İsrail’in modern tarihi incelendiğinde, genişlemenin bir refleks değil, bir sistem olarak işlediği görülür.
Devletin kuruluşundan bu yana “güvenlik hattı” adıyla başlatılan her düzenleme, zamanla fiilî kontrol alanına dönüşmüş; her “geçici önlem” kalıcı bir idari yapıya evrilmiştir. Bu, anlık askeri kararların değil, uzun vadeli bir stratejik aklın ürünüdür. Bugün Gazze’de yaşananlar da aynı zincirin devamıdır. İsrail, savaşın ardından yalnızca toprağı değil, yönetim biçimini de yeniden şekillendirmektedir. Artık işgal fiziksel bir olgu değil; dijital, idari ve diplomatik mekanizmalarla sürdürülen bir hâkimiyet biçimidir. “Sürünerek ilhak” bu nedenle bir taktik değil, kurumsallaşmış bir yönetim pratiğidir.
10 Ekim’de imzalanan ateşkes, sekiz ay süren bombardımanın ardından Gazze’de bir sessizlik yarattı. Ancak bu sessizlik, barışın değil, kontrolün yeniden biçimlendiği bir dönemi temsil ediyor. Reuters, The Guardian ve AP News verilerine göre İsrail, ateşkesin ardından Gazze’nin yaklaşık yüzde 50 ila 55’inde fiilî kontrol sağladı. Birleşmiş Milletler’e bağlı OCHA ve Al Jazeera International, erişimi kısıtlı bölgelerin Gazze yüzölçümünün yüzde 70’ine ulaştığını belirtiyor. Bu farklar, kontrolün artık yalnızca askeri değil, idari, ekonomik ve psikolojik anlamlar taşıdığını gösteriyor. İsrail çekilmedi; yalnızca biçim değiştirdi. Tankların yerini gözetleme kuleleri, askerlerin yerini drone sistemleri, işgalin yerini veri akışının denetimi aldı.
Bu tablo, savaşın biçim değiştirdiğini gösteriyor. Artık egemenlik, sınırlarla değil erişimle, asker sayısıyla değil veri akışıyla ölçülüyor. Gazze’nin kuzeyi büyük ölçüde boşaltıldı; nüfusun çoğu, güneyde dar bir alana sıkıştı. Birleşmiş Milletler’in saha raporları, İsrail ordusunun çekildiği bölgelerde dahi gözetleme sistemlerinin aktif olduğunu, insansız hava araçlarının sürekli devriye uçuşları yaptığını ortaya koyuyor. Bu, kontrolün artık görünür değil, sürekli bir “izleme altyapısı” üzerinden sağlandığını gösteriyor. Fiilî işgal ortadan kalkmış gibi görünse de, egemenlik yeniden tanımlandı.
Bir Modelin Sürekliliği
İsrail’in bugün Gazze’de uyguladığı strateji, 1948’den bu yana süregelen bir genişleme mantığının güncel versiyonudur. Her müdahale aynı kalıba uyar: önce “güvenlik hattı”, ardından “tampon bölge”, sonrasında fiilî yerleşim ve kalıcı kontrol. 1948 Arap-İsrail Savaşı sonrasında oluşturulan güvenlik bölgeleri kısa sürede İsrail sınırına dahil edildi. 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda işgal edilen Golan Tepeleri, Batı Şeria ve Doğu Kudüs de benzer biçimde “askeri zorunluluk” gerekçesiyle ele geçirilmiş, ardından sivil yerleşimlerle kalıcı hale getirilmiştir. 1979 Mısır-İsrail Barış Antlaşması’yla Sina’dan çekilen İsrail, aynı yöntemi Batı Şeria’da ve Lübnan sınırında sürdürmüş, geçici askeri bölgeleri uzun vadeli idari alanlara dönüştürmüştür.
Batı Şeria, bu sistematiğin en açık örneğidir. 1993 Oslo Anlaşması’nda “geçici kontrol” olarak tanımlanan C bölgeleri, bugün tamamen İsrail yönetimi altındadır. Başlangıçta askeri geçiş noktası olarak kurulan yerleşimler, zamanla yollar, enerji hatları ve su altyapısıyla birlikte kalıcı şehir dokusuna dönüşmüştür. Aynı yöntem 2000’lerin başında Gazze’de uygulanmış, İsrail 2005’te “çekilme” açıklaması yaparken askeri varlığını sınırın hemen dışına taşımıştır. O tarihten sonra kontrolün biçimi değişmiş, ama egemenlik fiilen sürmüştür.
