme yeteneği bazılarında bu kadar yüksekken bazılarımız neden öğrenemiyoruz? Daha pek çok soruyla birlikte aklım yıllar önce gördüğüm bir videoya gitti, bulup yeniden izledim. Onu da anlatacağıma ama önce araya bir reklam alayım.
Reklamını yapacağım genç kadın bir poliglot. Adı Lydia Machova. Machova pek çok dil biliyor. “Her iki senede bir yeni bir dil öğreniyorum” diyor ve dil öğrenme konusunda hocalık da yapıyor. Onu ilk izlediğimde de hakkında yazmıştım. Poliglotlar yani 3’ten çok dil bilenler üzerine yazdığım bir yazı “Hamur Çamur Beyin” kitabımda var (*). Okursanız mutlu olurum ve sizin de hoşunuza gideceğinin garantisini veririm. (Bu da kendi kitabımın reklamı olsun)
Poliglotlar kongresinde konuşurken Lydia diyor ki, “Dil öğrenmek bir yetenek değildir, bir niyet ve teknik işidir.” Niyet dediğini “Ben öğrenemem diyen öğrenemez” diye noktalıyor. “Önce isteyeceksin ve “ben bunu öğreneceğim diyeceksin yani bu konuda ısrarlı olacaksın” diyor. Teknik meselesini ise hiç önemli bulmuyor. Birçok poliglotun birbirine hiç benzemeyen öğrenme taktiklerinden örnekler vererek, “Bakın herbiri başka bir yöntem kullanmış, siz de kendi yönteminizi kendiniz geliştirin, her elbise herkese uymaz” diyor.
Lydia, dil öğrenmenin yetenek işi olmadığını da gene poliglotlardan örnekliyor. 3-5 dil hatta 15-20 dil konuşanların hiçbirinin çocukken ana dilini daha erken ya da daha kolay öğrenmediklerini hatta bazılarının okuldayken yabancı dil öğrenememek yüzünden sıkıntılar yaşadıklarını, sonra kendi kendilerine yöntem geliştirerek dil konusunda uzmanlaştıklarını, bu kişilerin isimlerini de vererek anlatıyor. Anlattıkları çok ikna edici. (**)
İyi de yabancı dil öğrenmek bir yetenek işi değilse niye bazıları senelerce çabaladıkları halde öğrenemezken bazıları hemencecik öğreniyor da “şimdilerde yirmi beşinci dili öğreniyorum” diye biz garibanlara hava atabiliyor?
Çok yaygın bir inanış var. Herhangi bir konuda tam bir usta olmak için 10.000 saat o işi yapmış olmak gerekiyor. Konunun önemi yok, ister kuyum ustası olmak, ister ana diliniz olmayan bir dile tam hakim olmak isteyin, konu üstünde on bin saat emek vermeniz gerekiyor. İyi de, Kapalı Çarşı esnafının her turiste kendi dilinde hitap edenleri yüzeysel bulup bir kenara koysak bile ekranları dolduran onca poliglota ne diyeceğiz? 20 dilde ustalaşmak için on biner saatlik eğitim hesabıyla bir insanın ömrü mü yeter? Bu saat meselesine kafayı takmışken, başta sözünü ettiğim videoyu hatırladım.
Amerika’da savunma sisteminin yani askerlik ve ajanlık için çalışan örgütlerin tümünün yabancı dil eğitimini sağlayan okulu anlatan videoyu. Başka okullar da varmış ama en önemlisi olan California’daki bu dil okulunun adı DLI: Defense Language Institute. Savunma sistemi içinden seçilip gelen öğrenciler 26 ila 64 hafta sonra o dilde uzman oluyorlar.
