Ömer Ak
Mutluluk, Demokritos ve Epiküros gibi erken dönem filozofların bireysel bir haz olarak üzerinde durdukları bir kavramken, Thomas Hobbes ve John Stuart Mill başta olmak üzere aydınlanma dönemi siyaset felsefecilerinin yaklaşımlarında toplumsal bir boyut kazanmıştır.
Hobbes, insan doğasına ilişkin kötümser bakışı nedeniyle, insanların mutluluk içinde yaşayabilmeleri için devlete gereksinim duyulduğunu vurgulamıştır. Mill ise, insan yaşamının amacının daima mutluluk ve fayda olduğunu belirtmiş, bireylerin sadece kendi mutluluklarını gözetmek yerine, toplumun da mutluluğunu gözetmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.
Mutluluğa ilişkin bu değerlendirmeler, insan hakları ve demokrasi mücadelesinde önemli kilometre taşlarından birisi olan 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde mutluluğu arama hakkının, “yaşama” ve “özgürlük” haklarıyla birlikte temel insan hakları arasında sayılmasını beraberinde getirmiştir.
“The Pursuit of Happiness in the Founding Era: An Intellectual History” başlıklı kitabında mutluluğu arama hakkının gelişimini inceleyen Carli N. Conklin, Bildirge’yi hazırlayan ABD’nin kurucu babalarına göre mutluluğu arama hakkının, “doğa kanunlarıyla uyum içinde yaşanan bir yaşamı sürdürmek için bireysel bir hak” ve “bu kanuna uygun olarak yönetmeye yönelik bir kamu görevi” olduğunu belirtmektedir. Bu yönüyle mutluluğu arama hakkını temin etmek, yöneticiler açısından kamusal bir sorumluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüzde insanların bireysel ve ulusal düzeydeki mutluluk arayışları, çeşitli nedenlerle uluslararası boyuta taşmıştır. Hızlı nüfus artışları, savaşlar, küresel ısınma, kaynakların dağılımındaki adaletsizlikler gibi faktörler başta olmak üzere pek çok nedenle mutluluğu dünyanın müreffeh bölgelerinde arayan insan sayısı son dönemde artış göstermiştir. Suriye Savaşı ve Afganistan’daki Taliban rejimi, bu artış eğilimini daha da tetiklemiştir. Orta Doğu, Afrika ve Güney Asya gibi bölgelerden çok sayıda göçmen, özellikle Avrupa Birliği ülkelerine sığınma arayışına girişmiştir.
Göçmenlerin Avrupa yolculuğu ağırlıklı olarak deniz yoluyla Akdeniz üzerinden veya kara yoluyla Türkiye üzerinden gerçekleşmektedir. Türkiye ile AB arasında 16 Aralık 2013 tarihinde imzalanan Geri Kabul Anlaşması nedeniyle Türkiye üzerinden AB ülkelerine geçiş yapan göçmenler Türkiye’ye iade edilmektedir. Anlaşmanın bir sonucu olarak Türkiye, resmi rakamlara göre yaklaşık 3,5 milyonun üzerindeki göçmen nüfusuyla dünyada en fazla göçmene ev sahipliği yapan ülke durumuna gelmiştir. Bu sayının 10 milyona yakın olduğunu öne süren bazı iddialar da bulunmaktadır.
Suriyeliler başta olmak üzere Türkiye’deki göçmen varlığı, çok sayıda sosyal, ekonomik ve siyasi yansımayı da beraberinde getirmiştir. Göçmenlerin kamu maliyesi üzerindeki yükü ve sosyal entegrasyona ilişkin sorunlar başta olmak üzere pek çok boyutuyla mesele 14 Mayıs 2023 tarihli genel seçimlerin, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin odak noktası olmuştur. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda, göçmen karşıtlığını merkeze alan siyasi söylemlere sahip bazı siyasi figürler belirleyici aktör konumuna gelmiştir.
Kısacası göçmenlerin Türkiye’deki varlığı, hem göçmenler hem de Türkiye açısından çeşitli sorunları beraberinde getirmektedir. Kayseri’de geçen günlerde yaşanan üzücü gelişmeler de bu sorunların giderek daha sert bir şekilde su yüzüne çıkacağının göstergesidir.
Ne istiyorlar?
Türkiye kamuoyu, sebep ya da vesile oldukları pek çok sorun nedeniyle göçmenlerin ülkeyi terk etmesi gerektiğini düşünmektedir. Öte yandan göçmenlerin de büyük çoğunluğunun asıl amacı Türkiye’ye yerleşmek değil, daha müreffeh ülkelere giderek göç yolculuklarını sonlandırmaktır. Göçmenler esasen, ülkelerindeki “insana yakışmayan yaşam koşulları” ve otoriter yönetimlerin baskısı altında, mutluluğu arama haklarını kullanmaya çabalamaktadırlar.
