Sovyetler Birliği’nin 74 yaşında yıkılması, 20. yüzyılın en önemli olaylarından biriydi kuşkusuz. Sovyetlerin son lideri Mihail Gorbaçov’un 30 Ağustos’ta hayatını kaybetmesinden sonra bazı siteler, örneğin odatv, ölüm haberini “Aslında isim olarak haber değeri yok ama… Bir dönemi bitiren kabiliyetsiz adam öldü” ya da doğrudan “geberdi” başlığıyla verdi. Bu tür başlıkların nedeni, Rusya başta dünyada ve Türkiye’de azımsanamayacak sayıda kişinin Sovyetlerin dağılmasından bizzat Gorbaçov’u sorumlu tutması.
Yuriy Levda şirketinin 2019 yılında yaptığı anketine göre Rusya halkının yüzde 49’u, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının utanç ve üzüntü kaynağı olduğunu düşünüyor. TürkRus.Com sitesinin aktardığına göre, 1999 yılında yapılan aynı ankette Sovyetler Birliği’nin dağılmasından dolayı üzüntü duyanların oranı yüzde 48’di.
Günümüzde Rusya topraklarında yaşayanların yaklaşık yarısının üzüldüğü dağılmanın nedeni neydi peki?
Kanımca, birinci neden Batı ile girişilen üstünlük ve rekabet mücadelesinin sonucu kaynakların silahlanma ve uzay çalışmalarına aktarılması.
Buna bağlı olarak, sosyalizmi kurma misyonunu üstlenen ve önemli başarılar da elde eden Sovyetler Birliği’ni yönetenlerin zamanla oligarşik bir yapıya dönüşmesi ve halkla bağlarının kopması. Ayrıcalıklı bir sınıf haline gelen yöneticiler halkın gündelik ihtiyaçlarını göz ardı edince devletle vatandaş arasında uçurum oluşmaya başladı. Önceliği uzaya ve silahlanmaya veren yöneticiler özel mağazalardan alışveriş yaparken, piyasada bulunmayan basit bir malla, örneğin domates ya da muzla karşılaşma umuduyla vatandaşlar naylon torbalarını yanından ayıramıyordu. Bir zamanlar gururla ve özveriyle devletle beraber sosyalizmi kurma mücadelesi veren halk yöneticilerin sahip oldukları ayrıcalıkları ve kendi kötü hayatlarını görünce ideallerinden vazgeçmeye, kendini çekmeye başladı. Heyecanı kalmayan, aldatılmış hisseden ve motivasyonunu kaybeden insanların çalışması için bir neden kalmadı.
O günleri gözümüzde canlandırabilmek için bir örnek…
1980’lerin sonunda tüketim malları açısından Moskova’da durum şöyleydi:
Büyük mağazalardan birinin kapısından giriyorsunuz, belki yüz metre boyunca bomboş rafları seyrederek kapıdan elleri boş halde çıkıyorsunuz.
Ya da ender de olsa aynı mağazada bir kuyruk görüyorsunuz, bir daha ne zaman karşılaşacağınızı bilmediğiniz için o anda neyin satıldığını bile bilmeden, ihtiyacınız olup olmadığını sorgulamadan hemen kuyruğa dahil oluyorsunuz. (Tabii, kuyruk sırası size geldiğinde, o gün çalışmak zorunda kalmasının acısını sizden çıkan tezgahtarın hakaretlerini de yutmanız gerekiyordu)
Moskova’da yaşadığım o günlerde bir Batı ülkesinden ithal edilen çamaşır deterjanı görünce bir daha bulamam korkusuyla iki yıl yetecek deterjan stoklamıştım…
Benzer şekilde, o günlerde Doğu Almanya’da KGB görevlisi olan günümüzün lideri Vladimir Putin ve eşinin ülkeye dönüş yaparken eski çamaşır makinesini yanlarında getirmesinin nedeni farklı değildi.
Sovyet halkının, önceleri umut olarak gördüğü ve desteklediği Mihail Gorbaçov’un kısa sürede düş kırıklığına ve nefret edilen bir figüre dönüşmesinin nedeni de tüketim malları sıkıntısına bir türlü çözüm bulamamasıydı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasında elbette dış nedenler de vardı ama bunlar da kısmen yine iç nedenlere bağlıydı.
Batı’nın amansız ambargosuna ek olarak petrol fiyatlarının düşmesinin Sovyetlerde yıkıma yol açmasının nedeni -tıpkı günümüzde olduğu gibi- ekonominin enerji kaynaklarının ihracına bağlı olmasıydı. Burada da kaynakların belirli alanlara kaydırılması tercihinin yol açtığı sorun karşımıza çıkıyor.
74 yıl ayakta kalan Sovyetlerin yıkılması Batı’da “kapitalizmin komünizmi yenilgiye uğratması” olarak gösteriliyor.
Ama bu doğru değil.
Değil çünkü ne Sovyetleri yöneten ayrıcalıklı sınıfın ne de Komünist Parti’nin de artık komünizmle bağlantısı kalmıştı. Dolayısıyla ideolojik bir yenilgiden söz etmek olanaksız, olsa olsa komünist görünümlü bir sistemin yıkılışından bahsedilebilir.
Peki, yıkılışından yaklaşık 30 yıl sonra Rus halkı o günleri neden özlemle anıyor?
Birincisi, dünyaya kafa tutan bir ülkenin, iki süper güçten birinin vatandaşıydılar, bu yüzden gururluydular. İkincisi, devlet bir “baba” gibi herkesin yardımına koşuyordu. Örneğin, küçük ve kalitesiz de olsa, kimi zaman birkaç aile paylaşmak zorunda da kalsa, herkesin başını sokacak bir evi vardı. Elektrik, su ve doğal gaz gibi hizmetlerden sembolik bir ücret alınıyordu.
Sovyetler Birliği yıkılınca “devlet baba” kayboldu, yerini piyasa ekonomisi aldı ve vatandaşlar kendilerini sokağa atılmış çocuk gibi hissetmeye başladı, 1980’lere mal yokluğunun damgasını vurmasını ise-ankete bakılacak olursa-pek hatırlayan kalmadı.
Peki, Sovyetleri Gorbaçov’u mu yıktı?
74 yıllık bir imparatorluğun dağılmasının sorumluluğunu, son altı yılında iktidar koltuğuna oturan kişinin sırtına yüklemek “tıkır tıkır işleyen bir makineyi o bozdu” anlamına gelir.
Elbette Gorbaçov’un da büyük sorumluluğu vardı; hastaya koyduğu teşhis doğruydu ama iş tedaviye gelince eli ayağı birbirine dolanmış, kafası karışmış, kararlı hareket edememişti.
Ama “Sovyetleri o yıktı” demek sorunları halının altına süpürmek demek olur.
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.