Gerçek uzmanlık on bin saatte olur demiştik ya, 365 gün hesabı ile eğer sen evde hafta sonları ve tatil dahil her gün bir saat çalışsan kabaca 30 sene tutar. Kursa gidip her gün 3 saat çalışsan on sene tutar. Bu okulda on bin saati günde kaç saat çalıştırarak 26 haftaya sığdırabilirler aklım almıyor. Sizin de izlemenizi istediğim bu video (***) bunun nasıl mümkün olabildiğini anlatıyor. Videonun bende iz bırakan özeliklerini aktarayım:
Bu okula 17-35 yaş aralığı alınıyor. Demek ki onlar da ihtiyarların zor öğreneceğini düşünüyor desem de bu doğru değil çünkü askerlik zaten gençlerin işi.
Asker kız ve delikanlılar önce bir sınavdan geçiriliyor. Bu bir dil bilgisi sınavı değil, dil öğrenme yeteneğini değerlendiren bir test. Demek ki onlar da yeteneğe önem veriyor ya da bilmediğim başka bir şeye göre seçim yapıyorlar.
Okulun müfredatında olan bütün diller (ki sanırım 60 küsur) içinden öğrencilerin öğrenmeyi istediklerini puanlamaları isteniyor. Sonra bu istek ile kurumların ihtiyaçları karşılaştırılarak seçim yapılıyor. Demek ki öğrencileri istemediği bir dili öğrenmeye zorlamıyorlar.
Okulda haftanın yedi günü yedişer saat aktif olarak ders yapılıyor. Bu hesapla haftada 49 saatten en kolay dil 26 hafta desek toplam 1268 saat eder bu kurs. Rusça, Çince, Japonca, Arapça gibi farklı alfabe kullandığı için zor kategorisinde olan dilleri ise 64 haftada öğrettiklerine göre demek ki onların eğitimi de 3 bin saat kadar. İyi de on bin saat nerede, bin ya da üç bin saat nerede? Bu durumda yeterince ustalaşamıyor olmalılar ama tersine. Öyleyse hesapta bir hata var…
Bu kursta sabah 6.30 da kalkılıyor. Dersler 7.30’da başlayana kadar yatak toplamak, kişisel temizlik, sabah kahvaltısı, fiziksel egzersiz vb. var. Ders araları öğle yemeği hariç sadece on dakika. Öğleden sonra 3.30’da dersler bitiyor, askeri eğitimler başlıyor. Akşamları ya kütüphaneye giderek ya da odalarında kapıları açık olarak (!) kitap okuyorlar. Elbette öğrendikleri dilde okuyorlar. Bu arada ev ödevlerini de yapıyorlar ki her gün en az 20-60 arası yeni kelime öğrenmek zorundalar.
Demek ki sadece ders saatlerinde değil günün ders dışı saatlerinde de dil öğreniyorlar. Yataklarını düzeltirken ya da duş alırken bile ödev tekrarı yaptıklarından eminim, yoksa kolay mı onca kelimeyi ya da deyimi hatmetmek. Anlaşılan bir tek uyurken rahatlar.
Uyku dediğimiz şeyi biz yanlış bilir, dinleme süresi sanırız. Evet uyurken bedenimiz dinlenir ama beynimiz tersine daha çok çalışır. Uyku sırasında beyin pek çok iş yapar ama bunlardan en önemlisi gün boyu öğrendiklerini gözden geçirip gereksizlerini silip gerekenlerini hafızanın ilişkili bölümüne kaydetmektir.
Eğer siz gün boyu daldan dala atlamışsanız, beyin gece onları ayıklar, çeşit çeşit şeyleri depoya yerleştirir. Eğer siz bütün gün tek bir şeyle meşgul olmuşsanız, örneğin kumar oynamışsanız ya da temizlik yapmışsanız da beyniniz sadece o konuda kayıtlar yapar. Eğer siz gün boyu sadece evhamlarınız ve saplantılarınızla didiştiyseniz de onları kaydederek pekiştirir, sonra da onları bilir…
Bu bilgi kapsamında konuya dönersek, bütün gününü bir yabancı dili öğrenmekle geçiren kişinin uykusunda da beyin onları kaydedecek ve pekiştirecektir. İşte bu bilgi, yaptığımız aritmetik yanlışını düzeltir. Gününü yeni tek bir kelime öğrenmeden geçirenin beyni ile bütün gününü sadece dil öğrenmekle geçirenin beyni geceleri aynı miktarda hafıza kaydı yapmaz, öyle değil mi?
