Türklerin tarih boyunca benimsemedikleri din kalmamıştır. İlk bölümde bir kısmını gördüğümüz bu dinler dışındaki dinler de Türk boyları tarafından benimsenmiş ve özümsenmiştir. Yazının tümünden anlaşılacağı gibi Türk boyları hangi dini benimsemişlerse onun yayılması için büyük çaba göstermişlerdir.
Codex Comanicus ve Kumanlar
Şimdi en ünlü Hristiyan Türklere, yani Kıpçaklara gelelim. Codex Comanicus’un yaratıcılarına yani. Yapıt İtalyanlar ve Almanlar tarafından 14. yüzyılda derlenmiş iki bölümlük bir eserdir. Sözlük-metinler derlemesi olarak sayılabilecek eserin adı Latincedir ve Kuman Kitabı olarak Türkçeye çevrilebilir. Kıpçaklara Bizans ve Latinler Kumanos/Cumanus, Ruslar Polovets Kıpçaki (Ferganskiye), Almanlar ve diğer Batılılar Falben, Valani, Pallidi, Ermeniler Khartes, Macarlar Kun derdi. Bu adların ortak anlamı “sarı, sarımsı, sarışın, solgun”dur.
“Çinliler Kıpçakları sarı saçlı ve mavi gözlü olarak tavsif eder. Memluk hükümdarı Sonkor bile sarışın fakat Kıpçak orijinliydi. Macaristan’daki Kuman torunlarına parlak, lepiska kıvırcık saçlı ve mavi gözlü oldukları için –aralarında esmerlerine rastlansa da- çango derler. Rusların taktıkları Polovets lakabı ise polova kelimesinden gelmektedir ki manası parlak saç rengini andıran ufalanmış saman demektir.
14. yüzyılda yaşayan Arap coğrafyacısına göre Kıpçaklar kendilerine has dindarlıkları, cesaretleri, çeviklikleri, güzel çehreleri ve düzgün yüz hatları ve asaletleriyle diğer Türklerden ayrılır.
Şu halde Kıpçaklar tipik Avrupaoid oluşlarıyla güney komşuları Türkmenlerden ayrılırlar. Ruslar ilk defa 1055’te onlarla çarpışıp barış anlaşması imzaladıkları dönemde ak gözlü ve sarı saçlı halleriyle dikkat çekmişlerdir.”18
“Kafkasya’da Arapların önünü kesmeye karar veren Kıpçaklar onları Hristiyanlığı seçmeleri için yüreklendiren Gürcülerle birleşirler. Büyük bir Gürcü kralı olan 2. David’in isteğiyle vaftiz edilirler.
En azından 1120’den sonra ulusal bir kilise ve önemli bir Kıpçak papaz sınıfı oluşturulmuştur, Kıpçakça ya da genelde denildiği gibi Komanca, uluslararası bir dil olur ve yakın olduğu Uygurca gibi Karadeniz’den Çin sınırlarına uzanan bölgede konuşulur.
Bu kilise sayesinde, Moğol dönemi öncesi Orta Asya ve Uzak Doğu’daki çok canlı, ama bir o kadar da yalıtılmış Hristiyan topluluklar batıyla ilişki kurabilirler. 1300’lü yıllarda yazılan başeser Codex Comanicus Hristiyanlığın Asya’da elde ettiği büyük başarılardan biraz geç de olsa söz eder. Petrarca Kütüphanesi’nde bulunan bu eserde Latince, Farsça ve Türk-Komanca bir sözlük ve Hristiyanlık metinlerinin bir derlemesi bulunur.”19
Hemen hemen aynı tarihlere ilişkin bir başka bilgi:
“Hoten ya da Uygur uygarlığının beşiği büyük ülkelere komşu olan Karahanlılar da barbardırlar; etnik, dil ve kültür açısından, Hristiyanlığı kabul ettiklerine dair bilgiler olmasına karşın, hâlâ Şaman olan Karluklar ve Isık Köl’ün batısındaki Çikillere yakındırlar.”20
Karahanlı Devleti, bilindiği gibi 840-1212 yılları arasında Orta Asya ve günümüz Batı Çin toprakları üzerinde hüküm sürmüş bir devlettir.
