23 Mart tarihinde İstanbul’da bu kez de İsrail’in yargılanacağı bir Vicdan Mahkemesi kuruluyor.
Dünya tarihini, ortalama insan toplulukları üzerinde hâkim olduğu şekliyle özetlemeye çalışırsak, herhalde en kolay özet bir “siyasal tarih” okumasıyla yapılır. Hangi kabile, hangi krallık, hangi imparatorluk, hangi devletin ordusu kimleri yendi? Ülke sınırları nasıl değişti? Ne tür anlaşmalar yapıldı? gibi sorularla yazılan bir tarihtir bu. Günümüzde ulus-devletlerin resmî ideolojilerine ve tarih yazım felsefelerine bakıldığında bu çok rahat görülür. Zafer, mağlubiyet, devrim, darbe, fetih, işgal, sınır, kuruluş gibi kavramlar eşliğinde, belli bir zaman dilimi içinde, verili topraklar üzerinde yaşayan insanlar o zamana ve o toprağa duygusal olarak bağlanmayı öğrenirler ve bağlanırlar.
Dinlerin tarihi de aşağı yukarı benzer şekilde yazılır. Hangi peygamberin yaymaya çalıştığı din kimler tarafından eziyet görmüştür? Sonra bu peygamberi izleyenler nerelere yayılmıştır? sorularına verilen ve tekrarlanarak inanılan cevaplarla birlikte geniş insan topluluklarının inşa olmuş olan siyasal birliklere, cemaatlere dahil olması sağlanır. Bu hâkim anlatıların altında sosyal sınıfların, kadınların ya da gündelik hayatın tarihi, kenarda köşede kalan yan anlatılar niteliğinden öteye kolayca geçemez.
Bu büyük anlatıların en önemli özelliği bir tercihe ilişkin olmayıp, söz konusu coğrafya üzerinde çatışma (en iyi ihtimalle “rekabet”) içinde olan aktörlerin, sosyal sınıfların ya da kültürel grupların aralarındaki eşitsiz güç ilişkilere bağlı olmalarıdır. Var olan hiyerarşik güç ilişkisinin muhafaza edilmesi için, ritüellerle, eğitimle tekrarlanan “kurucu iradenin” anlatılarının ve bunu meşrulaştıran “kurucu mitlerin” sorgulanmaması gerekir.
Dolayısıyla böyle bir güç ilişkisi içinde yazılan tarih, güçlü olduğu için o tarihi “yazabilenlerin” sebep oldukları felaketleri, yerinden etmeleri, katliamları, soykırımları görünmez kılar. Ancak bu hâkim tarih yazımının yazmadığı zulüm ve felaketlerin ilelebet tarihten yok olduğu anlamına gelmez. Kenarda köşede kalan hafıza parçaları, hatıralar, direnen alternatif hikâyeler, hem geçmişe dönük hem de şimdiki zamana ilişkin olarak, iktidar anlatıları karşısında sürekli bir tehdit oluşturur.
Modern zamanlarda var olan iktidar kurumlarının hem geçmişe dönük hem de şimdiki zamana dair yazdığı tarih kuşkusuz çok önemli avantajlara sahip. Her şeyden önce, kapitalizmin “rasyonalitesinin” hâkim olduğu küresel dünya düzeninin elinde çok büyük imkânlar var. Yeni dönem kapitalizmin en güçlü şirketlerini bünyesinde barındıran iletişim teknolojileri, dijital araçlar, medya kanallarından oluşan dünya olağanüstü “inandırma” imkânı sunuyor. Manipülasyon, propaganda ya da “iletişim” faaliyetleri vasıtasıyla devletler, güç ya da iktidar odakları, “haklı olmak” zorunda olmadan kendilerini kabul ettirebiliyorlar, zulümlerini ve yalanlarını saklayabiliyorlar.
Ancak, her ne kadar eşitsiz bir dünyada yaşıyorsak da, dayatılan dil ya da inandırılan gerçeklik dışındaki alternatif gerçeklikler, zulme “zulümdür!” diyenlerin sesi yok edilemiyor…
İşte dün Nazi Almanya’sının sessiz çoğunlukların gözü önünde Yahudi halkı üzerinde uyguladığı soykırım nasıl unutulmayıp, hatta tersine nasıl kutsal bir kuruluş referansı haline geldiyse, bugün İsrail devletinin Filistin halkı karşısında uyguladığı soykırımı güçlünün total bir kuşatmayla kurmaya çalıştığı dilin dışına çıkarmak son derece mümkündür.
Bugün dünyanın her köşesinde alternatif bir gerçeklik ve adalet peşinde koşanların yarattıkları çok önemli bir araç var. Silahlarıyla, medyalarıyla, şirketleriyle birlikte güçlü olanların, güçleri oranında “rasyonelleştirdikleri” “reel siyasetin” dışında, kelimeleri ve cümleleri “rasyonel” olmayan, ama sonuna kadar duygularıyla çığlık atan ve adalet isteyenlerin vicdanlarından çıkan ve vicdanlara seslendikleri bir çağrı var.
Filistin halkı için insanlığa, adalete yapılan bu çağrı, reel siyasete bağlı kalan uluslararası hukukun keskin iktidar sınırlarını da parçalıyor. Bu çağrının bugün gündemimize yoğun bir şekilde girmesini sağlayan tarihsel bir meşruiyet var. 1966’da ABD’nin Vietnam’ı işgali ve işgal sırasında uygulamış olduğu savaş suçları karşısında oluşturulan “Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi”, her ne kadar güçlü ve savaş suçları işleyen bir devlet olarak ABD tarafından “önyargılı ve gösteri amaçlı bir oluşum” olarak algılanıp, görmezden gelinmeye çalışılmış olsa da, gerek o dönemde, gerekse daha sonrasında ABD’nin işgaller konusunda yaratmış olduğu fütursuz siyasetin artık mümkün olamayacağı konusunda çok güçlü bir alternatif dil üretmiştir.
Bu perspektiften ve önceki deneyimlerden yola çıkarak 23 Mart tarihinde İstanbul’da bu kez de İsrail’in yargılanacağı bir Vicdan Mahkemesi gerçekleştiriliyor. Filistin’e Özgürlük Platformu’nun düzenleyeceği Vicdan Mahkemesi’nde Gazze’de yaşanan suçlara tanıklık edilecek ve Uluslararası Adalet Divanı tarafından yargılanmakta olan İsrail bir kez de vicdanlarda yargılanacak. Bu suça tanıklık edenler sessiz kalmayarak hem suçun durdurulması için elinden geldiğince ses çıkarak hem de tarihe önemli bir not daha düşülmüş olacak.
(Ferhat Kentel-Ömer Madra, acikradyo.com.tr)
Yazının tamamını okumak için tıklayın