Türkiye’de son yıllarda erozyona uğrayan kavramlardan biri de diplomasi ya da daha geniş anlamıyla dış politika.
Köklü diplomasi geleneğine sahip ülkelerde dış politikada savrulmalar yaşanmaz, günlük olayların ülkenin çıkarlarına feda edilmesine izin verilmez.
Son dönemde Türkiye’nin bu konuda doğruları ve yanlışları aynı anda yaptığını görüyoruz. Yakın geçmişte Mısır’la, şimdilerde ise Suriye ile ilişkilerin düzeltilmesi çabasını doğrulara örnek olarak verebiliriz.
Devletlerin çıkarlarının değişebildiği ve dış politikada kalıcı dostlar ya da düşmanlar olmadığı için bunlar aynı zamanda aslında olağan sayılması gereken hamleler.
Ama sorun Türkiye’nin geçmişte söz konusu iki ülkeyle gereksiz yere köprüleri tamamen yakma anlamına gelebilecek açıklamalar yapmasıydı. Oysa diplomasinin en önemli kurallarından biri, karşınızdaki ülkeyi “düşman” olarak görseniz bile, geleceğe dönük kendinizi bağlayacak dönüşü zor sözler söylememek ve uzlaşma kapısını hiçbir zaman kapamamaktır.
Bununla birlikte, Mısır ve Suriye’de geçmişte yapılan hataların neredeyse aynısını şimdi İsrail’le ilişkilerde görüyoruz. Türkiye’nin çıkarları İsrail’le ilişkileri içinde bulunduğumuz dönemde neredeyse kopma noktasına getirmek ve gerginlik yaratmak olabilir; bunun böyle olup olmadığını devleti yönetenler bilir. Ama sorun, İsrail’i eleştirirken yapılan açıklamaların yarını düşünmeden yapılması. İsrail, tıpkı Türkiye gibi, bölgenin önemli bir ülkesi, yarın ortadan kalkmayacağına göre bu dönem er ya da geç bitecek ve iki ülke arasında bir şekilde yeniden normalleşme dönemi başlayacak. Ama Türkiye adına yapılan açıklamalar diplomasinin temel kurallarına taban tabana zıt. Bu açıklamaları yapanların İsrail’i eleştirme hakkı elbette var ama bir devlet adına konuşanların “sokak ağzı”nı kullanma hakkı yok. Bu tespit, aynı üslupla açıklamalar yapan ve benzer şekilde diplomasinin kurallarını yerle bir eden İsrailli politikacılar için de geçerli elbette.
Peki nedir diplomasi?
Diplomasi milattan önce (M.Ö.) 14. yüzyıla kadar uzansa da günümüzdeki haliyle esas olarak 17. yüzyılda Avrupa’da şekillenmiş. MÖ 13. yüzyıldaki Hititlerin Kadeş Antlaşması, tarihin bilinen ilk yazılı diplomasi belgesi olarak kabul ediliyor.
Diplomasinin pek çok tarifi var, bunlardan en yalını “dış politikayı yürütme aracı.” Bir başka tarife göre ise, “ülkeler arasında barışçı ilişkiler kurma sanatı.”
Her ülkenin dış politikada hedefleri vardır ve bu hedeflere ulaşmak için diplomasiyi kullanır. Diplomasi aynı zamanda “al-ver” oyunudur; kimi zaman sabır ve çelik gibi sinir gerektiren pazarlıklar sonucu ülkeler alabileceklerinin en fazlasını, verebileceklerinin en azı karşılığında elde etmeye çalışır.
Ama diplomasi aynı zamanda her ülkenin siyasi, ekonomik ve askeri gücüyle de bağlantılıdır. Yeterli güce sahip değilseniz, muhatabınıza karşı kullanabileceğiniz, üzerinde baskı kurmanızı sağlayacak kozunuz yoksa diplomasi bir işe yaramayabilir. Bu silahlara sahip değilseniz herhangi bir konuda haklı olmanız karşı tarafa otomatikman istediğinizi yaptırabileceğiniz anlamına gelmez. Yakın tarihte bunun en çarpıcı örneği Türkiye’nın hava sahasını ihlal eden Rus uçağını düşürmesiydi. Bu konuda Moskova’nın önceden defalarca uyarılmasına rağmen ihlallerin sürmesi nedeniyle uçağı düşürmek Türkiye’nin hakkıydı. Ancak teoride haklı olan Türkiye, pratikte zararlı çıkan taraf oldu.
Diplomasinin en önemli özelliklerinden biri de nezaket dili olmasıdır. Çok nadir örnekler dışında, aralarında sorun bulunan iki ülkeyi temsil eden devlet adamlarının kamuoyu önünde ya da kapalı kapılar ardında kurdukları cümlelerde nezaket kalıpları dışına çıktığını duymayız. Bunun yerine söylemek istediklerini, vermek istedikleri sert mesajları “zarif” bir ambalaja sararlar.
Gergin görüşmelerin neredeyse hiçbirinde “… pişman ederiz”, “mecbursunuz”, “gününüzü göstereceğiz…” gibi tehdit ifadeleri geçen cümleler kurulmaz. Bunun yerine muhatap rencide edilmeden, örneğin iki ülkenin sorunları aşmak için birlikte çalışması gerektiğinden söz edilir. Baskı, tehdit ve şantaj gibi kelimeler diplomasi dilinde yer almaz, gerekiyorsa kibar bir şekilde bu sözler ima yoluyla karşı tarafa söylenir. Kapalı kapılar ardındaki bu dikkatli üslup kamuoyu önünde yapılan açıklamalarda da geçerlidir.
Diplomasinin bir başka kuralı, yapılan açıklama ne kadar sert olursa olsun uzlaşma yolunun kesinlikle kapatılmamasıdır. Bu nedenle devlet adamları ve diplomatlar geleceğe ilişkin hiçbir zaman bağlayıcı kelimeler kullanmaz. İki ülkenin arası ne kadar gergin olursa olsun, hatta savaş çıkmış bile olsa uzlaşma kapısı her zaman aralık bırakılır.