Perşembe, 30 Eki 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
GünlükManşet

Türk tarihinde bir ilk

Medya Günlüğü
Son güncelleme: 30 Ekim 2025 00:06
Medya Günlüğü
Paylaş
Paylaş

(E) Büyükelçi Halil Akıncı***

2009 yılında imzalanan ve 2010 yılında yürürlüğe giren Nahçıvan Antlaşması ile kurulan “Türkçe Konuşan Ülkeler İş Birliği Konseyi” tarihte Türk devletlerini [1]  gönüllü olarak bir araya getiren ilk kuruluştur. Daha önceki birliktelikler bir Türk devletinin bir diğer Türk devletini yenmesi ile gerçekleşmişti. Bu makale, Konsey’in kuruluşuna varan ve sonrası gelişmelere ışık tutma amacını taşımaktadır.

Türk tarihinde 1700 yıllarından itibaren Türklerin kaderini en fazla etkileyen devlet Rus Çarlığı ile izleyicisi Sovyetler Birliği, yani Rusya olmuştur. Bazı Türk devletlerini ortadan kaldıran bazısını -Osmanlı Devleti- parçalayan da bu devlettir. Ancak Rusya 20. yüzyılda, Türklerin kaderinde iki defa olumlu rol oynamıştır. Bunlardan birincisi ilk defa çatışan çıkarların ortak çıkara dönüşmesi ile gerçekleşmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri, mütareke sonucunda elimizde kalan topraklara da göz koymuşlar, işgale başlamışlardı. Bize düşman olan devletler, Rusya’daki yeni Bolşevik rejime de karşı idiler ve onu yıkmaya çabalıyorlardı. Türkiye’nin bağımsızlığını kaybetmesi ve aynı devletlerin denetimine girmesi Bolşevik Rusya için ek bir tehditti. Bu itibarla Türkiye’ye yardım gerekli görülmüştü.

Çarlığı yıkan Bolşeviklerin silah ve nakit yardımı Millî Mücadele’nin kazanılmasında önemli rol oynamıştır. Bu yardım olmasa idi zaferin kazanılması gecikebilir, vüsatı da bugünkü Türkiye topraklarımızın tümünü kapsamayabilirdi.

Rusya’nın (bu sefer Sovyetler Birliği kimliği ile) ikinci olumlu etkisi, gönülsüz yıkılması ve bunun sonucunda Türk devletleri ile komşu Sovyet Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmaları olmuştur. Sovyetler Birliği yıkılmasa idi Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığı söz konusu olamaz idi. Zira Türklerin Sovyetler Birliğinden ayrılma teşebbüsleri muhakkak kanla bastırılacaktı. Barışsever Gorbaçov bile 1990 Ocak ayında Bakü’de katliam yapmakta bir beis görmemişti. Türk’ün kontrol altında tutulması hem Çarlığın hem de Sovyetler Birliğinin öncelikleri arasında idi.[2] Rusya’nın süre gelen bir Türk meselesi vardır.

Özellikle bağımsız Türk Halklarının bugününü yeterince anlayabilmek için bunların Sovyetler Birliğindeki geçmişine kısaca göz atmakta yarar vardır.

Birinci Dünya savaşı bittiğinde dünyada daha önce hiç tecrübe edilmemiş bir ideolojiye dayanan yeni bir devlet modeli ortaya çıkmıştı. Bunun amaçlarından birisi de milliyet, din ve etnik kökeni aşan bir yeni Sovyet insanı yaratmaktı. Bu Sovyet insanı ise, Rusça konuşacak Bolşevik ideolojisine sahip olacak, köklerini ise unutacaktı. Bunun için önce, en aşağısından aydınları kendi aralarında rahatça anlaşabilen Türkleri dil ve yönetim açısından bölmek gerekti. Bu da lehçelerden hatta şivelerden ayrı dil geliştirmek, en ufak farkı büyüterek ayrı topluluklar, hatta yeni milletler yaratmak biçiminde yürütüldü. Türkler için önce 1926’dan itibaren ortak Latin alfabesi kabul edilmişken, 1936 ve sonrasında her Cumhuriyete birbirinden az da olsa farklı, birer Kiril alfabesi bahşedildi. Bir yandan bu yapılırken, diğer yandan da Sovyet insanı yaratılması kuramına inanan ve buna hizmet eden kuşaklar yetiştirilmeye başlandı.

Bu yeni düzen, kuruluş dönemi olan 1930’ları ve İkinci Dünya Savaşı’nı başarı ile atlattı. Ancak halkına vaat ettiği geleceği sağlayamadı. 1960’lı yıllardan itibaren sistemin zaafları ortaya çıkmaya başladı.[3]  Öncelik taşıyan süper güç konumunu korumaya ayrılan kaynaklar da ekonomik gelişmeyi dizginledi.

Hem ekonomiyi yeniden ayağa kaldırmak hem de süper güç konumunu koruyabilmek için sistemde reform kaçınılmaz bir hâle geldi. Ekonomik durumun düzelmesinin çaresini arz-talep dengesini bir türlü sağlayamayan ve kaynak israfına yol açan yol açan merkezî planlama sisteminin yerel birimlere daha fazla yetki tanıyan bir biçime dönüştürülmesinde buldular. Ancak bu yaklaşım komünist Partisinin kontrolünü gevşetti. Daha kapsamlı ve açık denetimin hem verimi arttıracağı hem de halkın özgürlük taleplerini tatmin edebileceği düşünüldü. Ortaya Perestroyka- yeniden inşa, Glasnost-açıklık diye adlandırılan bu reform süreci çıktı. Bu süreç halka nisbi ifade özgürlüğü; Cumhuriyetlere de sınırlı hareket serbestisi ve merkezî idarede söz hakkı tanıdı. [4] Öte yandan Amerikan başkanı Reagan’ın başlattığı “Yıldız Savaşları” diye adlandırılan yeni silahlanma yarışı ile Sovyetlerin rekabet etmesinin imkansızlığı da anlaşılmıştı. Gorbaçov bu durumda Batı ile rekabet yerine iş birliğini denemeye, zaten kıpırdamakta olan Doğu Avrupa Devletleri üzerindeki tahakkümünden vazgeçmeye karar verdi. Kasım 1989’da Berlin duvarı yıkıldı, Doğu-Batı arasında yeni bir detant başladı.

