İstanbul’u ziyaret eden epey Rus yazar olsa da izlenimlerini yazıya dökenlerin sayısı nispeten az. Gördüklerini kağıda geçirmekten imtina etmeyenlerden biri de Arkadi Averçenko.
Mizah kralı 1920 sonbaharında Rusya’yı sonsuza kadar terk etmek zorunda kalınca soluğu İstanbul’da alır. Dilini bilmediği bu yabancı şehirde tutunabilmek için ise en iyi bildiği yönteme başvurur: yazmaya.
Arkadi Timofeyeviç Bir Safdilin Hatıra Defteri adı altında topladığı notlar için ironik bir dil benimser. Bu tercihini de şöyle açıklar:
“Notlara geçmeden evvel bir beyefendi hakkında birkaç güzel söz söylemek istiyorum. Bu beyefendi, eski bir Rus efsanesinin iddiasına göre düğünde hüngür hüngür ağlama, cenazede ise şıkır şıkır oynama adetine sahipti. Efsane, bu beyefendiyi isabetle seçilmiş parlak bir isimle vaftiz etmişti: Aptal!” (Bir Safdilin Hatıra Defteri)
Rusya’nın altüst olduğu, on binlerce Rus’un tarihte ilk kez göçmen konumuna düştüğü böylesine çalkantılı bir devirde aptalın aslında bir bilge olduğunu izah eder bize:
“Tanımadığı insanların cenazelerinde gülüp eğleniyor… Yine yerden göğe kadar haklı. Çünkü bilge, bir kişinin bile nihayet rahata ermesinden içten içe mutluluk duyuyor. Ölenin artık ne tayın derdi kaldı, ne vize, ne de bir kıyıdan diğerine kaçma göçme derdi… Bir karar verdim; artık ben de cenazelerde güleceğim.” (Bir Safdilin Hatıra Defteri)
Averçenko 1920 ekiminde Sivastopol’den yola çıkan bir gemiyle İstanbul’a gelir. Fakat o sırada İstanbul’u kontrol eden işgal yönetimi gemiden inmesine izin vermez. Bunun üzerine gece şehir açıklarında gizlice başka bir tekneye geçer ve bütün boğazı kat ettikten sonra Galata kıyısından Pera’ya çıkar.
Karaya ayak bastığında ilk dikkatini çeken şey işgal altındaki İstanbul’un çok milletliliği ve çok dilliliği olur. Bu diller arasında ise Fransızca baskındır, daha doğrusu Rusların kırık dökük Fransızcası:
“Sokak herkesin her dilden konuştuğu gerçek bir mahşer yerine benziyordu. Bununla birlikte, kulağa en çok çalınan dil Fransızcaydı. Sığınmacıların Fransızcası uzun yıllar kullanılmadan bir sandıkta beklemiş ve nihayet silkelenip gün yüzüne çıkarılmış bir kürk mantodan yayılan ve uzaktan bile hissedilen kesif naftalin kokusunu andırıyordu.”
(Mustafa Kemal Yılmaz-TürkRus.Com)
Yazının tamamı için tıklayın