Medya devi The Economist Group’un, kısa bir süre önce yayınlanan 2024 yılı “Küresel Demokrasi Raporu”nda Türkiye “hibrit demokrasi” ülkeleri arasında yer aldı.
“Seçim süreci”, “işlevsel bir hükümet”, “siyasi kültür”,” sivil özgürlükler” ve “iç çatışmalar” değerlendirilerek hazırlanan raporda, ülkeler, “tam demokrasi”, “kusurlu demokrasi”, “hibrit demokrasi” ve “baskıcı rejim” kategorilerinde sıralanıyor. Yunanistan’ın “tam demokrasi” kategorisinde yer aldığı raporda, Türkiye’nin yanı sıra Angola “hibrit demokrasi” olarak niteleniyor. Raporda, Türkiye’nin “167 ülke arasında 102. olarak hibrit rejim kategorisinin alt sıralarına yakın olduğu” belirtiliyor…
Hibrit rejim veya melez rejim, genellikle otoriter özelliklerle, demokratik özelliklerin bir kombinasyonu karma bir siyasi sistem türü olarak kategorize ediliyor. Aynı anda hem siyasi baskıları hem de düzenli seçimleri barındırabilir.
Economist ‘ in “hibrit rejim” olarak nitelendirdiği ülkemizdeki demokrasi ile hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi konular, bu alanlarda çalışmalarda bulunan başka uluslararası kurum ve düşünce kuruluşlarınca da izleniyor.
Örneğin, Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü’nün 2023 yılı raporuna göre Türkiye, “Hukukun Üstünlüğü” kategorisinde 173 ülke arasında 148. sırada. Demokratik değerler açısından Türkiye’nin sınıfta kaldığı ileri sürülüyor. Türkiye raporda, Avrupa’da “demokratik olmayan” dört ülkeden birisi olarak gösteriliyor. Diğer ülkeler Belarus, Rusya, Azerbaycan.
Türkiye’de gözlenen demokrasiden uzaklaşma ve otoriterleşme eğilimi, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi tarafından da yakından ve kaygıyla izleniyor.
Avrupa Birliği Konseyi’nin 2023 sonunda yayınladığı tutum belgesinde, demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel haklar konularında Türkiye’ye sert eleştiriler yöneltildi. Uyarılarda ve taleplerde bulunuldu. Belgede, bu alanlarda gözlenen gerilemeden derin endişe duyulduğu tekrarlandı. Yargının bağımsızlığındaki sistematik eksiklikler ve büyük baskıların yanı sıra medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğündeki durumun da derin endişe yaratmaya devam ettiği vurgulandı.
Tutum belgesinde Türkiye ayrıca, AB’nin insan hakları konularında referans aldığı Strazburg merkezli Avrupa Konseyi ile iş birliğini artırmaya davet edildi. Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının tüm kararlarını hayata geçirmesi istendi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi dahil, taraf olduğu insan hakları alanındaki sözleşmeleri tam olarak uygulamaya çağrıldı. Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine yönelik taahhütleri konusunda soru işaretleri yarattığı ileri sürüldü.
AİHM kararlarına uyulmaması, kurucu üyeler arasında bulunduğumuz Avrupa Konseyi ile ilişkilerimizi zora sokuyor. AB’nin yanı sıra Avrupa Konseyi ile ilişkilerimiz de yokuş aşağı iniyor. Bu durum Türkiye’nin bu kuruluşlarla ilişkilerini önümüzdeki süreçte nasıl etkileyebilir? İlişkilerde yaşanabilecek gerginliklerin, yabancı sermayenin Türkiye’ye olan ilgisi vs. alanlarda olumsuz yansımaları olabilir mi? Yanıt aranması gereken sorular.
Batı dünyasının kimi zaman stratejik hedefleri doğrultusunda insan haklarını siyasi amaçlarla kullandığı da göz ardı edilmemeli. Nitekim Türkiye de, AİHM’in Türkiye aleyhindeki kimi kararlarının siyasi nitelikte oldukları kanısında. Bu nedenle de bu kararları kabule yanaşmıyor.
Öte yandan geçen günlerde Avrupa Konseyi ile Azerbaycan arasında, Türkiye’nin AİHM kararlarına ilişkin tutumunu etkileyebilecek bir gerginlik yaşandı. İç politik gelişmelere yoğunlaşıldığından bu gelişme Türkiye’de pek dikkat çekmedi.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKMP) Azerbaycan Ulusal Heyeti’nin yetki belgelerini onaylamadı. Azerbaycan heyeti AKPM’nin kararını protesto ederek, oturumu terk etti. AKPM’nin bu kararını esefle karşılayan Türkiye de, kararın demokratik değerlerle bağdaşmadığını ve temsil hakkına aykırı olduğunu vurguladı. İş birliği ve diyalog kanallarının kapatılması anlamına gelen kararın düzeltilmesini istedi.
