Dünya tarihi boyunca sahne ve oyun hep aynı aslında…
Değişenler; oyuncular ile seyirciler… Zaman ise yanıltıcı! O yüzdendir ki her uygarlıkta yeni bir piyes sahneye konuldu sanılıyor.
Oysa dünya aynı sahne… İnsanlar bir varmış bir yokmuşçasına yolcular…
“Tarihin sıfır noktası” diye adlandırılan, insanlık tarihi adına şimdiye kadar bilinen tüm bilgileri sil baştan yenileyerek, tekrar gözden geçirilmesine neden olan dünyanın ilk tapınağı 12.000 yıl önce insan eliyle yapılmış Göbeklitepe! Uzun zamandır yazmak istediğim lakin satırlara dökemediğim Göbeklitepe. Fırat ve Dicle can suyu nehirlerinin arasında Yukarı Mezopotamya diye bilinen topraklarda binlerce yıl önce insanların inançları uğruna inşa ettiği bu anıtsal yapıları Güneydoğu gezim sırasında görmüş ve çok derinden etkilenmiştim. Üstelik bu yeri uzunca bir süre tapınak olarak kullandıktan sonra üzerini taşlar ve topraklarla bir daha açılmamak üzere kapatıp gitmeleri daha da ilgimi çekmişti. Neden?
Tarlasını süren bir çiftçi 1990’lı yıllarda bir tarihi eser, sanırım testi bulup Şanlıurfa Müzesi’ne götürmüş ve müze görevlisi kim bilir belki de daha sonra ilgilenirim diye düşünerek bir kenara bırakmış… Daha sonra adamcağız toprağını ekip biçerken birçok tarihi heykel ve taşlarla karşılaşınca bu sefer ciddiye alınmış ve Alman arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt başkanlığında kazı çalışmalarına 1995 yılında başlanmış. Gezi sırasında rehberimiz böyle anlatmıştı fakat aslında 1963 yılında bölgenin Neolitik Çağ’la ilgisi olduğu yüzey araştırmaları ile ortaya çıkmış ve ancak kazı çalışmalarına 32 yıl sonra başlanmış.
Tarihin doruk noktasını gezerken dikkatimi çeken başka bir şey daha olmuştu. Tepede tek başına bir ağaç vardı. Turistler dolaşırken ağaca bir şeyler bağlayarak belli ki dilek tutmuşlar ve bu sayede dilek ağacı oluşmuş. Ben bir şey bağlayıp, dilek tutmamıştım lakin tarihin üzerinde kök salmış o ağaca sımsıkı sarılmıştım. Yanağımı, kulağımı sıkıca gövdesine yaslayıp minik bir süre de olsa tarihle bütünleşme duygusunu yüreğimde hissetmek istemiştim.
Göbeklitepe bulunmadan önce dünyanın bilinen en eski tapınağı Malta takımadalarından biri olan Gozo Adası Gantija’daki Tapınaklar’dı. Yaklaşık 5500 yıl önce inşa edildikleri düşünülüyor. Tıpkı Göbeklitepe’deki gibi kireçtaşından yapılmış. Boyları 5 metre ve 50 ton ağırlığında oldukları için yerli halk buraya Malta dilinde “Dev Kadın” anlamına gelen Gantija adını vermiş. Malta deyince Malta Şövalyeleri de aklıma geldi neyse konudan uzaklaşmayalım…
Göbeklitepe’ye Neolitik Çağ’da insan eliyle ağırlıkları 60 tonu bulan kireçtaşından T şeklinde yapılmış yaklaşık 6 metrelik dikey taşların nasıl taşınarak toprağa oturtulduğu bilinmezliğini hâlâ korurken şimdiye kadar 6 anıtsal yapı ortaya çıkarıldı. Toprak altında ise birbirinin benzeri 14 tapınak daha jeomanyetik ölçüm ile belirlenmiş ve gün yüzüne çıkmak için sessizce bekliyor. Bu arada Malta’da toplam 20 tapınak gün yüzüyle buluşturulmuş. Göbeklitepe’den sonra Karahantepe başta olmak üzere bölgede yapılan yüzey araştırmaları sonucu 16 sit alanın varlığı daha tespit edilmiş. Böylece Neolitik Çağ arkeolojik sit alanı topluluğu araştırma projesine “Taş Tepeler” adı verilmiş.