Bu durumda yani gün boyu sadece tek bir konuya odaklandığımızda, yaptığımız saat hesabına geceleri de eklememiz gerekir. Öyleyse bu askerler haftanın her günü 7 saat çalışmıyorlar, günün uyku dahil her saati yabancı dil çalışıyorlar demektir. Öğrenmenin hızını belirleyen de asıl budur.
Ayrıca okulu anlatan videoda hiç değinilmeyen bir gerçeği altına yorum yazan bir askerden öğrendim. Her sabah yeni derse başlamadan bir önceki gün öğrenilenlerden sınav yapıyorlarmış. Sınavda 100 üzerinden 88 almayan başarısız sayılıyor, iki gün üst üste başarısız olansa okuldan atılıyormuş. O yüzden ders dışında çalışmak için verilen ödevleri deliler gibi çalışmak zorundalarmış, yoksa askerlikte ajan olmak yerine mutfağa patates soymaya (bu lafı ben ekledim) gönderilecekler demekmiş. O yüzden sınıflar on kişi ile başlıyor, ilk haftalarda elenen eleniyor, sonuçta üç dört kişi kursu tamamlayabiliyormuş.
Demek ki Amerika, askerlerinin o müthiş dil eğitimini nasıl beceriyormuş? Öğrenciyi seçiyor ama fikrini de soruyor (istek/niyet), altı ay ya da bir sene hiç ara vermeden sürekli çok sıkı biçimde eğitiyormuş, (düzenli çalışma) bu disipline gelmeyip su koyvereni de yarı yolda sepetliyormuş.
Formül zaten belli değil mi? Ne öğreneceksen öğren, önce isteyeceksin/niyetleneceksin sonra yöntem belirleyeceksin ve de çoook çalışacaksın. Bu formülle sonuç başarı elbette. Ben eğer başaramıyorsam dönüp bu formülü yeniden gözden geçirmem gerekir, öyle değil mi?
İyi de çocukken öğrenmeyerek zaten geç kalmadık mı? Çünkü çocuklar hemencecik sünger gibi kapıyor. Onlara konuştukları dili öğrenmek isteyip istemediklerini soran ve öğretmek için özel bir teknik kullanan mı var? Üç dört dili birden öğrenip konuşan bebeler var.
Evet doğru. Küçük çocuklar büyüklere kıyasla kolayca konuşmaya başlıyor. Ancak onlar önce çat pat konuşuyor. Tam konuşuyor dediğimizde bile sadece günlük ihtiyacı karşılayacak üç beş kelimeyle hadi bilemedin birkaç yüz kelime ile konuşuyorlar. Okuma yazma ise buna dahil değil. Oysa erişkin biri çocuklar gibi çat pat konuşmayı kendine yakıştıramadığı için az bildiğinde susuyor. Sustukça da öğrenemedim sanıyor. “Ben artık bu dili öğrendim” diyen bir erişkin ise hem anlıyor hem konuşuyor hem okuyor hem de yazıyor. Üstelik de bir çocuğun kelime hazinesinin binbir katı zenginlikte. Sadece başlangıçta kendini gemliyor kısıtlıyor. Bazıları da bu ketlenmeyi süreklileştirip “Ben yapamam, çocukken öğrenseydim keşke” diye dövünmekle yetiniyor.
Bir çocukla bir yetişkenin dile hakimiyet kazanması için gereken süre aslında aynı ama farkı yaratan ketleme olup olmaması. Erişkinin öğrenmede gecikmesinin kendi kendini kilitlemesi dışındaki diğer nedeni ise, o dile maruz kaldığı sürenin kısıtlılığı. Çocuk evde ya da okulda sürekli maruz kalıyorsa, diyelim ki bir yılda konuşuyor, erişkin günde bir saat maruz kalıyorsa, bu süre onlarca yıl sürüyor. Hepsi bu. Aradaki farklılıklar da “ben öğrenemiyorum ki” şeklindeki yılgınlığın şiddetiyle alakalı.