Maniheizm eksik kalmasın…
Yazının başından beri görüldüğü gibi bir boy birden çok inanca sahip olabiliyordu. Mani dini ya da Maniheizm, 3. yüzyılda Pers İmparatorluğu içinde, Mani tarafından kurulan ve kısa sürede hızla büyük bir coğrafyaya yayılan bir dindi. Kutsal kitapları Arzhang’dı.
“Mani dini en parlak dönemini 8. yüzyılda Uygur Devleti‘nin millî dini olarak ilan edilmesi ile yaşadı. Mani kelimesi eski Türkçe ‘Mengü’ ve Çağatay Türkçesinde ‘Tanrı’ demekti.”21
Uygurlar nasıl Mani dinini seçti peki? Ne oldu da yepyeni bir inanca sahip çıktılar?
“Çin tarihi içinde ayrı bir yeri olan T’ang sülalesi iç ayaklanmalardan dolayı zayıflamaya başlamış ve hatta yıkılmaya yüz tutmuştu. Bögü Kağan Çin’i āsilerin elinden kurtarmak için bir sefer düzenlemiş ve 762 senesinde Çin’in önemli şehirlerinden Lo-yang’ı āsilerin elinden kurtarmıştır.
Bögü Kağan’ın Lo-yang seferi sırasında Çin’de uzun süre kalması, Uygur tarihi için manevi açıdan olduğu kadar, fikir tarihi bakımından da önemli neticeler doğurmuştur. Bögü Kağan, Çin’den ülkesine dönerken yanında dört Mani rahibini de birlikte getirmiş ve bu rahipler, Uygur medeniyetinin oluşmasında büyük rol oynamışlardır.
Uygurlar Maniheizm dinini kabul etmeden önce çeşitli dinlerle karşılaşmışlar ve bunlardan en son olarak Budizm’i kabul etmişlerdir.”22
Zerdüştlük de Türkler arasında ilgi gören dinlerden biridir. İranlılar ile Türklerin çok yakın yaşamaları mitolojilerinin de karışmasına, birbirine girmesine neden olmuştur kimi kez.
“Bazı kaynaklar, Zerdüştiliğin, Çin Seddi’ne kadar olan sahada çeşitli Türk boyları arasına yayıldığını belirtmektedir.”23
“Tamim b. Bahr Dokuz Oğuz (Uygurlar demek) kabilelerinin meskûn oldukları bölgelerde yaptığı seyahatler sırasında onlar arasında Budizm’in yanı sıra Mani ve Zerdüştlük dinlerinin yayıldığını hatta önceleri çok kuvvetli olan Zerdüştlüğün, Mani dininin süratle yayılmaya başlamasından sonra eski gücünü yavaş yavaş kaybetmeye başladığını nakletmiştir.”24
Yalnız Arap tarihçiler değil, Bizanslı tarihçiler de Köktürkler’de Zerdüştlüğün izlerine rastladıklarına ilişkin bilgiler paylaşır.
“Batı Göktürkleri ile Bizanslılar arasında M.S. 571-591’de sıkı ilişkiler devam etmiştir. Bu dönemde bölgeye gelen elçilerden Teofilakt Simokatta ‘Türkler son derece olağanüstü bir tarzda ateşe saygı gösteriyorlardı’ demektedir.”25
Türk ve İran mitolojilerinin çatışması ve birbirini etkilemesi konusuna gelirsek, bu öylesine bir iç içe girme biçimindedir ki örneğin “Alp Er Tunga, İran kültüründe Afrasyap ismi ile anılmıştır”.26
Bu etkileşim sonraki dönemlerde de sürmüştür. “Selçuklu Dönemi’nde kullanılan Keykubat, Keyhüsrev, Keykavus gibi unvanlar buna örnektir. Ayrıca Yezdan kelimesi o kadar yaygınlaşmıştır ki mehter marşımıza Allah anlamında girmiş ve yıllarca kullanılmasında bir sakınca görülmemiştir. Mehter marşında ‘Allah yolunda cenk edelim şan alalım şan, Kur’an da zafer vaat ediyor Hazreti Yezdan şeklindedir.”27 Yezdan Zerdüştilik’te tanrı demektir.
Şamanizm’den, İslamiyet’e kadar ne kadar din varsa benimsemiş olan Türk boyları bu konuda çok hoşgörülü davranarak ayrı dinlerin aynı boyda birlikte var olabilmelerine olanak tanımıştı.
