Bu İngilizce kelime İngiltere’de “Vantıç” diye, Amerika’da “Veniç” diye söyleniyor.
Bu söyleyiş farkına İngilizcenin yerel farklılığı diye yaklaşmak yeterli değil çünkü yazı dilinde de farklar var. Biri renk kelimesini “colour” diye yazarken diğeri “”color diye kestirmeden yazıyor örneğindeki gibi basit de değil bu farklar. İngiliz adasındaki İngilizce ile Amerika kıtasındaki İngilizce belirgin değişiklikler içeriyor. Üstelik ikisi de ötekininkine dudak büküyor hatta düpedüz dalga geçiyor.
Ben en çok Amerikalıların İngiliz İngilizcesiyle dalga geçmelerine takığım. “Yahu beğenmediğiniz aslı, sizinki türevi değil mi?” diyorum, verecek cevapları olmuyor. Ben de artık işin kolayını buldum. İngilizce değil Amerikanca diyorum. Abarttığımı düşünenler olabilir. 5 senedir bu dili öğreniyorum. Orijinaliyle arasındaki farkları tek tek listelesem koca bir kitap olur. Anlayın artık farkın büyüklüğünü.
Hani meşhur bir fıkra vardır. Bir Azerbaycanlı İstanbul Havaalanı’ndan taksiye binmiş. Şoför muhabbet olsun diye soruyor, o da anlatıyor. Az önce uçaktan düştüm, diyor. Buraya kerhane açmaya geldim, diyor. Fıkranın devamını unuttum ama böyle devam ediyor.
Kerhane, Azerbaycan Türkçesinde kâr/kazanç evi yani ticari iş kurmaya gelmiş adam. Düşmek de inmek. Bunun gibi binlerce farklılığa rağmen her iki dil de Türkçe ya, o hesap işte.
Dilin benzerliği ya da benzemezliği aslında kültürün kendisi ile doğrudan alakalı. Amerika bambaşka bir kültür, İngiltere ise başka. Her ikisi de birbirini beğenmiyor. Ama biri ana, diğeri yavrusu yani aslı astarı pek de farklı değil. Gerçi yavru hem devasa hem de artık anasının kuzusu değil. Zaten o yüzden çılgınca patlamalarla kendinden geçerek kutluyor erişkinliğe geçişini her 4 Temmuz’da…
Bugünlerde göçmenliğin ve de yaşlanmamın etkisi ile köklerimi araştırmaya merak sardım. Kafkas halklarının eskiden uğradığı zulmün izlerinin peşine düştüm. Rusların Kafkas topraklarını ele geçirme arzuları sonucunda, Çerkeslerin yerinden yurdundan edilip Osmanlı toprakları başta olmak üzere bütün dünyaya saçılışlarının kaderini ve kederini anlamaya çalışıyorum.
Bu kapsamda bir kitap okuyorum. “Let Our Fame Be Great” isimli kitabı Oliver Bullough yazmış. 2010 yılında Penguin Kitabevi basmış. Adını “Şanımız yürüsün” diye çevirebileceğim ve hâlâ okumakta olduğum Çerkesler hakkındaki bu kitaptan bilmediğim pek çok şey öğreniyorum. Ancak bu İngiliz yazarın doğrudan yazmadığı ama satır aralarından öğrendiğim bir gerçek beni dumura uğrattı.
Çerkes ve Rusların süreğen savaşlarının altında ve yurtlarından oluşlarının perde arkasında da İngiliz ajanları varmış. Yazar asla bunu söylemiyor ama anlattıklarından apaçık ortaya çıkan gerçek bu. İşin en komik yani atalarımın sürgünündeki İngiliz parmağını benim yeni fark ediyor oluşum.
Bir fıkra gibi anlatılır ya, hani bataklıkta birbiriyle boğuşan iki timsah gördüyseniz bilin ki oradan bir İngiliz geçmiştir diye. Sanki geçmişte Kürt-Türk, Türk-Ermeni, Azeri-Ermeni çatışmalarının perde arkasında başkası varmış gibi. Sanki üzerinde güneş batmayan krallıklarının ajanlarıyla bütün dünyayı hizaya sokmamışlar gibi. Sanki ister yerel çatışma ister dünya savaşı olsun ardında hep İngiliz parmağı olmazmış gibi. Benim şaşkolozluğum işte. Her yeni öğrendiğim ayrıntıyla yeniden şaşırıyorum.