Çocuklukta hatta bebeklikte dil öğrenmenin erişkinlikte öğrenmekten asıl farkı ise aksan. Erişkin biri yeni dili ne kadar iyi öğrense de bebekken öğrenilen gibi aksansız konuşamıyor çünkü buna küçükken gelişen gırtlak anatomisi izin vermiyor. Çok uğraşırsa aksanı azalıyor ama tümüyle yok olmuyor.
Matematiğe geri dönersek, DLI okulunda her sene 350 bin askere yabancı dil öğretiliyormuş. Rakam gözümü korkutuyor çünkü bir asker niye yabancı dil öğrenir diye düşünüyorum? Düşmanıyla karşılıklı oturup kahve falı bakmak için değil herhalde. Besbelli ki ajanlık yapmak için. Her sene 350 bin Amerikan askeri dünyanın çeşitli dillerini aksanlarına varana kadar öğreniyorsa…
Kaba bir hesap yaptım. Ben Amerika’ya göçtükten sonra yani hâlâ doğru dürüst adamların dilini öğrenmediğim sekiz dokuz sene süresinde, bu ülkeden 3 milyon kişi ajanlık yapmak için başkalarının dilini öğrenmiş demek ki. Bunların öğrendikleri diller listesinde elbette Türkçe ve lehçeleri de var. Bu 3 milyon kişinin elli farklı dil öğrendiğini düşünsek sadece benim ana dilime 60 bin kişi düşer. Ben onların ülkesindeyken onların on binlercesi de benim ülkemde çalışıyor demektir bu.
Türkiye için on yılda 60 bin ajan çok abartılı oldu gerçekten. Çünkü ABD için, siyasi nedenlerle İran, Rusya, Çin falan çok daha önemlidir. Ayrıca hepsi yurt dışına yollanmaz, sadece yazışmaları ve konuşmaları anlamak ve çevirmek için yerli yerinde oturanlar var. Yabancı dillere ihtiyacı olan sınır polisleri, sahil güvenlik görevlileri, uyuşturucu trafiğini izleyenler var. Var da var. Ancak gene de her sene dil öğrenen 350 bin askerin onda dokuzu bu dil okulundan atıldı, sadece 35 bini başardı desek bile payımıza çok kişi düşer. Demek özellikle Ankara ya da İstanbul’da elini sallasan Türkçe konuşan Amerikalı bir ajana çarpacak…
Hatırladınız mı o videodaki dilimizi bütün aksanlarıyla kusursuz konuşan ve ülkemizi didik didik gezen kara derili komik delikanlıyı?
Kıssadan hisse: Ana dili dışındaki dilleri öğrenmekten söz ederken buralarda ikinci dil, üçüncü dil falan diyorlar. Bizse “yabancı dil” diyoruz. Öncelikle “yabancı” demeyi bırakırsak belki de yakınlaşmamız kolaylaşır.
“Ah biz çılgın Türkler” “onlar bizi kıskanıyor” diyerek eriştiğimiz mertebeden memnun değilsek, “ülkemizi içten işgal ediyorlar” zırlamasına son verme zamanı geldi demektir. 10.000 saatimizi her neye harcarsak o konuda uzman olacağımız kesin bilgiyse, çok çalışıp çok çabalayanın istediğini başardığı da o kadar kesindir…
“Atam İZİNdeyiz” ile olmuyor işte. İZİNleri kaldırıp çalışmaya girişmeliyiz, yaşa filan bakmadan hem de. Yaşlanınca dil öğrenilmiyormuş da, yeteneği yokmuş da… Peeeh (!) Sen bana kaç saat çalıştığından haber ver…
Fotoğraf: Defense Language Institute’ta Arapça öğrenen öğrenciler.
(*) https://books.google.com/books/about/Hamur_Camur_Beyin.html?id=8KpeEAAAQBAJ