Kimiz ki biz?
Asla yanıtlanamamış bir soru bu. Kendimizi bildiğimizden beri bunu sorarız.
Bu kadim soruyu niye sorarız peki?
Bilmiyorum, insan olduğumuz için, merak ettiğimiz için, beynimiz bildiğimiz evrenin en “üstün” organı olduğu için.
Kim/ne olduğumuza ilişkin ortak hiçbir şey söyleyemiyoruz. Herkesin kendi yanıtı var. “Nasıl oluştuk” sorusuna bilim yanıt veriyor ama henüz orada da ortak bir noktada buluşabilmiş değiliz. Evet tek hücreden gelmişiz de o tek hücre nereden geldi?
“Ne olacağız” sorusu ise hepten yanıtsız.
Fransız ressam Gauguin, Tahiti Adası’nda yaptığı bir tabloya şu adı vermişti: “Kimiz, nereden geliyor, nereye gidiyoruz?”
Prof. Dr.Bozkurt Güvenç bir yazısında şunları söyler: “Anadolu köylerinin misafir odalarında dünya ve ahreti simgeleyen bir tablo üzerinde şu soruya rastlanır: Ey yolcu, kimsin, nesin, necisin; nereden gelmiş nereye gidersin?”
“Sophie’nin Dünyası” adlı ünlü felsefe romanı, genç kıza gelen bir mektuptaki şu tek soru ile başlar: Kimsin?
Gerçekten biliyor muyuz kim olduğumuzu?
Peki nerede ve nasıl var olduğumuzun farkında mıyız?
Her türlü dinsel kaygıdan uzak durarak bu soruya doğru yanıt verebiliyor muyuz?
En azından kaçımız bu soruya nasıl yanıt vereceğini düşündü şimdiye dek?
Yalnız mıyız yoksa…
4 milyar 600 milyon yıl önce devasa bir gaz ve toz bulutundan önce yıldızımız Güneş, birkaç milyon yıl içinde de gezegenler oluştu. Belli ki orada daha önce bir yıldız patlamış ve her şeyi uzaya saçmıştı. Zaten yeni bir yıldızın oluşması için böyle bir şey gerekiyordu. Dünya adını verdiğimiz yurdumuz işte bu gezegenlerden içeriden dışarıya doğru üçüncüsü.
Dünyada yaşamın 3,7 milyar yıl önce başladığı kabul ediliyor çünkü daha eskiye ait fosil kayıtlarına ulaşılmış değil, tabii şimdilik. Yani yaşam bu hesaba göre 4,5 milyar yaşında olan Dünya henüz 800 milyon yaşındayken başlamış. O günden bu yana da evrim dediğimiz süreç sonucu bizim de yer aldığımız bugünkü yaşama ulaşılmış. 70-80 yıllık yaşam döngümüzle bu muhteşem süreleri hem sindirmek zor, hem de algılayabilmek zor.
İşinizi biraz daha zorlaştırayım.
Güneş, içinde yer aldığı Samanyolu adını verdiğimiz galaksideki bir tam turunu 225-230 milyon yılda tamamlıyor. Buna ben “galaktik yıl” diyorum. Yani aslında galaktik yılı temel alırsak Güneş 20 yaşını bitirmiş, 21’inden gün almış durumda. Güneş henüz 19 yaşındayken gezegenimizde dinozorlar yaşıyordu dersem ne dersiniz? Yani 225-230 milyon yıl önce gezegenin hakimi onlardı. Sonra hepimizin bildiği gibi bir -veya iki parça- göktaşı gezegenimize çarptı 66 milyon yıl önce. Canlıların yüzde 75’i yok oldu tabii dinozorların da neredeyse hepsi.
Yaklaşık yedi milyon yıl önce ilk insanımsılar dolaşmaya başladı gezegenimizde. Onlar ilk atalarımızdı.
300 bin yıl önce ise (tabii daha da eski bir fosil bulunursa bu rakam daha da eskiye gidecek) Latince adımızla Homo sapien, yani biz ortaya çıktık.