Ancak geçmiş geçmişte kaldı. Çağ değişti. Eskiden üstünde güneş batırmayacak genişlikteki hâlâ aynı oyun hevesindeyse de çoktan çaptan düştü. Bütün ihtiyarlayanlar gibi küçüldü küçüldü yok olma aşamasına kadar geldi. Ancak anasını bile beğenmeyen yavrusu topaç gibi meydanlarda.
İster Rus-Afgan savaşı deyin, ister Irak-Kuveyt savaşı, ister Suriye-İŞİD savaşı. İsterseniz de yerel ölçekten geniş pencereye geçin. O yavrunun parmağının olmadığı bir çatışma/ savaş göremezsiniz. İster Sohum’un Abaza’sı olsun ister Gürcü’sü, ister Ukrayna’nın artist bozuntusu olsun ister yerel Rusçusu, ister Karabağ’ın Ermeni’si olun ister Azeri’si, ister Filistin’in HAMAS’çısı olsun ister Netanyahu’cusu, ister Türkiye’nin dincisi olun ister göbek hoplatıcısı, hiç fark etmez. Bu dev yavrunun maması azaldıkça dünya vatandaşı olarak siz onu doyurmakla mükellefsiniz. Sattığı silahı alacaksınız. Beyninize giydirdiklerini kuşanacaksınız. Ve kardeşinizi vuracaksınız.
Siz “vantage” lafını ister İngiliz gibi vantıç, ister Amerikalı gibi veniç, ister Türk gibi vantaj diye telaffuz edin anlamı değişmez. Bakılan/seyredilen yer anlamındadır Eee, nereden bakıyorsan öyle görüyorsun, öyle konuşuyorsun, öyle de anlıyorsun elbette.
Bense bugünlerde adı “Vantage” olan bir kanaldan izliyorum olup biteni. HAMAS örgütünün kurucu ve eğiticisinin İran olduğunu, örgüt yöneticilerinin çoğunun Filistin’de oturmadığını, Katar, Lübnan ve İstanbul’da 5 yıldızlı otellerde yaşadıklarını Israil’den yayın yapan bu Vantage’dan öğrendim mesela. İsrail’in 137.000 resmi askeri olduğunu, buna karşılık HAMAS’ın 30.000 eğitimli ve çok iyi donanımlı savaşçıya sahip olduğunu da. Ve şaşırtıcı biçimde sosyal medya ortamında yayılan çakma bazı haber ve videolardan Elon Musk’ı sorumlu tutarak yola gelmesi için uyardıklarını da izledim bu yayında. Daha da şaşırtıcısı, bir yığın yorumdan sonra, bu savaştan kazancı olan kim sorusunu sorup ardından Amerikan Silah Sanayisinin sahip olduğu gücü rakamlarla ortaya koyduklarını da. Bir Israil yayını, savaştan sadece Amerika kazançlı çıkacak gibi bir yorumu nasıl yapabiliyor diye baktığımda bu Youtube kanalının Israil’deki Hintlilere ait olduğunu fark ettim…
“Vantage” kelimesinin bakılan/seyredilen yer dışında, üstünlük gibi bir anlamı daha var. Avantaj diye bildiğimiz kelime bu. Kardeş kardeşi vururken ve sen ben bizim oğlan seyir terasından seyrededururken, bu kimin avantajına diye düşünmek aslen lüks kapsamında. Düşünmek zaten oldum olası lüks…
Sonuçta anasının yavrusu kendi çapını bile aşmış durumda. Tam da yeni bir dünya savaşının eşiğindeyken, benim de üstüme vazifeymiş gibi düşündüğüm tek şey, bu epeyce semirmiş ergenin aç gözlülüğünün yarattığı obesitesi. Öyle şişko ki bu genç, saldıra saldırta toparladığı onca yemeği yemeye ömrü vefa etmeyecek. İyi de acep yerine kim geçecek?
Yanlış mı düşünüyorum? Dünya savaşları sonunda, sadece haritalar değişmiyor, patronlar da değişiyor, öyle değil mi? Böyle “vantıjlayınca”, kendi ayağına sıkmak lafı da anlam kazanıyor.
calisal01@yahoo.com