Eski sömürgecilik, dünya haritasını kafasına göre cetvelle çizmişti.
Bu cetvelci anlayış, yeni sömürgecilik çağında, önce ABD’de ve Haiti’de ve özellikle de 19. yüzyılda Latin Amerika’da büyük yara almıştı. 20. yüzyılda ise, bağımsızlık, özgürlük ve kurtuluş hareketleri cetvelci anlayışı iyice zayıflattı. Fakat yine de bugün özellikle Latin Amerika, Afrika ve Güneybatı Asya (Orta Doğu) haritalarında, cetvelci anlayışın ve onun ardında yatan sömürgeciler arası paylaşım ilişkilerinin etkilerini görüyoruz. Her ne kadar bugün eski sömürgecilik ortadan kalksa da, yeni sömürgecilik çağında, özellikle bu andığımız coğrafyalardaki sınırlar nadir olarak ikna edici ve tatmin edici bir nitelikte.
Dünyadaki devletlerin (uluslararası kamuoyunun bir oy birliğine varmadığı Kosova gibi ülkeler dışında) neredeyse tümü, Birleşmiş Milletler (BM) üyesi. 192 üyeli BM’nin üye kabul ettiği son ülkeler, en son bağımsız olmuş 3 ülke: Güney Sudan, Karadağ ve Doğu Timor. Kosova, Filistin ve Vatikan üye değil.
700 bine bağımsızlık
Bu bol devletli dünyada bir de devletsiz halklar var elbette. Onlar BM’de temsil edilmiyorlar. Türkiye’den bakınca akla ilk önce Kürtler geliyor. Bu kadar büyük nüfusa sahip olup devlete sahip olmayan tek halk diyebiliriz. Düşünün ki, Karadağ bile, 700 binlik nüfusuyla yakın zamanda bağımsız oldu ve BM’de temsil ediliyor.
Bağımsızlığın her zaman demokrasi ve mutluluk getirmediğini biliyoruz. Bağımsızlık, özellikle Arap coğrafyasında ve Afrika’da gördüğümüz gibi, demokrasinin garantisi değil. Ancak, yine de, uluslararası güçlerin 700 bin nüfuslu bir ülkeye bile bir devlet bahşetmesine şaşırıyoruz. Bu, kuşkusuz, sömürgecilerin Yugoslavya’yı parçalama politikasının bir ürünü olan bir devletçik. Gerekçeyi de, tarihsel arka planını da biliyoruz. Yine de şaşırmamak zor.
Soykırım ve son Tazmanyalı
Kürtler dışında yine konuya Türkiye’den bakınca aklımıza gelecek bir halk, Romanlar (Çingeneler) olacaktır. Romanlar, Nazi toplama kamplarında, komünistler, ateistler, eşcinseller ve Yahudilerle birlikte soykırıma uğratıldı. Bu, İsrail’in kurulması için gerekçe yapıldı. Aynısı Çingeneler için geçerli değil. Bu da, bir adaletsizlik örneği. Bir de şu var: Aslında, işin içinde komünistler, ateistler ve eşcinselleri imha politikası da var ise, bunun adının hukuken ‘soykırım’ olması doğru olmayacak. Bu, Yahudiler ve Çingeneler için soykırım, ancak, komünistler, ateistler ve eşcinseller için siyasetkırım (politicide) olacak.
Dahası, uluslararası Siyonist kamuoyunun Yahudi soykırımını biricikmiş gibi sunma çabası da doğru değil. Yahudilerin Nazi iktidarında soyu kırılırken, birçok Yahudi, yurt dışında yaşayabildi ve böylece sağ kalanlarla soy yürüdü. Oysa, Tazmanya yerlileri, çok daha şanssızdı. Avrupalı ve Avustralyalı sömürgeciler tarafından soyları kırıldı; bu halkın bugüne bir tek üyesi bile kalmadı. Üstelik, bu kayıtları övgüyle tutulmuş soykırım sonucunda, Tazmanya tümüyle sömürgecilere kalmış oluyordu. ‘Truganini’ adındaki son Tazmanyalı öldüğünde, vasiyetine uyulmadı; geleneklerine göre gömülüp huzur bulmasına bile izin verilmedi. Cenazesi 100 yıl bir müzede sergilendi. Avrupalıların sömürgelerindeki ‘uygarlık götürme’ tarihi, tümüyle bunun gibi soykırımlar ve katliamlarla dolu.