İlk insanımsıların hangisi veya hangilerinden evrimleştiğimiz hâlâ belli değil ama merak etmeyin onu da bulacağız bu yüzyıl içinde.
Ve bugüne geldik.
Sanırım buraya kadar her şeyi anladık çünkü bir açıklaması var, yani “biz kimiz” sorusunun dışında.
Ya sonrası
Şu anda 2024 yılındayız.
3000 yılında ne olacağız?
Peki 100 bin yılında?
Ya bir milyon yıl sonra?
Şu anda kim olduğumuza bile henüz doğru dürüst bir yanıt bulabilmiş değilken yüz binlerce yıl sonrasına yanıt bulmak çok ama çok zor.
Peki galaksimizdeki tek yaşam Dünya’da mı var?
İsterseniz alanı genişletip soralım, evrende yalnız mıyız?
Eğer yalnız olmadığımız ortaya çıkarsa ne olur?
“Saçma sapan konuşma” dediğinizi duyar gibiyim.
Ama 2021’de Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı’nın genel merkez binasının adı) bir rapor yayınladı.
Pentagon raporunda, “2004’ten bu yana askeri pilotların gördüğünü söylediği onlarca Tanımlanamayan Uçan Cisim (Unidentified Flying Object – UFO) ile ilgili bir açıklamalarının olmadığı belirtiliyor. Rapora göre, son iki yılda pilotlar toplam 144 kez UFO gördüğünü bildirdi. Ancak bunlardan sadece biriyle ilgili bilgiye ulaşıldı. Detaylı bilgiye ulaşılamayan diğer nesnelerin ise ‘dünya dışından olma ihtimalinin bulunduğu’ belirtiliyor.”
Diyelim ki bu araştırmanın sonucunda yalnız olmadığımızı öğrendik.
Bununla yüzleşmeye hazır mıyız?
“Başka yaşam” veya “yaşamlar” doğrulanırsa ne yapacağız?
Ben evrende yalnız olmadığımıza inanıyorum.
Niye mi?
Çünkü uzayda trilyon tane galaksi var desem!
“Atma” dersiniz.
Evet attım ama o zaman doğru rakamı siz söyleyin çünkü kimse doğrusunu bilmiyor.
Her bir galaksinin içinde, 100, 200, 400, bir trilyon yıldız olabiliyor. Örneğin Samanyolu’nda 200 milyar, en yakın galaksi olan Andromeda’da 400 milyar yıldız olduğu tahmin ediliyor. Aritmetiğiniz kuvvetliyse hesaplayın. O kadar yıldız varsa ve her birinin çevresinde birkaç tane gezegen varsa…
Trilyon kere katrilyon gezegen varsa yani. Eh bunlardan yalnızca bir tanesinde mi yaşam oluştuğunu kabul edeceğiz? Katrilyon kere trilyonda bir olasılık mıyız yani? Bu akla aykırı olurdu. Niye yalnızca bir tanesinde oluşsun ki? Bu yüzden ben evrende yalnız olmadığımızı düşünüyorum. Tabii tüm canlıların homo sapiene ya da şempanzeye benzeme şartı yok, kim bilir ne biçimdeler!
Mikroskopla görülebilen bir canlı bile yaşam için yeterli sayılıyor biliyorsunuz.
Evrende tek olmadığımızı kabul ettik diyelim. Hatta birkaç yüz yıl içinde onları fark da ettik diyelim.
Ne olacak o zaman?
***
Ya tersi olursa?
Birkaç bin yıl sonra ulaşılacak teknolojiyle evrenin her yerine ulaşmış olacağız belki de.
Ama bir bakacağız ki kimse yok bizden başka.
Tekiz, evren bomboş, evren emrimize amade.
Katrilyon tane gezegen bizim yani.
Onlardaki her şey bizim…
Yani evrenin tanrısı biziz.
Bizden başka hiçbir güç yok.
Bilmiyorum ki ne düşüneceğiz, sanırım bunu o zamanki torunlarımız düşünecek, biz ne desek yalan olur.
Herkese keyifli günler…
Görsel: researchmatters.in