Olağanüstü taş işçiliği bir yana bir de bu taşların üzerine 12 bin yıl önce büyük bir ustalıkla resimler, semboller kazınmış, 3 boyutlu ayrıntılı hayvan figürleri kabartmaları yapılmış. Ayrıca tasvir edilen hayvanlar eril. Arkeolog Schmidte, 20 yıl boyunca vefatına kadar elde ettiği buluntulardan yola çıkarak bazı dikilitaşların üzerinde insan figürlerini temsil eden el ve parmakların çizili olduğuna kesin kanaat getirmiş.
Benim merak ettiğim konu ise insanlar neden inanma ihtiyacı duyuyor? Üstelik binlerce yıl öncesi bile… Düşünen varlık denilen insanın düşüncesinde en büyük tasarımı niçin tanrı olmuş? Avcı toplayıcı olarak yaşam süren insanlar devasa tapınakları yaparken nasıl organize olmuşlar? Üstelik henüz tarım başlamamış yerleşik düzene geçmemişken…
Yazıyı hazırlarken İsrail İran’a saldırdı ve çağın üst düzey teknolojisi ile tonlarca para harcanmış füzelerle birbirlerinin başkentlerini vurmaya başladılar. Çocukken oynağımız “Amiral battı” oyununu anımsatıyor bana. Tahmini işaretlediğimiz kara kalem bombalarla, gizlenmiş gemileri vuruyorduk bir defterin tam ortasından kopardığımız iki sayfa yaprağında… Amiral gemisini batıran ise oyunu kazanıyordu. Sanki dünyayı yönetenler kavgacı, hırslı, psikolojik sorunlu çocuklar gibi.
Ekranda gecenin karalığında gökyüzünü aydınlatan füze görüntüleri ve patlamaları görünce ilkel insanlığa yeniden evrildiğimizi düşündüm. Doğa ve rakipleri karşısında çaresiz, bilinmezlik içerisinde, korku ve endişe ile yaşam mücadelesiyle başa çıkmak bir yandan da kendini koruma güdüsüyle ölüm korkusunu baskılayabilmek için kahramanlar, tanrılar yaratmışlar. Çağımızın insanı da dehşet içinde sosyal medyada izliyor güç savaşlarını… Nasıl ki yeme içme olmadan fiziksel ölüm gerçekleşiyorsa bedenimizde, işte ruhsal olarak zihnin parçalanması, hastalanması da yalnızlık korkusuna yenik düşüyor. İnanç, inanma isteği burada ortaya çıkıyor. Neyse ki korkularla kafayı yemeden ait olma duygusu ile zihinler kurtarılabilmiş. Ne çok gizemler var dünya üzerinde… Gizem dedim de mesela son yıllarda popüler olan Mithra inancı… Hristiyanlık öncesi Antik Arilerin asırlarca simgesi güneş olarak dini ayinler düzenledikleri ezoterik inanç. Roma İmparatoru Hristiyanlığı kabul ettiği için yasaklanan, saklı kalan din.
Hani dünyayı 5 büyük ailenin yönettiği söylenir ya, daima arka planda kalmış güçlerden ikisi Rothschild ve Rockefeller ailelerinin üyeleri ile Birleşmiş Milletler yetkililerinin Diyarbakır’da Zerzevan Kalesi altında bulunan, özellikle 25 Aralık doğumlu!? olduğuna inanılan Işık Tanrısı Mithra’ya ait tapınağı geçtiğimiz yıllarda ziyaret etmişler. Yıldızlara açılan kapı diye de anılan bu yer aslında mason oluşumların atası olarak kabul edilmiş.
Kim bilir belki hamilelikte anne ve bebek arasında yaşam hattını oluşturan göbek bağı gibi Göbeklitepe de; acımasız savaşlar, kurulmak, çizilmek istenen yeni dünya düzeni haritaları ve hatta topluluklar üzerinde gücü elde tutmanın en basit yolu çağlara, bölgelere uygun parlatılan dinlerin yanıltıcılığında, insan doğasının derinliklerinde kendini yüceltme isteğini besleyen zamanın zamansızlığına açılan ölümsüzlük dürtüsüne umut olmuştur.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: