Vardır, ama sayıları çok azdır.
Ya da şöyle ifade edilebilir: Türkiye’deki gerçek aydın sayısı, bu ülkeyi küresel boyutta temsil edebilecek, hayatın her alanında yarıştırabilecek oranda değildir.
Aydın, kavram üretir.
Aydın, farklı düşünceler ortaya koyar.
Aydın, yerel ve küresel boyutta çekim gücü oluşturur.
Var mı böyle bir hal?
Eğer, şu objektif tanıma göre bir değerlendirme yapılırsa, bu ülkede gerçek aydınların sayısının neden bu kadar az olduğu da kolayca anlaşılır:
Aydın, araştıran, gelişimine önem veren, kendi düşüncelerinin esiri olmayan, farklı görüşlere saygılı, muhataplarını aktif biçimde dinleyen, eleştirilmeyi hakaret gibi algılayıp savunmaya geçmeyen, ikna olmaya açık, özgüveni yüksek bir insandır.
Şimdi, çevrenize bir bakın ve aydın olma iddiasındakileri inceleyin.
Kaç tanesi bu tanımlara tamamen uyacak?
Bir elin parmaklarını geçmez.
Çünkü Türkiye’de kültür, sanat, bilim, politika, futbol, edebiyat gibi alanlarda mahalleler vardır. O mahallelerin insanları, kendi düşüncelerine adeta itaat noktasındadır.
Futbol mahalleleri bu yazının konusu değil. Orası fanatizmin delirme boyutuna vardığı bir dünya. Bu nedenle biz diğer alanlardaki otoriter yapılanmalara bakalım.
Mahalleler arasında, dogmalardan, saplantılardan, inattan, şişkin egolardan, biat ve itaatten oluşan yüksek duvarlar vardır. Birinden diğerine geçmek neredeyse olanaksızdır.
Mahalle değiştirmek isteyenin tepesinde ayıplama, aforoz, sosyal infaz gibi yaptırımlardan müteşekkil Demokles’in kılıçları sallanır. Hatta bu yaptırımlar, siyasi mahallelerde döneklik, hainlik gibi suçlamalara kadar varabilir.
Böyle bir ortamda, bağımsız, dik, tavizsiz bir aydın bulabilir misiniz?
Bu mahallelerin başında bir nevi tekke şeyhleri hüküm sürer.
Onlar, mahallenin müritleri adına, araştırır, düşünür, değerlendirir ve görüş ve düşüncelerini adeta “Sahra Talimnamesi” gibi dikte eder.
Böylece, müritler, düşünmek ve araştırmak gibi külfetten kurtulmuş olur! Aslında bu eylemler yasaktır ama adı konmamıştır. Onlara düşen sadece itaattir.
Bu mahallelerin ağaları, insanlara, bilginin kestirme yolunun onlara kayıtsız şartsız inanmak olduğunu söyler. Oysa böyle bir inanış aklı devreden çıkarır.
Gelelim temel soruya…
Mahallelerin başındaki otoriteye biat etmek, araştırılması gereken bir tavırdır. Bir insan neden iradesini, zihnini bu şeyhlere ipotek eder ki?
Biat, sosyal ve zihinsel esaretten başka bir şey değildir.
İşin ilginç tarafı, bu otoriteler, kurdukları sosyal hegemonyayı adeta kutsal bir aidiyet merkezi gibi pazarlamayı da başarırlar. Bu sosyal tekkelerin müritleri de, bu aidiyetten bir haz aldıklarını sanırlar. Mutluluğu itaatte ararlar.
Farklı sesler, farklı bakış açıları, üretkenlik ve neşe ayıp sayılır. Bu mahallelerin otoritelerinin alametifarikası asık surat, anlaşılması zor cümleler, baskın bir ses tonudur.
İnsanların aklını ve ruhunu böyle teslim alırlar.
Şimdi sadede gelelim;
Böyle kapalı mahallelerden dünyayı sarsacak eserler, düşünceler, buluşlar çıkar mı?
Ya da ülkedeki bu mahallelerin, insanı yükselten, dünyaya mal olmuş kaç tane eseri, buluşu, düşüncesi ya da kavramı var?
Dünyaya yayılan çok az sayıdaki eserin, buluşun, düşüncenin yaratıcıları da, mahalle aidiyetlerini reddeden, biat kültürüne uzak bireylerdir.
Onların özgür düşüncesi ve bakış açısı, bu az sayıdaki değeri ortaya çıkarmıştır. Keza, bu bütün dünya için de geçerlidir. İnsanlığın yararına ne varsa, topluluklara, mahallelere ait olmayı reddedenler ve tek başına çabalayanlar tarafından keşfedilmiştir.
Yaratıcılık bireysel bir haldir. Gerçek aydın olmanın bir tezahürüdür. Baskıya maruz kalma riskini göze alan, sosyal infazdan korkmayan birey, aydındır.
Şu atasözüne de bir isyandır:
Sürüden ayrılanı kurt kapar.
Çağımız, bireyin ön plana çıktığı bir dönem.
Bağımsız düşünce..
Bireysel duruş..
Kendi değerlerine saygı.
Aydın kimliği.
Bunlar, bu çağın olmazsa olmazlarıdır.
Ayn Rand’dan alıntıdır.
Mutluluk başarılı bir yaşam halidir. Acı ise ölüme aittir. Mutlu insan, değerlerine ulaşmaktan kaynaklanan bir sosyal tatmin duygusu yaşar. Eğer bir öğreti, size, bireysel mutluluğu yasaklayarak kitlesel mutluluğu dayatıyorsa, orada etikten, özgürlükten bahsedilemez.
Kendinizi ortak hedefler için feda etme talimatı verenlere, “ buyurun, siz önden gidin” demek gerçek aydın tavrıdır. Ölüm dayatmasını reddedin.
Gerçekliğin ve hayatın yapısı gereği, her insan kendi başına bir amaçtır. Kendi hatırı ve değerleri için vardır. En yüksek etik amacı da bireysel mutluluğudur.
İnsanın kendisinden kaynaklanan değerler ve yaklaşımlar iyidir. İnsanın kalabalıklara bağımlılığından kaynaklanan her şey tartışılmalıdır.
Aydın insan mutludur. Hayatında acıya yer vermez. Kendisine dayatılan dogmaları reddetmeyi özgür olmanın bir gereği olarak görür.
İlgili yazı:
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