Mevcut koşullar altında göçmenleri kendi ülkelerine geri göndermek hem insani hem de pratik açından uygulanabilir değildir. İnsani açıdan uygun olmamasının tek nedeni, geldikleri ülkelerdeki yaşam koşulları değil, mutluluğu arama peşindeki insanların daha iyi bir hayat arayışını önlemenin insan hakları anlayışıyla uyumsuzluğudur. Pratik açıdan bakıldığındaysa, milyonlarca insanı toplama kamplarında bir araya getirmek, “Zafer Turizm” otobüslerine bindirip ülkelerine göndermek çok kolay değildir.
Diğer seçenek, göçmenlerin mutluluğu arama haklarını gözeten bir yaklaşım ortaya koymaktır. Kendisini liberal ya da sosyal demokrat olarak tanımlayan merkez siyasetin üzerinde durması gereken seçenek de esasen bu olmalıdır. Bu seçenek, sıradan bir sınır politikası olmanın ötesinde, insan hakları temelinde normatif bir sorumluluktur.
Bu seçeneğin önündeki engel, göçmenlerin Avrupa’ya geçişini önlemeyi amaçlayan Geri Kabul Anlaşması’dır. AB ülkeleri elbette çeşitli kaygılar nedeniyle göçmenleri sınırlarına kabul etmemeyi tercih edeceklerdir. Ancak, bu insanların mutluluğu arama hakları, AB’nin kurucu değerleri olarak kabul edilen demokrasi ve insan haklarının en temel unsurları arasındadır. Bu hakka karşı çıkmak, AB’nin kendisini inkâr etmesi anlamına gelecektir.
Öte yandan, göçmenlerin ülkelerinden kaçmalarına neden olan “mutsuzluklar”, büyük oranda müreffeh ülkelerin geçmişte ve bugün izlediği politikaların bir sonucudur. Pek çok ülkede emperyalizmin ve sömürü düzeninin geride bıraktığı siyasi anomaliler ve eşitsizlikler, yakın tarihteki askeri müdahaleler nedeniyle ortaya çıkan iç savaşlar ve sanayileşmenin neden olduğu küresel ısınma gibi sonuçlar, sadece bu ülkelerde yaşayan insanların üstlenmesi gereken maliyetler olarak görülmemelidir. Dünyanın müreffeh ülkeleri, mutluluklarının çalınmasına neden oldukları insanların mutluluğu arama hakkından kaynaklanan maliyetin bir kısmını böylelikle üstlenebilirler.
Zaten AB, Geri Kabul Anlaşması’yla birlikte imzalanan ve vize serbestisi ve Gümrük Birliği mevzuatında reform yapılmasını içeren Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni’ndeki taahhütlerini de gerçekleştirmemiştir. Tarafların, bu mutabakat metniyle göçmen meselesini bir al-ver ilişkisine indirgemiş olması hem Türkiye hem AB açısından bir utanç kaynağıdır, ancak bu yazının konusu olmadığı için detaylara girmeden mutabakat metnine rezerv koymakla yetineceğim. Vize serbestisi için Türkiye’nin yerine getirmesi gereken 72 kriterden 7’sinin gerçekleşmediği gerekçesiyle, bu mutabakat metni askıya alınmıştır. Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde, vize serbestisi sağlanmaması halinde Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması’nın 24. maddesine dayanarak anlaşmayı iptal edebileceği açıkça yazmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması’nı feshetmesi hukuken de mümkündür.
Geri Kabul Anlaşması’nın iptali, hem Türkiye’nin hem de AB ülkelerinin göçmenlere karşı daha insani bir politika benimsemesinin ilk adımı olacaktır. Bu doğrultuda Türkiye, göçmenlerin Avrupa’ya geçişini engelleme politikasına son vermelidir. Göçmenlerin mutluluğu arama hakkı evrensel bir ilke olarak görülmelidir. Türkiye, bu hakkı koruma sorumluluğunu üstlenmeli ve çağını aşan bir insan hakları anlayışıyla, Suriyeliler başta olmak üzere göçmenlerin mutluluğu arama hakkının önünü açmalıdır. Avrupa Birliği de demokrasi ve insan hakları kriterlerini sadece aday ülkelere yönelik siyasi bir koz olarak kullanmak yerine, göçmenlerin mutluluk arayışına yol vererek kendi değerlerine bağlılığını ispat etmelidir.
***
Yazar hakkında:
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans, Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans yaptı. Doktora yeterliliğini Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünden aldı. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları doktora programında siyasal İslam ve dış politika üzerindeki çalışmalarına devam etmektedir.
Milliyet ve The New Anatolian gazetelerinde muhabir ve editör olarak görev yaptı. Tallinn Üniversitesi’nde ve Chicago Council on Global Affairs’te ziyaretçi araştırmacı olarak bulundu. Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalıştı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından finanse edilen “Ensuring Access to Formal Education, Livelihoods and Protection through Bridging Programs, Technical Education and Legal Assistance” projesinin ve çeşitli uluslararası projelerin koordinatörlüğünü yaptı.
Türk Demokrasi Vakfı mütevelli heyeti üyesidir. TBMM’de Milletvekili Danışmanı olarak görev yapmaktadır.
İlgili yazı:
https://medyagunlugu.com/suriyede-umut-mehmet-simsekte/