“Uygurlar döneminde de Turfan şehrinde Buda mabetlerinin yanında Mani ve Zerdüşt mabetleri yer almış, Uygurlar eski Türk inanışlarına olduğu kadar çok eskiden denedikleri Mani ve Zerdüştlük, yani ateşe tapma dinlerine karşı olan saygılarını da henüz yitirmemişlerdir.”28
Peki Göktanrı inancı hâlâ yaşıyor mu?
Şaşırmayın ama bu soruya evet yanıtını vereceğim. Günümüzde Beyaz Rusya, Litvanya, Kırım, Batı Ukrayna, Polonya, ABD, Rusya, Dağıstan, İsrail ile Romanya’da bulunan Musevi Türk topluluğu “Karaylarda ‘nan’ gök ekmeği olarak tanınır ve kutsanır… Doğu Anadolu’da ise nan, ekmek anlamındadır. Gök’ün kutsallığı ve ekmeğin kutsiyeti ‘Gök Ekmeği’ şeklinde birleşmiştir. Erzurum ve Erzincan’da, Doğu Anadolu’nun daha birçok yerinde yemin edilirken; ‘Ekmek çarpsın’, ‘Ekmek Kur’an Çarpsın’, ‘Kur’an Çarpsın’ denir. Kur’an-ı Kerim’in Allah kelâmı; ekmeğin, Allah’ın nimeti olduğu bilinir. Ekmek ile Kur’an arasında zımnî bir ortaklık, yakınlık kurulur. Tasavvufta Ay ve Güneş, bölüşülen bir nimete, somuna benzetilmiştir.
Gök, İslâmî inançlarda da kutsal kabul edilirken Kars’ta ve Van’da haksızlık yaparak küçük menfaatler elde edenler için, ‘Başı göğe ulaştı’ veya ‘Başın göğe ulaştı’ denir. Bu ‘yüceldin mi, en yüksek olana mı ulaştın?’ anlamındadır.
Kerkük Türkmenleri arasında ‘Adamın kendi burada yoksa Allah’ı buradadır’ tarzında ifade edilen bir inanç vardır. Bu inanç Anadolu’da bir kimsenin haklılığını ortaya koymak için, ‘kendisi yok Allah’ı var’ denilir. İslâmiyet’te Allah bir tanedir ve o her yerde hazır nazırdır. Bütün kâinatın Tanrısı’dır. Yukarıdaki iki misal bize, her korunan kişi, cisminin olmadığı yerde olabilen adeta ‘kişi ruhu’ şeklindeki bir inancın İslâmileştiğini düşündürmektedir. Azerbaycan Türkleri arasında da Allah’ı gökte düşünme temayülü vardır. Tanrı’ya şükredilirken, şükreden kimse güneşe döner ve şükredilen nimet güneşe çevrilir. Güneşte ilahî bir hikmet varmış gibi kabul edilir”.29
Şamanist uygulamalar devam ediyor mu diye sormama gerek var mı bilemiyorum, halkbilimcilerin Türkiye’nin dört bir yanından derlediği örneklere geçmeden Anadolu’da yüzlerce türbe bulunduğunu hatırlatmak isterim. Halk bu türbelerde yatanlardan çeşitli isteklerde bulunur ve dilek tutar, dileği yerine gelirse gidip orada örneğin küçükbaş hayvan keser.
“Kanımca kadınların koruyucu tanrısı (Umay Ana) Hazreti Fatima anamızla yer değiştirdi ve (Fatima anamızın) eli ile motiflerde temsil edildi. Azerbaycan’da olduğu gibi… Birçok mezarın üzerindeki halılarda el motifine rastladım.
Kötü ruhların gazabına uğramamak için koruyucu ruhlara sığınma neticesi, koruyucu ruhların sembolleri hayvanlar arasında bulunan kartal, doğan, şahin, kurt, koyun, keçi, güvercin gibi. Aşiret ve boyların kutsanan hayvanların adlarıyla anılmaları, Sarıkeçili, Karakeçili, Koçgirili, Karakoyunlu gibi.
Hacı Bektaş Veli güvercin donunda (kılığında) Anadolu’ya geldi. Karaca Ahmet onu Anadolu kapılarında şahin donunda karşıladı. Hacı Bektaşi Veli duvarı at edip yürüttü, yılanı kamçı yaptı, kucağına aslan ile ceylanı aldı. Geyikli Baba bir geyik üstünde Bursa fethinde Bursa’ya girdi. Bektaşi tarikatı Oğuz geleneğinden kalma 4 kapı üzerine kurulmuştur. Marmaris’te evlerin 4 köşesine at, aslan, şahmeran işlemeli hayvan tasvirleri asılıyordu yakın zamana kadar.
Şehir Bektaşilerinin giydiği taç 4 dilimlidir. Her dilim bir kapıyı ifade eder. İbadet, Niyaz, Adak ve Vuslat’tır. Daha sonra 12 dilimli taç giydiler.
Türkler gelenekleri ile Müslümanlığı birleştirdiler ve özelliklerini korudular. Oğuzlar, Türkmenler ve Yörükler eski inançlarından fazla bir şey kaybetmeden Müslümanlığı kabul ettiler, eski inançlarının etkilerini motiflerinde görmekteyiz.”30
Şamanizm’den kalan gelenekler
Anadolu’nun bazı yörelerinde yeni doğan bebekleri korumak için yapılanlar da aslında Şamanizm’den kalma geleneklerdir. Binlerce yıllık bir inanç sistemi toplumun belleğinde öylesine yer ediniyor ki yok olmuyor. Yeni din eski dinlerin gelenekleri üzerinde yükselebiliyor.
“Bebeleri, hastalıklardan, kötü ruhlardan koruyacağına inanılan tılsımlı giyimlerden biri de, yedi parçalı, 9 parçalı çocuk giysileridir.
Hamile kadın, uğuruna inandığı, yedi, dokuz ayrı evden çaputlar toplar. Bu renk renk çeşitli çaputları birbirine ekleyerek özel giysiler ve yorgan, yastık, beşik bağları diker.
Böylesi giysilere, Anadolu’da hastalık şaşırtması denir. İnançlara göre, kötü ruhlar, gece çeşitli çaputlar üzerinde oyalanırken, onların renklerini birbirinden ayırmaya uğraşırken, gün ışır, kötü ruhlar kaçıp gidermiş. Böyle parçalı giysileri, hālâ, gelin veya damat oluncaya kadar giyenler vardır.
Yine, çocuğu yaşamayan ana, yedi ayrı kadından bebesini emzirir ve yedi – dokuz yıl (erkek veya kız) çocuklarının saçına makas vurmaz.”31
İsveç’e giden Türkler “al karısı”nı da götürdü
Türkler çalışmak üzere 1960’lı yılların başından itibaren Avrupa’nın çeşitli ülkelerine işçi olarak gitti. Ancak gittikleri yere inançlarını, geleneklerini de götürdü, tabii bazı hassas durumlarda bu iyi olmadı. Bu alıntıdaki Kulu Konya’nın ilçesi olan Kulu. 1965 yılında başlayan göçle 50 bin Türk’ün İsveç’e gittiği tahmin ediliyor.
“Antropolog Lisbeth Sachs 1970’lerin sonunda ilk kuşak göçmen Kulu kadınlarının İsveç sağlık koruyuculuğu ile ilişkisini incelemiştir. Bu bölgede ortaya çıkan ciddi kültürel çatışmayı tanımlamıştır. Kadınların hastalık düşüncesi İsveçinkine uymamaktadır, bu yüzden İsveç’teki sağlık koruyuculuğuna güvenmemektedirler. Bunun yerine tıbbi problemlerini Türkiye’deki geleneksel halk hekimliği yöntemleriyle çözmeyi tercih etmişlerdir.
Hocaların, ocakların gücüne güvenirler, yatırları ziyaret ederler ve nazarlık ve muskalarla korunurlar. Büyü, nazar, cin, peri, al karısının tehlikeli gücüne inanırlar. Genç kadınların doğum kliniğine kendilerini koruması için birlikte bir Kuran, bir nazarlık, bir çift makas ve kocalarının elbiselerinden bir parça götürdükleri olmuştur.