Ancak Sovyetler Birliğinde tüm bu gelişmelerden hoşlanmayan, ideolojiden sapmak olarak algılayan kesimler de vardı.

1991 yılı Ağustos ayında bu kesimler tarafından bir askerî darbe yapıldı… Başarısız bir darbeydi ama Sovyetler Birliği’nin sonunu getirdi. Rusya Federasyonu ise Ekim Devrimi sonrasında olduğu gibi kendi adıyla âdeta yeniden doğdu ve Sovyetler Birliğinin ardılı olarak dünyada  yerini aldı. Diğer Sovyet cumhuriyetleri art arda bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar.

Rusya Federasyonu ise Ukrayna ve Belarus’u da kapsayacak bir Slav devleti kurma peşine düştü. [5] Ticaret hadlerini göz önüne almayan Sovyet muhasebe sistemi, zengin doğal kaynaklara sahip ve ham madde tedarikçisi Orta Asya Türk devletlerini merkez için bir yük gibi gösteriyordu. Ayrıca 2000 yılına gelindiğinde doğum oranlarındaki büyük fark nedeniyle Sovyet ordusundaki Türk/Müslüman asker oranının yüzde elliyi geçeceği öngörülüyordu. Böylelikle istenmeyen nüfusu dışarıda bırakan etnik bakımdan temiz ama nüfuz bakımından diğerlerini etki altında tutacak ölçüde güçlü bir Slav/Rus devleti meydana getirilecekti.

Türk hükümeti Sovyetler Birliği resmen dağılmadan, bu sorulara mümkün olduğu ölçüde cevap bularak tutum takınmaya karar verdi. Bu amaçla 1991 Eylül Ayında iki heyet oluşturuldu. Bunlardan birisi Türk cumhuriyetleri ve Tacikistan’ı, ikinci bir heyet de diğer cumhuriyetleri ziyaret edecek ve rapor sunacaktı. Türk cumhuriyetlerini ziyaret edecek olan heyet Büyükelçi Bilal Şimşir’in başkanlığında merkezden Elçi Kurtuluş Taşkent, TC. Moskova Büyükelçiliği Müsteşarı Halil Akıncı’dan oluşmaktaydı.

Heyet görevi sonunda teferruatlı bir rapor sundu. Bağımsızlıklarını ilan eden tüm Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının tanınmasını ve onlarla ilişki kurulmasını tavsiye etti. Başlıca gerekçeleri ise şunlardı:

1-Bu halklar, bağımsızlığı içten arzulamaktadırlar. Bazı endişeleri varsa da bunların bedelini ödemeye, risk almaya hazırdırlar.

2-Bu, Türkiye için manevi bir borçtur. 19. yüzyılda Bağımsız Türklük sadece Osmanlı’da melce bulabilmişti. Rus Çarlığında yaşayan Türkler her bakımdan gözlerini Türkiye’ye çevirmişler, onun Türkçesini benimsemişler, Cumhuriyetin ideolojisinin oluşmasına yardımcı olmuşlar, hatta katkıda bulunmuşlardı. Onların yetiştiği toprakların, içinden çıktığı halkların bağımsızlığını tanımak bizim Türklüğe borcumuzdur.

3-Gerçek anlamda müttefike sahip olmayan Türkiye Cumhuriyeti yalnızlıktan kurtulabilecek, Akdeniz’den, Altaylara uzanan Avrasya’nın ortasında bir Türk kuşağının parçası olarak uluslararası alandaki nüfuzunu arttırabilecektir.[6]

4-Gelişmekte olan Türkiye ekonomisi yeni ekonomik iş birliği imkanlarına kavuşacaktır.

5-Dünya, Türk Devletlerinin bağımsızlıklarını er geç tanıyacak hatta destekleyecektir. Zira, Dünya yeni devletlerin zengin doğal kaynaklarına, hem tüketim ihtiyacı hem de enerji güvenliği için, (kaynak çeşitlendirilmesi gereği) muhtaçtır. Ayrıca bağımsız varlıkları Avrasya dengesi için önemlidir.

Bu raporun sunulduğu dönemin hükümeti, aldığı bir kararla bu cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını ilk tanıyan devlet oldu. Türk kamuoyu sevinç içindeydi. Yıllardır bağımsızlıkları milletçe arzu edilen, “esir Türkler” artık kendi devletlerine sahipti. Zamanın cumhurbaşkanının deyimiyle artık Adriyatik’ten Altaylara uzanan bir Türk dünyası oluşmuştu.

Bu arada edinilen tecrübe ışığında Türkiye’nin diğer Türk devletleriyle olan ilişkilerinin hangi esaslara göre yürütüleceği formüle edildi:

-Onlarla istedikleri kapsam ve ölçüde yakınlaşmak. Böylelikle Büyük Ağabey sendromu yaratmaktan kaçınmak

-Egemen eşitlik

-Mevcut taahhütlerine saygı

-Onları Rusya ile karşı karşıya getirmemek.

Bağımsızlıkları tanınan yeni devletlerin başkanları Türkiye’nin inisiyatifi ile 1992 yılında Ankara’da ilk zirve toplantılarını yaptılar. İkinci Zirve de 1993 yılında İstanbul’da gerçekleşti.

1996 Taşkent zirvesinde devletlerin sırayla sorumluluğunu yükleneceği bir “Zirve Sekretaryası” kurulmasının karşılaştırılmasına ve Sekretarya tüzüğünün 1998 Almatı zirvesinde kabulüne rağmen bu karar uygulanamadı. 1998’ den sonra da zirvelere katılımın bazen düzeyi düştü bazen de Özbekistan ve Türkmenistan’dan hiç katılım olmadı. Zirvelere her devlet başkanının katılmasının beklenmesi gerekçesi ile ara verildi.

Zirve uzun bir aradan sonra 2006 yılında Kazakistan Devlet Başkanı Nur Sultan Nazarbayev’in ön alması ile sadece 4 ülkenin katılımıyla toplanabildi; Türk devletlerinin bir örgüt kurma zamanının geldiği üzerinde mutabık kalındı. Bu karara uygun olarak 2009 Nahçıvan zirvesinde Azerbaycan Kazakistan Kırgızistan ve Türkiye devlet başkanları tarafından imzalanan bir antlaşma ile Türkçe Konuşan Devletler İş birliği Konseyi kurulması kararlaştırıldı. (Türk Konseyi/Türk Keneşi)

Bu yeni örgüt altı bağımsız, (KKTC dışında) Türk devletinin sadece dördünü bir araya getirebilmiş ise de Türk tarihinin belki de en önemli aşamasını oluşturmuştur. Zira Türkler binlerce yıllık tarihlerinde ilk defa gönüllü olarak ortak Türk kimliği altında bir araya gelmişlerdir. Hatta tarihte en çok birbiri ile savaşan milletin Türkler olduğunu söylemek bile mümkündür.

Yeni kurulan Sekreterya’ya düşen görev bu duygusal ivmeyi mümkün olduğu kadar muhafaza ederek ancak ona tamamen kapılıp, dayanmadan ileri taşımaktı. Tarihî gelişmeler sonucunda Türk milletini ayıran, milletin bütünlüğünü bozan çok unsur vardı. Önce mesafe olarak ayrıydık. Dil olarak birbirimizden uzaklaşmıştık. 20. yüzyıl başında aydınlarımız birbirini kolayca anlayabilir iken Sovyetlerin milletler siyasetinin etkisiyle bu güçleşmişti. Sovyet idaresi en batıdaki Türkiye ile Türkistan devletleri arasında ideolojik engeller yerleştirmeyi de becermiş, devletler arasında arazi, nüfus ve refah farkları da oluşmuştu.

Bizim elimizde kalan tek olumlu araç Türk birliğine olan arzu idi. Ancak bu da her devlet tarafından değişik yorumlanmakta idi. Bunu inanca çevirmeliydik.

Bu inancın getirdiği enerjiyi iyi kullanmalı ve somut sonuçlar elde etmeye odaklanmalıydık. Elimizde mütecanis olmayan topluluklar vardı. Bunu göz önüne alarak Sekretarya’nın hangi ilkelere göre çalışacağını saptadık:

1-Egemen eşitlik. Her üye devlet büyüklüğüne, nüfusuna, gücüne bakılmadan teşkilatın eşit üyesidir. Kararlar oybirliği ile alınır. Bu ilkenin amacı yeni bağımsız devletlerin egemenlik konusundaki hassasiyetlerini karşılamak idi.

2-Mevcut taahhütlere saygı: Türk devletleri siyasi açıdan birbiri ile çelişen örgütlere üye idiler: Türkiye NATO üyesi, Kırgızistan, Kazakistan Kollektif Savunma Örgütü üyesi idi. Üyelerin bu gibi yükümlülüklerinden görünür gelecekte ayrılabilecekleri mümkün görünmemekte idi.

3-Her alanda genişletilmiş ve yoğunlaştırılmış somut iş birliği. Bunda amaç iş birliğimizin yararının halklarımızca somut olarak idrak edilmesi idi.

4-Ortak çıkarları pekiştirmek, yeni ortak çıkarlar geliştirmek. Mevcut iş birliklerinin, örneğin ticaretin önündeki engellerin kaldırılması, Orta Koridorun geliştirilmesi gibi yeni altyapı çalışmaları ile takviyesi. Enerji nakli gibi yeni iş birliği alanları geliştirmek.

Türk Devletlerinin bağımsızlığı ile önümüze yeni ufuklar açılmıştı. Ancak arzularımızı hayata geçirilmesi, gerçekçi ve sabırlı olmamızı gerektiriyordu. Zira Türk Bilimler Akademisi için Eylül 2023’de yazılan makalede teker teker sayıldığı gibi yüzyıllardır oluşan ayrılıklar somut izler bırakmıştı. Ortak taraflarımız dil ve tarih inancımızın dışında bizi ayıran özelliklerden daha azdı. Öyleyse önce dayanışma duygusu ile ileriye doğru “yan yana” yürümeli, sonra da bunu “uygun adım” yürüme biçimine dönüştürmeliydik. Yani dünyaya karşı ve kendi aramızda benzer gelişmeler karşısında aynı tutumu benimsemeli, eşgüdüm hâlinde aynı siyaseti yürütmeye çalışmalı idik. Bunun için yıllık Zirve toplantılarının dışında, Dışişleri Bakanlarının da BM Genel Kurulu sırasında, muntazaman ve gerekli görüldüğünde ayrıca toplanmaları ve görüş alışverişinde bulunmaları kararlaştırıldı. Öte yandan Keneş sadece devletten devlete değil halktan halka ilişkileri geliştirmeye de odaklanmalıydı. Buna STK’ler ve meslek kuruluşları da dahildi.

Devlet başkanlarının genel bir zirve yerine somut bir konu üzerinde bir araya gelmeleri ve aldıkları kararlarla kendi Devlet Kuruluşları ile Örgüt Sekretaryasını o konuda yönlendirmeleri uygun görüldü.

Nitekim Keneş kurulduktan sonraki ilk zirve Almatı’da Ekonomik İş birliği konusunda toplandı. Yani İsmail Gaspıralı üstadımızın umde sırasını bozmuş Türk bütünleşmesi sürecine onun sonuncu umdesi ile başlamıştık. Amaç, ekonomi alanının somut sonuçlar yaratma kapasitesinden yararlanarak Keneş’in yararını halklarımıza göstermekti. Daha sonraki zirveler de ulaştırma eğitim ve turizm alanlarında iş birliği konularına odaklanmıştı. İzleyen zirveler de sağlık, doğal afetlerde yardımlaşma gibi iş birliği konularından, daha geleceğe yönelik “Türk Medeniyeti için Yeni Dönem; Ortak Kalkınma ve Refaha Doğru” temalarına kadar uzanan bir yelpaze çerçevesinde toplanmıştır.

Olağan zirve toplantılarının yan ısıra acil çözüm isteyen sorunlar ile ortak mücadele için olağanüstü zirveler toplanmıştır. İlk olağanüstü zirve, video konferans yolu ile Dünya Sağlık Örgütü Genel Sekreterinin de katılımıyla Covid 19 ile mücadele teması altında 10 Nisan 2020’de toplanmış, zirvede kabul edilen Bakü Bildirisi ortak mücadeleyi öngörmüştür.

İkinci olağanüstü Zirve ise Türkiye’deki büyük depremden hemen sonra 16 Mart 2023 tarihinde “Afet Acil Yönetimi ve İnsani Yardım teması ile Ankara’da toplanmıştır. Bu toplantıda “Türk Devletleri Teşkilatı Sivil Koruma Mekanizması Anlaşmasının imzası kararlaştırılmıştır.

Teşkilat kuruluşundan bu yana proje odaklı çalışma ilkesini benimsemiştir.[8] Bu meyanda aralarında Trans Optik -Hazar Optik hattı Ortak Sanayi ve Ticaret Odası, Türk Yatırım Fonu, Kardeş Limanlar Projesi Türk Üniversiteler Birliği, Orhun Öğrenci ve Akademisyen Değişimi gibi birçok proje ele alınmış ve uygulanmıştır. Teşkilat ulaşmış olduğu aşamada sürdürdüğü proje çalışmalarının yanı sıra Örgüt üyeleri arasında “bağlayıcı antlaşma/anlaşma sürecini başlatmıştır. Nitekim 2022 yılında Semerkant’ da düzenlenen Dokuzuncu Zirvede Basitleştirilmiş Gümrük Hattı Kurulmasına Yönelik Anlaşma, Uluslararası Kombine Yük Taşımacılığı Anlaşması, Ulaşım Bağlantısallığı Programı, Ticaretin Kolaylaştırılması Strateji Belgesi imzalanmıştır. 2023 Olağanüstü Ankara Zirvesinde de Türk Yatırım Fonu Kurucu Anlaşması akdedilmiştir. Ayrıca Zirve gayri resmî olarak 31 Mart 2021’de Türkistan şehrinde, 21 Mayıs 2025’de Budapeşte’de, 6Temmuz 2024‘de de Suşa’ da toplanmıştır. Bu zirvelerde Türkçenin savunucularından büyük Şair “Ali Şir Nevai” adına bir ödül tesis edilmiş; Azerbaycan Halkı ile dayanışma gösterilmiş, Güç Sistemlerinin (yeşil koridor) birleştirilmesi yolundaki gelişmeler memnuniyetle kaydedilmiş; Türk Dünyası Şartının” birleştirici çerçeve olduğu” teyit edilmiştir.

Türklerin bir arada olduğu bir örgütün varlığı bile bazı sorunların giderilmesine yardımcı olabilir. Nitekim Özbekistan’ın da üye olmasıyla birlikte, Orta Asya’daki sınır anlaşmazlıklarının çözülmesi kolaylaşmıştır. Aynı şekilde Batı Türkistan Devletleri arasındaki ticari ve ekonomik ilişkiler de artmıştır. Dolayısı ile Türk Devletleri Teşkilatı sadece bağımsız Türk devletlerini bir araya getirerek görüş alışverişine zemin sağlayan bir yapı değildir. Örneğin Orta Asya’da bir sürtüşme konusu olan su konusunda yapıcı bir rol oynayabilir. Bu bölgede su Tacikistan ve Kırgızistan kaynaklı iken ekilebilir topraklara da diğer ülkeler sahiptir. Sulama için kullanılan Karakum Kanalı eskidir ve su israfına sebep olmaktadır. Ayrıca Tacikistan ve Kırgızistan’ın hidrolik enerji kapasitesi de tam kullanılmamaktadır. Ancak bu sorunun çözümü müşterek çalışmaya ve anlaşmaya bağlıdır. TDT bunun için en elverişli Örgüttür.

Türk Keneşi, kuruluşunda almış olması gereken ismine ancak 12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul ’da gerçekleştirilen 8.Zirvesinde kavuşabilmiş, Örgüt’ün ismi “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak kabul edilmiştir. Aynı Zirvede Türk Dünyası 2040 Vizyon Belgesi de onaylanmıştır. Bu belge ile Türk Dünyası’nın ”yan yana yürüme” aşamasını geçerek “uygun adım yürüme” aşamasına geldiği tescillenmiştir. Bu belge Savunma sanayiinden, bölgesel sorunlar için ortak forumları geliştirmekten eğitime, güvenlik iş birliğine kadar uzanan hemen hemen her konuda iş birliğini öngörmektedir.

TDT’nin birinci amacı Türk Devletleri arasındaki iş birliğini geliştirmek, eğitim ve dilde yakınlaşmak ise de diğer başka amacı Türklerin dünyadaki yerlerini güçlendirmek ve uluslararası konularda söz sahibi olunmasını sağlamaktır. Artık Türkler dünyada çoktan hak ettikleri yerlerini şu ve veya bu ülkeye yakınlıkları coğrafi konumları ile değil bizzat kendi güçleriyle almalıdırlar. Bu güç de ancak aralarında yakın iş birliği ve gerektiğinde ortak çıkar yaratılacak ülkelerle dayanışma hâlinde elde edilebilir.