Bugün yine de tarihin kanlı sayfalarından sağ çıkabilmiş devletsiz halklar var. Yine Türkiye’den bakınca akla gelecek bir başka halk, Uygurlar olacak. Uygurların, Tibetlilerin ve bağımsızlık öncesi Estonyalıların girişimiyle kurulmuş uluslararası bir örgüt vardı: Temsil Edilmeyen Uluslar ve Halklar Örgütü (UNPO). Örgütün, kurucularından anlaşılacağı gibi, “Soğuk Savaş”ta kullanılacak bir araç olmaya uygun bir konumu vardı. Çoğunluğunu ‘kılıç artığı’ yerli halkların oluşturmasını bekleyeceğimiz örgütte böyle bir ağırlık bulunmuyor.
Dahası, farklı statülerdeki halkların farklı örgütlerce temsil edildiğini görüyoruz: Örneğin, Abhazya bakanlık düzeyinde; Aceh Ulusal Kurtuluş Cephesi tarafından; Asuriler Asur Evrensel Birliği tarafından; Beluclar Ulusal Parti tarafından; Çerkesya Uluslararası Çerkes Birliği tarafından; Kırım Tatarları meclisleri tarafından; Uygurlar Dünya Uygur Kongresi tarafından; Hmonglar federasyon devleti tarafından; Romanya’daki Macar azınlık Demokratik Birlik tarafından; Irak ve İran Kürtleri partileri aracılığıyla; Irak Türkmenleri bir şahıs tarafından; Kosova Demokratik Birlik tarafından; Şili’nin direnişçiliğiyle düşmanlarının bile övgüsünü kazanmış olan yerli halkı Mapuçeler bir kurul tarafından; Güney Azerbaycan Ulusal Diriliş Hareketi tarafından; Tayvan bir vakıf aracılığıyla ve Tibet bir yönetim organı aracılığıyla temsil ediliyor. Buradaki kapsam ve temsiliyet karmaşası, aslında “Soğuk Savaş” döneminde kurulan birçok örgütün daha sonra işlevini yitirip şekil değiştirmesine örnek olarak verilebilir. Ayrıca, tariflemelerin bir bölümünün coğrafya tabanlı (örneğin Güney Azerbaycan) bir bölümünün ise halk tabanlı (örneğin Romanya’daki Macar azınlık) olduğunu görüyoruz. Bu da bir başka tutarsızlık. Şimdi bu üyelerin birkaçıyla ilgili olarak biraz daha ayrıntı verelim.
Aceh, Endonezya’da özerk statüde olan bir eyalet. Uzun yıllar bağımsızlık talebiyle mücadele eden Aceh son yıllarda barış görüşmeleri sonucu silah bıraktı ve karşılığında özerklik vb. haklar elde etti. Aceh, Endonezya’nın en tutucu eyaleti olarak biliniyor. Bir cumhuriyet olan Endonezya’daki laik yapıya karşın Aceh’te şeriat hukuku geçerli. Dolayısıyla, özerklik, bu örnekte laikliğin lağvedilip yerine şeriatın getirilmesi biçiminde ortaya çıktı.
Süryanilerden İran Azerilerine
Devletsiz halka en iyi örneklerden biri herhalde Asuriler (Süryani) olurdu. İsrail gibi tarihsel talepleri olabilecek bu halk, uluslararası desteğe sahip değil. Yoksa Güneybatı Asya’da bir İsrail daha ortaya çıkacaktı. Asuriler bugün dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda. Çerkesya örneği düşündürüyor. Türkiye’nin kurucu milletlerinden biri olan Çerkes halkının devleti Türkiye Cumhuriyeti olsa gerektir. Ancak elbette sürgün ve ana yurt unutulmuyor.
Irak ve İran Kürtlerinin temsiliyetini görüyoruz; ancak Türkiye ve Suriye Kürtleri üyeler arasında değil. Bu da dikkat çekici. Irak Türkmenlerinin bir kuruluş yerine şahıs üstünden temsil edilmesini de not edebiliriz. Güney Azerbaycan, İran Azerilerine karşılık geliyor. Ayrı bir yazıyı hak eden bu konu, aslında Türkiye’yle yakından ilgili; çünkü bu halkın bir bölümü “açılın kapılar Şah’a gidelim” biçimindeki çağrıya uyan Anadolu Alevilerinin torunları…
Tayvan ise, Çin’in dünyaya görece kapalı olduğu dönemdeki gibi “asıl Çin biziz” diyemiyor artık. Yakında Çin, Tayvan’ı Hong Kong örneğinde olduğu gibi yutacak. Bu durum, birçok Tayvanlıyı kaygılandırıyor.
Aslında, temsil edilmeyen halklar sayıca çok çok fazla. Umarız onların temsil hakları ileride artar; böylece, temsiliyet, halkların refah düzeyine ve mutluluğuna katkıda bulunur…
ulasbasar@gmail.com
Not: Bu yazı, ‘Ötekiler Açısından Tarih’ adlı kitabımdan alınmıştır.