Her “çekilme” görüntüsü aslında kontrolün yeniden tanımlanması anlamına gelmiştir. The Guardian ve Al Jazeera International, bu politikayı “creeping annexation” -yani sürünerek ilhak-olarak tanımlıyor. Çünkü genişleme artık tanklarla değil, harita çizimleri, güvenlik mevzuatları ve altyapı ağları üzerinden yürütülüyor. İsrail sahada geri çekiliyor gibi görünürken, diplomatik masada ilerliyor. Bu yöntem, savaşsız bir genişleme biçimi olarak kalıcılaşıyor.
Uluslararası Onayın Mekanizması
İsrail’in genişleme sistematiğinin en çarpıcı yanı, bu sürecin uluslararası sistem tarafından sürekli tolere edilmesidir. “Güvenlik” kavramı, modern diplomasi içinde en meşru gerekçe haline gelmiş, böylece genişleme politikası “istikrarı koruma” çerçevesinde sunulmuştur. 1948’den bu yana her çatışma sonrasında aynı döngü yaşandı: önce geçici askeri varlık, sonra güvenlik bölgesi, ardından idari altyapı ve yerleşim. Her adım, uluslararası kamuoyunda “meşru savunma” veya “barışa geçiş” olarak yorumlandı.
Bu kabulleniş, yalnızca siyasi değil, etik bir zaafı da ortaya koymaktadır.
Zira bu durum, işgalin artık açık şiddetle değil, bürokratik sessizlikle yürütüldüğünü göstermektedir.
İsrail’in “sürünerek ilhak” politikası, askeri güç kadar diplomatik dilin de bir silah haline geldiği yeni dönemin tanımıdır. Her “geçici önlem” kalıcılaşıyor; her “barış süreci” bir sonraki ilhakın altyapısını kuruyor. Bu süreçte uluslararası toplumun tepkisizliği, fiilen onaya dönüşüyor.
Teknik Sonuç: Kalıcı Kontrolün Mimarisine Dair
Gazze’deki mevcut yapı, askeri işgalden çok daha sofistike bir kontrol mimarisi yaratmıştır.
Birleşmiş Milletler verileri, İsrail’in üç katmanlı bir denetim sistemi kurduğunu göstermektedir:
1-Askerî denetim: sınır bölgelerinde sabit gözetleme kuleleri, insansız hava araçları ve radar sistemleri.
2-İdari denetim: geçiş izinleri, altyapı kontrolü, lojistik akışın merkezi yönetimi.
3-Dijital denetim: iletişim ağları, veri akışları ve nüfus kayıt sistemlerinin İsrail altyapısına bağlı olması.
Bu üçlü yapı, fiilen egemenlik yaratarak İsrail’in toprak üzerinde sürekli asker bulundurmadan kontrolü sürdürmesini mümkün kılmaktadır. Aynı model geçmişte Golan Tepeleri’nde, Batı Şeria’da ve Güney Lübnan sınırında da uygulanmış; 1974’te oluşturulan BM denetim hattı zamanla İsrail’in kuzey sınırının bir parçasına dönüşmüş, 1982’de Lübnan işgalinin ardından kurulan “güvenlik kuşağı” ise on sekiz yıl boyunca varlığını sürdürmüş ve çekilmeden sonra bile etkisini kaybetmemiştir. Gazze’deki mevcut ateşkes, bu nedenle bir son değil, aynı stratejinin yeni bir aşaması olarak değerlendirilmelidir. Savaş bitmiş, ancak denetim kalmıştır; silahlar susmuş, fakat sınırlar değişmemiştir. İsrail askeri üstünlüğünü idari sürekliliğe dönüştürmüş, barış masasını dahi kendi güvenlik paradigması etrafında yeniden inşa etmiştir. Geçmişte askeri çatışmaların ardından geçici görünen bu kontrol biçimleri, bugün artık uluslararası hukuk açısından tanımsız ama fiilen kabul edilmiş bir rejime dönüşmüştür. Bu tablo, yalnızca Orta Doğu’nun değil, uluslararası sistemin de bir sınavıdır; zira bir devletin aynı stratejiyi yetmiş beş yıl boyunca uygulayıp hâlâ “barış aktörü” olarak tanımlanabilmesi, artık stratejik değil, etik bir başarısızlıktır.
Gazze bugün yalnızca bir savaşın enkazı değil, aynı zamanda “sürünerek ilhak” sistematiğinin canlı bir laboratuvarıdır. Egemenlik artık toprağın değil, erişimin; güç ise silahın değil, kontrolün tanımıyla ölçülmektedir. İsrail’in bu stratejisi, uluslararası sessizliğin ne kadar verimli bir zemin oluşturduğunu kanıtlamakta, sorunun yalnızca İsrail’in ne yaptığıyla değil, dünyanın buna nasıl tepki vermediğiyle ilgili olduğunu göstermektedir. Bu tepki eksikliği, tarihe geçecek ölçüde teknik bir utanç olarak kalmaya devam etmektedir.
Fotoğraf: idfs.org.il
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