Her toplantı ister Zirve, ister ilgili Bakanlar, ister Komiteler olsun Türk bütünleşmesine bir katkıda bulunmaktadır.

Bunlar arasında Özbekistan tarafından önerilen ve TDT’nin 6 Kasım 2024 Bişkek Zirvesinde kabul edilen Türk Dünyası Şartı özel önem taşımaktadır. Şartın amacı Türk kimliğine dayalı çok yönlü iş birliğini daha da geliştirmek için “Türk Devletleri Stratejik Ortaklık, Ebedi Dostluk Antlaşması” yapmaktır. Dayandığı ilkeler ise aşağıdadır:[9]

  • Kardeşlik
  • Dayanışma,
  • Ortak Türk Alanı,
  • Türk Mirasının Müşterekliği,
  • Çok Kültürlülük, inanca saygı,
  • Uluslararası toplumla iletişim.

Ayrıca ortak dil ve ortak alfabe de öneriler arasındadır.

Bu arada gene Türk devletlerinin katılımcılarından oluşan bir sekretaryaya sahip olan ve Türk dünyasında bütünleşme amacı taşıyan ilintili kuruluşları da zikretmek gerekir:

  • Türksoy, Sekretarya Ankara;
  • Türk Akademisi Sekretarya Nur Sultan;
  • Türk Kültür ve Miras Vakfı Sekretarya Bakü;
  • Türk Ticaret ve Sanayi Odası Sekretarya İstanbul;
  • Türk Yatırım Fonu Sekretarya İstanbul.

Özetlemek gerekirse toplam 135 iş birliği mekanizması hâlen işler durumdadır.

TDT kısa ömründe gerçekten epeyi mesafe kat etmiş, Türkler arasında dayanışma ruhunun uyanmasına yardımcı olmuştur. Azerbaycan’ı toprak bütünlüğüne kavuşturan Karabağ zaferi buna örnektir. Bugünkü genel siyasi durum Türk dayanışmasının önemini arttırmıştır.

Zamanla, ortak çıkarlara ulaşmak için ortak hareket etmenin yararı görüldükçe, Türk Devletleri daha önce değişik nedenlerle ele almak istemedikleri konularda bugün iş birliğine hazır hâle gelmişlerdir. Nitekim Savunma Sanayi İş birliği Platformu ilk toplantısını son IDEF fuarı yanı sıra gerçekleştirmiştir. Ayrıca 7 Ekim 2025’de, Gebele ’de toplanan Zirve’nin konusu “Bölgesel Barış ve Güvenlik” olarak saptanmıştır. Bu tema etrafında bundan on yıl önce bir toplantı yapılması düşünülemezdi. Ortak tehditler ve Türkiye ile Azerbaycan’ın Karabağ’ın kurtarılmasında yaptığı semereli iş birliği bu yolu açmıştır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, zirvede yaptığı konuşmada dünyadaki stratejik ve jeopolitik sınamalar muvacehesinde “Türk Devletlerinin tek bir güç merkezi olarak birleşmesinin  hayati olduğunu“ vurgulayarak TDT bünyesinde Azerbaycan’da  ortak askerî tatbikat yapılması fikrini ortaya atarak sadece geçen yıl içinde Türkiye ile ikili ve uluslararası 25 tatbikat geçekleştirdiğini zikretmiştir.

Türk Devletleri ihtiyaca göre iş birliği için yeni mekanizmalar yaratmaktadırlar. Nitekim Nahçıvan Antlaşmasında öngörülen Devlet Başkanları, Dışişleri Bakanları, Aksakallar Şurasının yanı sıra ilgili Bakanlar da düzenli bir biçimde toplanmaktadırlar. Teşkilat gittikçe gelişmekte artan işlevlerine uygun mekanizmalar geliştirmektedir. Örneğin TDT’nin ilk Başbakanlar/Cumhurbaşkanı Yardımcıları Toplantısı, 18 Eylül 2025’de Bişkek de gerçekleştirilmiştir.

Türk Devletleri Teşkilatı, Türk dili konuşan ülkeleri üye, Türkçe ile irtibatlı resmî dillere sahip diğer devletleri de gözlemci olarak bünyesine kabul eden, uluslararası iş birliğine açık bir örgüttür. Ayrıca herhangi bir ülke veya kuruluşla proje ortaklığı da yapmaya hazırdır. Yeter ki bu iş birliklerinde yarar görülsün. Örneğin Batı Türkistan’ı besleyen nehirlerin kaynağı Tacikistan’dadır. Dolayısı ile Tacikistan olmadan Orta Asya’nın su sorununu ele almak mümkün değildir. Öte yandan kendi kararı ile ortak geçmişe dayanarak gerçekleşen Macaristan’ın gözlemci üyeliği karşılıklı yararı göstermeye başlamıştır.[10] Macaristan Temsilcilik Ofisi TDT’nin Avrupa’daki varlığını simgelemektedir. Budapeşte’de kurulan “TDT Kuraklığın Önlenmesi Enstitüsü” bu iş birliğinin sonucudur. Macaristan gibi “Türkçe’ye akraba dil” kıstasına uyan Kore, Japonya, Moğolistan, Estonya ve Finlandiya ’da gözlemciliğe kabul edilebilirler. Özellikle Japonya, Kore ve Moğolistan’ın TDT’ye gözlemci olması Avrasya’nın ortasında Doğudan Batıya, Batıdan Doğuya uzanan Türk Kuşağını tamamlayacaktır. Böylelikle özellikle Kore ve Japonya, Macaristan başbakanının ifade ettiği gibi hinterlanda kavuşabilecekler, Moğolistan da izolasyondan kurtulabilecektir. Sonuç karşılıklı yarara dayanan verimli iş birliğidir.

Her şeyden önce Türkiye’nin diğer etmenler bir yana sadece coğrafi konumu sebebiyle, kendini dünyadan tecrit edemeyeceği gerçeğinin kabulü gerekir. Türkiye böyle bir karar alsa dahi buna diğer ülkeler izin veremezler. Bölgede ve dünyada olup bitenden kendini soyutlama imkânı yoktur. Bir Kuzey Kore, Moğolistan olamaz ki onlar da coğrafi konumlarına rağmen kendilerini dünyadan soyutlamayı becerememektedirler.

Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu,Balkanlar, Karadeniz, Akdeniz ,Kuzey Afrika  ve Ortadoğu’da bin yıllık Türk mevcudiyetinin temsilcisidir. Tüm dünya ile özellikle de Avrupa ile yakın temasta olmuş ticari ve siyasi bağlarını korumuş ancak Avrupa’da geniş topraklara sahip olmasına rağmen 1815’de ortaya çıkarılan -Avrupa Ahengi ’nin – bir parçası olarak kabul edilmemiştir. Güçlü olduğu ölçüde sayılmış, fakat hâlâ siyasi ve toprak bütünlüğü tartışma konusu olan bir ülke konumundan çıkamamıştır.

Batı Türkistan en son Timur zamanında etrafına egemen olmuş ne doğusundan ne de Kuzeyinden dört yönden gelen saldırılara karşı mukavemet edebilmiş, bu da 19. yüzyılda sömürge olarak fethedilmesi sonucunu doğurmuştur. 1991’de elde ettiği bağımsızlığının ebedî kalacağının bir güvencesi yoktur. Rusya’nın Ukrayna saldırısı, Çin’in ve Hindistan’ın artan güçleri geleceği belirsiz bir hâle getirmektedir.

Bunlardan çıkaracağımız sonuç, tarihin ve mevcut gelişmelerin Türklere kendileri olmaları sorumluluğunu yüklediğidir. Türkler geçmişleri ve gelecekleri ile başka düzenin gerçek parçası olamamaktadırlar. Bizim üyesi olmayı arzuladığımız ülkeler/ülke toplulukları bizi kabul etmemekte başka topluluklar da kendilerinden saymamaktadırlar. Bölgemizde yüzyıllarca süren egemenliğimiz, bizden sonra bölgeye gelen sömürgeci devletlerin aleyhimizdeki propagandaları, bölge halkının güvenini elde etmemizi güçleştirmektedir.

Türkiye çok karmaşık, daima herkesin bir çıkar keşfettiği hâlâ Birinci Dünya Savaşı’nın hesabının kapanamadığı bir bölgede yaşamaktadır. Bu durum bizi güvenliğimizin sağlanması, refahımızın arttırılması için çok bilinmeyenli denklemlerle karşı karşıya bırakmaktadır. Dış siyasetimizi basitleştirerek gözden geçirirsek belki bu denklemleri kısmen de olsa çözebilmenin ipuçlarına ulaşabiliriz.

Güney komşumuz Suriye’ye nizam verme iddiamız gerçekleşmediği gibi iç savaşın yükü bizim omuzlarımızdadır. Aksine Suriye krizi ABD ve İsrail’in bölgedeki nüfuzunu arttırmış, onları bölge sorunlarının çözümünde veya daha ağır hâle getirilmesinde tek söz sahibi yapmıştır. Başlangıcında bizim de iş birliğimizle gelişen ve iç durumuzla da ilişkilendirilen yeni bir Kürt oluşumu da onların bize hediyesidir.

Hâlâ iç ve dış politikamızda öncelik verdiğimiz görülen Güney’le olan ilişkilerimizin son on yıllık seyrinden gerekli dersi aldığımızı farz edersek, Türkiye’nin önceliklerinin değişmesi gerektiğini belki idrak ederiz. Türkiye Güneyi ile olan ilişkilerinde, azınlıklarını koruma, sınır güvenliğini sağlama ve ekonomik ticari ilişkilerini geliştirme dışında bir hedefe yönelmemelidir.

Herkesin aklında Türk Devletleri Teşkilatının bir gereksinimi karşılayıp karşılamadığı, geleceğinin ne olacağı sorusu dolaşmaktadır. Bizi yakından ilgilendiren politik resmi hem Türkiye hem de Türk Devletleri açısından diğer devletlerin tutum ve amaçları ışığında basite indirgeyerek değerlendirmeye çalıştık. Bu değerlendirmenin sonunda dış politika ana yönelimimizin Avrupa-Akdeniz-Türkistan ve ötesi ekseni olması gerektiğini görebiliriz. Bu demek değildir ki diğer çıkarlarımızı ve ilişkilerimizi ihmal edelim; aksine bu eksenin onların üzerinde de yapıcı etkisi olacağını görelim. Zira Türkiye’nin Doğu ile iyi ilişkiler içinde olması, Batı ile olan ilişkilerini, Batı ile olan iyi ilişkileri de Doğu ile ilişkilerini olumlu etkilemiştir.

Çağdaş medeniyeti temsil eden ve ilişkilerimizi ne coğrafi ne siyasi ne iktisadi bakımdan koparamayacağımız Avrupa bizi söz sahibi eşit haklara sahip bir ülke olarak kabul etmemekte kararlı gözükmekte aksine vize meselesinde görüldüğü gibi bizi kendisinden uzağa ittirmektedir. Bu onlar açısından vahim bir stratejik hatadır ama gerçek budur. O zaman AB ile birbirimizden ayrı ama eşit muhatap olmanın yollarını aramalıyız. Bunun yanı sıra AB içinde bize nispeten müzahir, İspanya, İtalya gibi ülkelerle ikili iş birliğini geliştirerek nüfuz sahibi olmaya çalışmalıyız. Ortak çıkarlarda müşterek, çıkarlarımızın ayrıştığı durumlarda da müstakil hareket edebilmeliyiz. Aynı durum Amerika Birleşik Devletleri için de geçerlidir.

