Bu konuda farklı araştırmalar ve sonuçlar olsa da en son yapılan bir araştırma-bazı itirazlara rağmen-köpeklerin yaklaşık 23 bin sene önce Sibirya’da evcilleştirildiğini gösteriyor.
Yani köpeklerle olan beraber yaşama ilişkimiz son derece eski. Köpeklerin ve kurtların Miacis adlı ortak bir ataları olduğu tahmin ediliyor.
Buzul çağının sonlarında önce insanların kamp alanlarına, daha sonra ise Neolitik dönemde sabit yerleşim yerleri kurulduktan sonra bu alanlara yaklaşan kurtlar insanların artıklarını da beslenmelerine katmıştı. Kurtların avlarının insanlar tarafından paylaşılması gibi gelişmeler sonucu yakınlaşması neticesinde de simbiyoz (ortak yaşam) diyebileceğimiz karşılıklı fayda üzerine bir ilişki doğmuş oldu. Beslenme kaynağı olarak gördüğü bu alanları da dış tehditlere karşı koruyucu bir refleks göstermeleri insanların faydasına başka bir boyut getirdi.
Yaşam alanı değişen kurtların ya da köpeklerin atası diyebileceğimiz bu türün görünüş ve davranışlarında da bazı değişiklikler oluyor. Bunun devamında ise insanlar kendi ihtiyaçları doğrultusunda bu ihtiyaçlara hizmet edebilecek değişik cins köpekler üretmeye başlıyor. Bugün evcil hayvan olarak gördüğümüz köpek türlerinin nerdeyse tamamı bu tarz cinslerdir.
Bir de sokak köpeği dediğimiz türler var. Sokaklarda serbest olarak farklı türlerle çiftleştikleri için standart olmayan fiziksel özellik gösteriyorlar. Cins hayvan satın alma modası ve bakamayıp sokağa bırakma sorumsuzluğu neticesinde sokak köpeği dediğimiz canlılar arasında sıkça cins hayvanlar da görülüyor. Sadece fiziksel değil, yaşam alanlarına bağlı olarak davranışlarında da farklılıklar ortaya çıkıyor. Sürü olarak bulunduklarında zaman zaman medyaya da yansıyan saldırma olayları görülebiliyor.
Son zamanlarda işte bu sokak köpekleri gündemin ilk sıralarına yükseldi. Hatta adını zikretmek istemediğim bir web sitesi aracılığı ile katliam derecesinde bireysel yok etme harekâtı başladı. Birçok farklı şehirde bu sitede hedef gösterilen alanlarda toplu zehirleme olayları gözlemlendi.
Evet, Türkiye’de bir başıboş köpek sorunu vardır fakat köpekler bu sorunun sebebi olmadığı gibi üstelik bana göre birinci derece mağdurlarıdır.
“Delilik aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir’’ diye bir söz vardır. Yukarıda bahsettiğim sorunun çözümünün “toplu itlaf” olduğu azımsanmayacak sayıda insan tarafından dile getirilmekte hatta bu son bireysel itlaf hareketinin dışında bu sene içinde belediyelerin de toplu olarak bu işe giriştiğini yine haber sitelerinde gözlemlemiştik.
Peki itlaf bu işi çözüyor mu?
Tarih dergisinin bu konuda yaptığı bir yazı dizisinde özellikle İstanbul’da bu itlaf çalışmalarının birçok kez gerçekleştiğini anlıyoruz. İlk olarak II. Mahmud döneminde köpeklerin toplanıp Sivri Ada’ya gönderilmesi denenmiş fakat halkın tepkisi yüzünden gerçekleşmemiş. Daha sonra 1870’li yıllarda Sultan Abdülaziz döneminde başlatılan benzer uygulama, o günlerde çıkan büyük yangının halk tarafından köpeklere yapılan eziyetin neticesi olduğu düşünüldüğü için son verilmiş. 1910 yılında ise İttihat ve Terakki Cemiyetinin İstanbul’u “köpeksizleştirme” ve “medeni” bir görünüme sokma projesi neticesinde 3 Haziran 1910’da yaklaşık 30 bin köpek Sivri Ada’ya gönderilir. Günde iki kere adaya su ve ekmek götürmesi gereken kayıkçılara Balkan Savaşı’nın etkisinden paraları ödenmeyince adadaki hayvanlar açlıktan birbirlerini yerler, rivayete göre adadan gelen köpek bağırışları aylarca İstanbullular tarafından duyulur.
Yine Tarih dergisinin yazısına göre uygulamayı yerinde görmek isteyen Servet-i Fünun muhabiri “Karabatak” imzasıyla yayımlanan fotoğraflı haberinde, dayanılmaz bir koku ve sinek istilası altında adaya yaptığı hızlı ziyareti anlatmış. Muhabirin yazdığına göre; adada köpeklere belediye görevlilerinin çuvallar içinde getirdiği ekmekler verilmekte, bir kuyudan çekilen su ile köpeklerin susuzluğu giderilmeye çalışılıyormuş. Muhabirin dikkatini çeken bir diğer husus, adanın kayalık tepesinde sıralanmış ve hepsinin kafaları İstanbul yönüne çevrilmiş, kıpırdamadan sürekli o tarafa bakan köpeklerin görüntüsüydü!
Biraz ilerleyip 1927 yılına geldiğimizde, Hayvanları Koruma Cemiyetinin (yanlış yazmadım) kurduğu hastanede hayvanlarla dolu bir odaya ya da kabine hava gazı verilmesi sureti ile bunların itlafı uzun yıllar cemiyetin ana faaliyetlerinden biri oldu. Bu durumu Cemiyetin yıllık raporlarından da izleyebiliyoruz. Örneğin 1929 yılı raporunda, “Bir sene zarfında hastanemizde 3309 köpek, 807 kedi, 47 beygir insani bir tarzda öldürülmüştür” yazıyor. 1930 yılı rakamları ise 1309 köpek, 982 kedi ve 27 at.
1980 darbesinin vahşetinden hayvanlar da kurtulamamıştı; medyada çıkan kuduz paniği üzerine dönemin Belediye Başkanı Abdullah Tırtıl kurduğu ekiplerle gece gündüz çalışarak toplu itlafları gerçekleştirdi. Lafı fazla uzatmak istemiyorum, Cemil Topuzlu’dan Bedrettin Dalan’a, Burhan Özfatura’ya kadar birçok şehirde birçok belediye başkanı tarafından bu itlaflar açık ya da kapalı şekilde uygulandı.
Sonunda geldik 2024 yılına ve biz hâlâ başıboş köpek sorunundan bahsediyoruz. Yukarıda yazdığım sözü tekrarlamak istiyorum:
“Delilik aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.”
• Hâlâ duruyor mu bilemiyorum ama görsel 2012 yılında Hayvan Partisi tarafından Sivri Ada’ya dikilen anıt.
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.