Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’le şair Nâzım Hikmet arasındaki ilişki tam olarak aydınlığa kavuşamamış, hep polemik konusu olmuştur.
Yine de ikisi arasında tanıkların da bulunduğu bazı karşılaşmalar yaşandığı biliniyor.
Bunlardan birini Dündar Kale şöyle aktarıyor:
“Hıfzı Topuz’un “Hava Kurşun Gibi Ağır” kitabında anlatıldığına göre, Dolmabahçe Sarayı’nda arkadaşlarıyla sohbet eden Atatürk, söz Nâzım Hikmet’ten açılınca yaverlerine, “Gidin şu deli oğlanı bulun, sofraya gelsin” diye emir verir.
Gecenin ileri bir saatinde polisler Nâzım’ın kapısına dayanır. “Hemen giyin, seni Atatürk istiyor, götüreceğiz” diye talimat veren polislere Nâzım “Zorla mı?” diye sorar.
Polisler “Gönül rızasıyla” diye yanıt verince, Nâzım da “Öyleyse Atatürk’e lütfen söyleyin; ben Denizkızı Eftalya değilim. Gecenin bu saatinde gitmek istemiyorum” diyerek polisleri eli boş gönderir.
Rivayete göre Nazım’ın bu yanıtı duyan Atatürk ise, “Şair dediğin böyle olur” diyerek Nazım Hikmet’i takdir eder.
Mehmed Kemal ise “Denemeler Elemeler” kitabında olayın aslını Nazım Hikmet’in ağzından aktarır.
Kitaba göre, öyküyü işitmiş olan şair–yazar Hasan İzzettin Dinamo, Ankara Hapishanesi’nde, koğuş arkadaşı Nazım’a işin aslını sorar. Nazım, diz ağrıları için Yalova kaplıcalarında bulunduğu sırada Atatürk’ün de geldiğini anlatır. Paşanın kendisini masasına çağırdığını aktaran Nazım şöyle devam eder:
Yerimden kımıldamaksızın adamın yüzüne baktım. Şimşek çakmışçasına şunu düşündüm: Beni Atatürk’ün masasında görenler olursa çevremde uzun yıllar doğan devrimci efsane bir duman gibi dağılacaktı. Nâzım da Atatürk’e teslim oldu, diyeceklerdi. Böyle düşünerek yavere:
– Kardeşim, dedim. Paşa Hazretleri’nin masasına çağrılmak benim için büyük bir onurdur. Ne yazık ki bacaklarımdaki siyatik öyle sıkıştırmaya başladı ki inlemeden şuradan şuraya gidecek hâl kalmadı. Lütfen söyleyin, beni bağışlasınlar.”
Nâzım, “Yaver geri dönüp gitti. Sanırım, söylediklerimi Atatürk’e iletti” dedikten sonra şu çarpıcı sözleri söyler:
“Atatürk ondan sonra, orada bulunduğu sürece mavi gözleri ile durmaksızın beni süzdü. Olayın aslı budur.
Sonra İstanbul’da ben de duydum. Paşa beni masasına çağırmış, ben de:
– Arkadaş, yanlış kapı çaldınız. Ben, Denizkızı Eftelya değilim, siz gidin onu çağırın… demişim.
Ben, aklımı peynir ekmekle mi yedim ki Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en büyük kahramanına böyle kaba bir söz söyleyeyim.”
Atatürk’e mektup
Hikmet’in 28 yıl hapis cezası almasından sonra annesi Celile Hanım 4 Haziran 1938’de Atatürk’e şöyle bir mektup yazıyor:
“Mustarip bir ana sıfatıyla en büyük emelim, oğlumun masumiyetine sizin de kanaat getirmeniz ve onu affa lâyık görmenizdir. İstirhamlarımın reddedilmeyeceğine güvenerek, minnetle ellerinizden öperim büyük Atam.”
Hikmet ise 18 Ağustos 1938’de Atatürk’e yazdığı mektubun sonunda şunları söylüyor:
“Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum. Türk inkılabına ve senin başına and ederim ki suçsuzum.”
Atatürk’ün sağlık sorunlarıyla boğuştuğu bir dönemde yazılan bu iki mektubun kendisine ulaşıp ulaşmadığı bilinmiyor.
İlk karşılaşma
Vâla Nureddin, “Bu Dünya’dan Nazım Geçti” adlı kitabında Atatürk ve Nazım Hikmet’in 1921’de ilk defa karşılaştığı anı şöyle anlatıyor:
“Mustafa Kemal konuştuğu gruptan ayrılıp bize yaklaşmıştı. Salonun tam ortasında buluştuk.
İsmail Fâzıl Paşa isimlerimizi söyleyerek, “Genç şairler” diye bizi takdim etti.
Mustafa Kemal, elini ilk önce bana uzattı. Aklıma öpmek geldi. Sonra askeri bir edayla sıkmayı üsluba daha uygun buldum. Yine balkonda gördüğümüz kılıktaydı. Ve meşin getrleri vardı.
“Yolculuğunuz nasıl geçti, Ankara’yı nasıl buldunuz” gibi basmakalıp lâflara ihtiyaç duymaksızın, Mustafa Kemal bizim için çok önemli olan konuya girdi:
-Bazı genç şairler, modern olsun diye, mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiye ederim, gâyeli şiirler yazınız dedi.”