Gece boyunca ışıkların açık kalmasına önem verirler. Tüm bunlar yeni annelerin albasmasından ölmelerine sebep olan kötü bir varlık olan al karısının korkusuyla yapılır. (Sachs 1983: 146-147). En azından ikinci kuşak genç kadınlar arasında olmasa bile durumun bugün de aynı olduğundan şüpheliyim.”32
Şamanist Sahalar
Bugün yani 21. yüzyılda bile Şamanizm’in geçerli olduğu Türk halkları vardır. Ruslar’ın Yakutlar dediği Kuzey Buz Denizi sınırındaki resmi adı Yakutya olan ülkede yaşayan ve kendilerine “Saha” diyen halk çoğunlukla eski dinlerini terk etmemiştir.
“Bugün, Türk halklarının çoğu İslam’a inanmaktadır. Onların eski dinini ise bugüne kadar getirenler Sibirya’da yaşayan Türk halklarıdır: Sahalar, Altaylar, Hakaslar, Şorlar, Dolganlar, Tofalar, Tuvaların bir kısmı. Bu halkların eski Türk dinini, Şamanizm’i pek çok Saha bugüne kadar getirmiştir. Böylece, onlar Haziran’da günün en uzun olduğu zaman, güneş batmadan önce, tabiatın en güzel olduğu sıcak zamanında ıhıax adlı resmi ve milli bayramlarını kutlar. Bu bayramı Saha Cumhuriyeti’nin bütün halkı kutlar. Ihıax-bu, Sahaların yeni yılı, kımızın ve beyaz güneşin bayramıdır. Buraya gelen insanlar, Saha eski dini, kültürü, Şamanizm ve duaları ile tanışırlar, ohuokay adlı dansı yapar, güreş eder, kımız içer, et yerler. Sabah erken (Yakutsk’ta saat 3’te) yeni güneşin çıkmasını selamlar, dua söylerler.”33
Herkese keyifli günler dilerim.
Manşet fotoğrafı: Karaylar (Yahudi Türkler)
KAYNAKLAR
18-L.N.Gumilöv, Hazar Çevresinde Bin Yıl, S.289.
19- Roux, Orta Asya, s. 242.
20-aynı yapıt s.244.
21- https://tr.wikipedia.org/wiki/Maniheizm.
22-Prof. Özkan İzgi, Çin Elçisi Wang Yen-Te’nin Uygur Seyahatnamesi, s.18.
23-İbni Fadlan Seyahatnamesi, (Ramazan Şeşen), İstanbul 1975, 86; Mary Boyce, Zoroastriansm, 3; Kitapçı, Türkistan’da İslamiyet, 61.
24-W.Barthorld, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, 77.
25-Rene Grousset, Bozkır İmparatorluğu, nşr: Reşat Uzmen, İstanbul, 1993, 96.
26-Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 1988, 5153; Alp Er Tunga ismi Avesta da Afrasyabı Turani olarak yer almıştır. Bknz: Avesta, 260, 264, 273, 326. vd.; Ayrıca Avesta da Turanilerden de bahsetmektedir: Avesta, 20, 32, vd.
27-Geniş bilgi için bkz: Tanyu, Türklerde Tek Tanrı İnancı, 194-195.
28-Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 209-210. (22-23-24-25-26-27. alıntılar Yrd. Doç.Dr. İskender Oymak’ın “Türkistan’da Zerdüştlüğün Yayılması ve Etkileri” başlıklı çalışmasından yapıldı. https://www.altayli.net/turkistanda-zerdustlugun-yayilmasi-ve-etkileri.html)
29-Türk İnançları ve İnanışları, Türker Eroğlu, Hatice Çiğdem Kılıç, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/9250.
30-Sevgi Babaoğlu, Türk Mitolojisinin Halk Motiflerine Etkisi, 5.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, Maddi Kültür Seksiyon Bildirileri, 1997.
31-Sabiha Tansuğ, Anadolu Yaşamında ve Giyiminde Şaman İzleri, 5.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Maddi Kültür Seksiyon Bildirileri 1997.
32-Jitka-Jakmyr Zamrazilova, İsveç’te Popüler Türk Kültürü, Türk Halk Kültürü Araştırmaları 1996, S.183.
33-Doç.Dr.Yuriy Vasilyev, Saha Halk Edebiyatı Örnekleri, S.125.
1.Bölüm:
https://medyagunlugu.com/turklerin-benimsemedikleri-din-yoktur/