Bugün dünyanın tek süper gücü olan Amerika bizim uzun yıllardır müttefikimizdir. Ancak bugün onların ittifak anlayışı ile bizim egemenlik anlayışımız çatışma hâlindedir. Rusya ile olan ilişkilerimiz olağan yolunda mı seyretmektedir? Bize silah vermeyi reddeden, bizi âdeta ittiren AB ile ilişkilerimiz nereye varacaktır?

Doğu’da ise gayretimizi Türk Devletleri Teşkilatının güçlendirilmesine teksif etmeliyiz. Akdeniz’le Hazar arasında Türkistan’daki uzantıları ile birlikte en kalabalık, en zengin en güçlü millet olan Türklerin bu avantajlarını ancak bir araya geldikleri zaman kullanabileceklerini iyice idrak etmeliyiz. Bu örgütümüz çerçevesinde yürüttüğümüz iş birliğini gözlemci ülkelerle güçlendirmeliyiz. Yeniden dünya sahnesinde ağırlıklarını hissettirmeye başlayan Çin ve Hindistan, Türkistan’a kendi arka bahçeleri gibi bakmaktadırlar. Çin’in Kuşak-Yol girişimi karşılıklı yarara dayalı olarak görünse de bu Çin’in Avrasya üzerinde hegemonya kurmasının bir aracıdır. Hindistan’ın Afganistan’a yönelik hareketleri, Pakistan-Afganistan savaşını körüklemesi Pakistan’a karşı olduğu kadar Orta Asya’da hegemonya tesisine yöneliktir.

Bu soruların cevapsız ortada kalmasının en büyük nedeni bizim zaaflarımızdır. Ekonomik kırılganlığımız, Cumhuriyet’in kurulmasından 100 yıl geçmesine rağmen diğer eksiklikler bir yana  Türkiye’yi bölge vatandaşlarımız için hâlâ cazibe merkezi hâline getiremeyişimiz Cumhuriyet’in ilk on yılı ile karşılaştırıldığında affedilir bir şey midir?

Türkiye bu zaaflarını gidermek mecburiyetindedir. Geçmiş hatalarımızda ısrar etmemeliyiz ve kendi gücümüzü arttırarak ona dayanmalıyız. Bu gücün en önemli unsurlarından biri de Türk Devletleri Teşkilatıdır. Zira diğer Türk Devletleri ile çıkar çatışmamız yoktur ama iş birliğinde yararımız vardır. Türk Devletlerini yanına alan bir Türkiye’nin bölgede ve dünyadaki ağırlığı artacaktır. Özellikle Batı ile olan ilişkilerinde etkili olabilecektir.

Türkiye bugün hem işsizlik hem bazı dallarda iş gücü eksikliği ile karşı karşıya kalan bir ülkedir: hatta denetimsiz göçe gösterilen vurdumduymazlığı buna bağlayanlar da vardır. Öte yandan Türkiye’nin gittikçe azalan doğum oranları çok yakında hatta şimdiden ilave nüfus ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Bu eksikliklerin çaresi genç nüfus fazlası olan Türk Cumhuriyetlerinden nüfus kabulüdür. Nitekim Türkiye’de hâlen çalışanların diğerleri gibi -örneğin Suriyeliler, Afganlar- sorun çıkarmak bir yana, hızla uyum sağladıkları görülmektedir.

Makaleyi bitirirken gene Türk tarihinde bir ilk olan bir olayı, tutumu zikredeceğim. Geçen mayıs ayında Budapeşte’de yapılan Zirve’de, dış siyasette ortak tutum takınmanın bir göstergesi olarak Devlet Başkanları tarafından yayınlanan Afganistan bildirisinde, diğer hususların yanı sıra şu ifadelere yer verilmiştir: “Afganistan’ın Türk gruplarını da içinde barındıran çok etnikli yapısını takdir ederek bu grupların üye ve gözlemci devletler ile Afganistan arasında daha güçlü ve yakın ilişkiler için eşsiz bir köprü  olacağı …” ”Afganistan’ın çeşitliğini yansıtarak temsil eden bir yönetimin kurulmasını teşvik ederek”. Bu ibareler Türklerin, gene tarihlerinde ilk defa diğer ülkelerdeki azınlıklarına toplu hâlde sahip çıkmalarını gösterir. Bunun ilerideki yansımalarını ferasetinize bırakıyorum.

Sovyetler Birliği 1991 yılında dağılmış, Türk Cumhuriyetleri  aynı yıl bağımsızlıklarını kazanmışlar, ilk Türk Zirvesi 1992 yılında toplanmış,ancak 17 yıl sonra -o da iki devlet eksiği ile- bir örgüt kurabilmşlerdir.Buna varan yol çok zorlu geçmiştir. Ortak  geçmişe inancın, ortak çıkarlara hizmete dönüşmesi; çok gayrete ve egemen eşitlik ilkesine tavizsiz saygı ile mümkün olmuştur. Her zirve bildirisinin metni üzerinde, hatta ortak Türk tarihi kahramanları  üzerinde-örneğin Timur -mutabakat bile  uzun yorucu görüşmeler gerektirmiştir. Bugün ise ortak tarih kitabı yazmış duruma geldik. Aramızda mesafe ile siyasi durum nedenli birbirimizle temasımız sınırlı idi bugün Hazar Geçişi ve Zengezur  Koridoru vasıtası ile mesafe azaldığı gibi hava yolu ile sadece başkentlerimiz değil belli başlı şehirlerimiz birbirine bağlanmıştır. Aramızda doğrudan karşılıklı ticaret hiç yokken bugün bir Türk pazarı oluşmuştur. Ayrı siyasi ve savunma kuruluşlarına bağlı olan ülkelerimiz bugün savunma sanayiinde iş birliği yapabilmektedirler.