AKPM’nin bu kararının, Azerbaycan’ın Avrupa Konseyi Sözleşmesi hükümleri çerçevesinde üstlendiği yükümlülüklere uymamasından kaynaklandığı anlaşılmakta.. Bu bağlamda Azerbaycan’daki insan hakları ihlallerine işaret edilmekte, Bakü’nün AİHM kararlarına uymadığı vurgulanmakta. AKPM’nin kararından Türkiye kaygı duymalı. Karar, tüm boyutlarıyla değerlendirilmeli ve emsal olup olmayacağı tartışılmalı.
AKPM’nin charter’ına göre, AKPM’nin kurucu değerlerine uymayı reddeden bir ülkenin temsilcilerinin yetki belgelerini askıya almak parlamentonun yetkisi dahilinde. Önce bir uyarı süreci var. Buna da uyulmaması halinde, parlamentoda yapılan oylama neticesinde temsilcilerin yetki belgeleri askıya alınabiliyor. Türkiye de AİHM’nin Kavala kararını yerine getirmediği için aynı tehlike ile karşı karşıya.
Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin insan hakları alanında taraf olduğu tüm uluslararası sözleşmeleri tam olarak uygulaması yolunda yaptığı çağrı da Ankara’nın ileride başını ağrıtabilecek nitelikte. Önümüzdeki süreçte, AB’den Türkiye’ye taraf olduğu tüm uluslararası sözleşme hükümlerini uygulaması yönünde çağrılar tekrarlanabilir. Ankara bu tür çağrılara hazırlıklı olmalı. İzlenecek tutum tüm yönleriyle değerlendirilmeli.
Türkiye’yi hibrit demokrasi olarak nitelendiren Batı dünyasından, yıllardır demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi konularda eleştiriler yöneltilir. Türkiye bu alanlarda mevzuatını geliştirici adımlar atsa da yeterli görülmez, eleştiriler sürdürülür. “Yasalardan ziyade kafaların değişmesi gerektiği” bu bağlamda sıkça dile getirilir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yürürlüğe girdikten sonra Türkiye’ye yöneltilen eleştiriler daha da yoğunlaştı. Batı dünyası ile ilişkiler daha gerildi.
Mevcut rejimde yasama organı eski gücünü, etkinliğini yitirdi. Siyasi nitelikli davalarda yargıya müdahale ediliyor şeklindeki iddialar yaygınlık kazandı. Üst yargı organları arasındaki çekişme, Anayasa Mahkemesi’nin yıpratılması, Can Atalay’ın milletvekilliğinin TBMM’de düşürülmesi gibi gelişmeler bu tür iddialara güç kazandırdı.. Tek adam, yerel yönetimleri de kontrolü altına alma çabasında. Anayasa’ya göre tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı, AKP’nin seçim kampanyasını üstleniyor.. İktidar partisi seçim propagandasında devletin tüm gücünü kullanıyor. Muhalifler üzerindeki siyasi baskılar seçim dönemlerinde daha da yoğunlaşıyor. Muhalif sivil toplum kuruluşları ve medya baskı altında. RTÜK muhalif TV kanallarına ceza üstüne ceza yağdırıyor. TRT adeta iktidarın yayın organı gibi. Atatürk’e, laik Cumhuriyete meydan okuyanlar, şeriata davetiye çıkarıyorlar. Adeta birilerinin himayesi altındalar, kimseler dokunamıyor..
Mevcut sistemden nemalananlar ve “tek adam”a sevdalı insanlarımız düzenden memnun. Demokrasinin, insan haklarının güçlendirilmesi gibi konular gündemlerinde değil. İlgi alanlarına girmiyor. Sandıkla yetiniyorlar. Tam demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, laik Cumhuriyete inanan Atatürk sevdalı insanlarımız ise, bütün bu ve benzeri gelişmelerden rahatsız. Ülkelerinin geleceği konusunda kaygılı.
Demokratik değerler açısından Türkiye’yi izleyen Economist bu gelişmelere bakıp ülkemizi hibrit demokrasi ülkeleri arasına sokuyor. Bu konularla ilgili bir enstitü “demokratik değerler açısından Türkiye sınıfta kaldı” diyor. Avrupa Birliği uyarılarını artırıyor. İlişkiler yokuş aşağı iniyor. Sorunlu bir ilişkiye sahip olduğumuz Avrupa Konseyi de, “yükümlülüklerini yerine getirmezsen sonuçlarına katlanırsın” şeklinde hatırlatmalarda bulunuyor. Bu koşullarda yabancı sermaye Türkiye’ye yatırım yapma konusunda tereddütlü. Olmadık taleplerde bulunuyor.
Türkiye’ye eleştirilerde, uyarılarda bulunanlara öfkeleniyoruz, kızıyoruz. Öfkelenmeden önce kendimize sormalıyız: Ayna ve terazi yalan söyler mi?