Ortak bir alfabeye kavuşmak için hemen 1992 yılında bir sempozyum düzenlememiz (Ahmet Bican Ercilasun’un gayretleri ile) ve daha o zaman bilim adamlarımız arasında bir ortak alfabe üzerinde anlaşılmış olmasına rağmen ortak alfabe ancak 2023 yılında TDT bünyesinde yürürlüğe girebilmiştir.

Bütün bunlar 15 sene önce kurulan bir örgüt aracılığı ile gerçekleşmekte, Türk bütünleşmesi adım adım mesafe kaydetmektedir. Bütün bu başarıların gerçekleştirilmesinin ortamını sağlayan Türk Devletleri Teşkilatını daima canlı tutmaya, hak ettiği değeri vermeye devam etmeliyiz. Türk bütünleşmesi uzun bir süreç olacaktır. Aralarında ortak bir hayal- inançtan başka, hemen hemen her konuda ayrışan ülkelerden oluşan bir örgütün Türk bütünleşmesi yolunda 15 yıl gibi kısa zamanda elde ettiği başarılar, geleceğimizin parlak olduğunu göstermektedir. Yeter ki bu yolda sebat edelim. Unutmayalım ki Türkiye, Türk Dünyasının direğidir. Elçibey’in dediği gibi “Türkiye bağımsız kaldıkça Türklük yok olmaz.” Ancak Türkiye kimliğini korumalı, Türk olmaktan uzaklaşmamalıdır.

[1] Türk Devletlerinden kasıt bağımsız ve egemen ve uluslararası tanınan Türk devletleridir: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye, Türkmenistan. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine de  uluslararası tanınması için çalışılmalıdır. TDT Gözlemci Türkmenistan Macaristan ile birlikte 2022-23 rakamlarına göre,1,4823000 km2 araziye sahiptir. Toplam milli gelirleri de 1,600 milyar ABD dolarıdır.

[2] Konumuz açısından ayrıntıya girmeden Sovyetler Birliğindeki Türk topluluklarını doğrudan ilgilendiren iki hususa değinmek gerekiyor. Sovyetler Birliği görünüşte Federasyon ama gerçekte tekcil bir devletti. Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarafından tek merkezden idare edilmekteydi. Sovyetler Birliği Komünist Partisi, Sovyet Cumhuriyetlerindeki parti yapılanmalarını doğrudan denetlemekte idi. Yasama, Yürütme, Yargı her üç erk de Komünist Partisinin tekelindeydi.

[3] Örneğin geleneksel buğday ihracatçısı olan Rusya ithal buğdaya muhtaç hâle gelmişti.

[4] Örneğin, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Cumhuriyet Birinci Sekreterleri Politbüro Üyesi yapıldılar. Hatta Azerbaycan Komünist Partisi Birinci Sekreteri KGB generali Haydar Aliyev -ki sonradan Azerbaycan umum lideri  Ulu Önder olarak tanınacaktır-Sovyetler Birliği Hükümeti Başbakan Yardımcılığına da getirildi.

[5] Rusya Federasyonu’nun Belarus’la ilişkilerini çok yakın tutmasını ve Ukrayna’ya saldırısını bu çerçevede görmek pek yanlış sayılmaz.

[6]. Akıncı, Halil “Türk Dünyasının Jeopolitiği ve Türk Dış Politikasındaki Yer’i ”  Kriter Kasım 2021 sayı 62

[7] https://www.turkicstates.org/tr/zirveler

[8] https://www.turkicstates.org/tr/zirveler

[9] Bu antlaşma üzerinde görüşmeler devam etmektedir. Türk bütünleşmesinde önemli bir aşamayı teşkil edecek bu Antlaşmanın yakın zamanda imzalanması öngörülmektedir.

[10]Gözlemci statüsünü değerlendiren Macaristan Başbakanı Viktor Orban  TDT’nin  2025 Mayıs Budapeşte Gayri Resmi Zirvesinde devlet başkanlarına hitaben   aşağıdaki ifadelerde bulunmuştur:

“Dostluk önemlidir. Bu nedenle aranızdayız. Ancak son yedi yılda bu ilişki Macaristan için temelden daha yararlı oldu. Stratejik önem taşıdı. Bu Örgüt ve sizler Macaristan’a bir hinterland sağlıyorsunuz. Eğer Macaristan sadece Avrupa ekonomisinin dinamiğine bağlı kalsaydı ciddi güçlük içinde olurdu. Orban Ekim Gebele Zirvesinde AB’nin TDT’yi stratejik ortak olarak kabul etmesi gerektiğini de ifade etmiştir.

Not: Bu makale ilk olarak Milli Düşünce Merkezi‘nin sayfasında yayınlanmıştır.

Orijinal fotoğraf: T24

(E) Büyükelçi Halil Akıncı ile ilgili diğer yazılar ve video:

Türk cumhuriyetleri ve gerçekler
AB’ye karşılık verebilecek irademiz var mı?
Dene, yanıl, bir daha dene
Çok farklı bir diplomat

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

EtiketlendiDiplomasiRusyaTürkçe
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
Önceki Makale Ukrayna’da ne oluyor?
Sonraki Makale Primakov ve doktrini

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

Yeni Şafak’ta işten çıkarma

Medya Günlüğü
30 Ekim 2025
Köşe YazılarıManşet

Primakov ve doktrini

M. Hakkı Yazıcı
30 Ekim 2025
GünlükManşet

Ukrayna’da ne oluyor?

Medya Günlüğü
30 Ekim 2025

Mehmet Şüküroğlu çiziyor

Mehmet Şüküroğlu
30 Ekim 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?